Halk
arasında karabasan olarak bilinen Yakaza cinleri, uykunuza girer, uykulu
olursunuz. Bağırmak istersiniz, bağıramazsınız; kalkmak istersiniz,
kalkamazsınız. Çünkü; Yakaza cinleri sizi felç etmiştir. Bilim adamları bu
duruma her ne kadar davranış bozukluğu diyorsa da, aslında sizi bu denli
rahatsız eden varlıklar, Yakaza cinleri olabilir. Yakaza Cinleri, pis yerlerde
yaşarlar. Yakaza Cinleri evlerimizin tavan arasında, bodrumunda, tuvaletinde ve
banyosunda yaşarlar. Yakaza Cinleri kalabalık ortamlarda
yaşarlar. İslâm kültür ve uygarlık tarihinde, rûya konusuyla en çok ilgilenen
tabaka hiç şüphesiz bu yaşantının mensupları olan mutasavvıflardır. Çünkü
irfânlı bilginin kaynağı, genel anlamda ilhamdır. Bu da bazen uykuda, bazen
uyanıkken, bazen de uykuyla uyanıklık arası denilen yakaza hâlinde meydana
gelmektedir. Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir. Bu hal üzere
görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken
görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden
bulanıklaştırır. Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden
(yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir. Nurların
tecellîsi nedeniyle, insanın kendine gelişi, gafletten kurtuluşu, uyanma."
Arapça olan yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı;
uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede
tutma halidir. Yani maddî-manevî varlığı (potansiyeli) toplama halidir.
Bediüzzamana göre bu hâl, ancak sadık rüya hâli,
yani ruhu teksif, yani ruhu yoğunlaştırarak o kesif zulmet içinde aradığı
nuru bulma kapısı açıyor. Uyanıklık
anlamına gelen yakaza, kimi kişilerin uykuyla uyanıklık arasında veya doğrudan
uyanıkken, rüyây-ı sâdıka türü kimi hadiselere tanık olmasıdır. Bu hale daha
çok riyâzet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran kişiler ulaşır. Böyle bir
durum, uyumadan gerçekleştiği için rüyadan ayrılır. Bilinen maddî âlemin
şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara
ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömerin cemaat
önünde hutbe verirken komutanı Sâriyeye Dağa, dağa.. diyerek, harp anında
önemli bir taktik vermesi örnek gösterilir. Değerlendirme açısından yakaza,
sâdık rüya kapsamındadır. Örneğin
uyanık olduğu zamanda bir kişinin Hz. Muhammed gibi kimi büyük zevatı ya da
velîleri müşahede etmesi böyledir. Varlığındaki öze ulaşanlar için bu oldukça
normaldir. Çünkü bu seviyeyi elde eden Hz. Muhammed'in, uyku halinde bile
kalbine gaflet gelmediği müsellemdir. Bu nedenle O'na hakkıyla vâris olanların
yakaza halinde, rüyada görülenlere benzer şeyler görmesi normaldir. Çünkü bu
hal yakînin neticesidir. Bu durum ise insan-ı kâmil seviyesine ulaşanların,
doğrudan ötelere geçiş sağlayabileceğini gösterir. Sözlükte uyanıklık anlamındaki
yakaza, Allaha ulaşmayı, O nu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan
insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltıyla
uyanıklık hâline kavuşmasıdır. İnsan böylelikle Allahtan uzaklığına işaret eden, Allah'la kendisi
arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi,
içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların biricik
halikı Allaha dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur. Bu farkındalık sayesinde kendisini Allahtan
uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker.
Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına nedeniyet verir. Bu ferahlık kulun
Allah’a yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar. İrfana ermek ve eşyanın gerçeklerine
dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun
başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir.
Mutasavvıflarda bu agâhlık yakaza terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten
uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir. Sufilere göre gaflet üçe ayrılır: 1.si,
Allahı terk edip onun dışındaki şeylerle (mâsivâ) meşgûl olmaktır. Bu
meşgûliyet, kişiyi Allahtan uzaklaştırdığından Allah'la birliktelik anlamına gelen huzurun ortadan
kalkmasına neden olur. Amelde gaye Allah'la birlikte olmaksa, gaflet hâlinde
gerçekleştirilen ameller hedefine ulaşamamış demektir. 2. gafletle kastedilen,
ölümü ve mâsivânın geçiciliğini unutup, tamamen dünya hayatına dalmaktır. 3.
gaflet türü ise, fiilleri görüp fiillerin yaratıcısını unutmaktır. Diğer bir
ifadeyle daima mahlukat âlemindeki çokluğu (kesret) itibara alıp, çoklukta
Allahın birliğini (vahdet) müşahede etmemektir. İşte yakaza, bu 3 tür
gafletten uzaklaşarak, kalp gözünün açılmasıdır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın da belirttiği gibi, Allah'a karşı duyulan sevgi,
muhabbet ve tutku öyle bir hastalıktır ki, diğer bütün dertlerin devası
ondadır. Çünkü Allah'a karşı duyulan bu sevgi, imanın nurudur. Bu nur arttıkça,
iman kuvvetlenir. İman pekiştikçe de, kişi, nefsinin heva ve arzularına dayalı
tutku ve bağımlılıklardan kurtulur. En büyük esaret olan, "benlik"
zincirlerini kırmaya başlar. Yavaş yavaş bencillikten kurtularak "ben
merkezli" kişiliğinin ötesine geçmeye başlar. Kendi dışında başka
değerlerin de var olduğunun farkına varır. Kendinden başka hiçbir şeye değer ve
önem vermezken, kendi nefsinin arzu ve heveslerinden başka hiçbir şey
düşünmezken, kademe kademe, kendi nefsî hayal kurgu dünyasını yıkarak yeni
gerçeklikler keşfetmeye başlar. En önemlisi de kendi nefsinin kendisine neler
yaptığının birer birer farkına varmaya başlar. Bu, adım adım nefsini tanımak,
Rabbini tanımak demektir. Bu durum kişinin gafletten kurtuluşunun
başlangıcıdır. Buna tasavvufta "yakaza hâli" denir. Peygamberlerin ve
veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir.
Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki
maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan,
bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir
ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi
şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır. Yakaza ehli, seyr-i
sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her
davranışıyla: De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek
insanları Allah'a çağırıyorum." (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder.
Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir
nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası
gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında
dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır.
Karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının
müşahedesinde de hep Hak hatırlanır. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her ân,
her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his,
idrak, irade ve kalplerimizle O'na yönelerek, ömrümüzü hep O'nun huzurunda
bulunma âdâbıyla sürdürmektir. Yakaza; Allah'tan korkan kimselerin kalbine
Allah tarafından ihsan edilen ve onları tövbe etmeye yönlendiren ilahi bir
ikazdır. Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar... Bu merhale,
benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder. Yakaza hali, mânâ körlüğünden kurtulup mânâ
gerçekliklerini (Hakk'ı) gören bir uyanıklığa geçiş halidir. Uyur uyanık bir
insan, gerçek âlem ile nasıl bir ilişki içinde olursa, yakaza halindeki bir
insan da mânâ gerçeklikleriyle işte öyle bir ilişki içinde olur. Rivâyet olunur
ki: Tövbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının
listesi verilmiş: Oku bunu! denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki
günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını
yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim affoldu. Varlık, suretler âlemidir ve her
bakana önce suretler görünür. Oysa hükümler âlemine ulaşmakla yakaza bakış sahibine
hükümleri fiillerin önüne taşır. Bu hale göre hükümler fiillerden önde ve daha
nettir. Hükmü görmek yüzünden eylem gölgede kalır. Yakaza sahipleri bu hal
üzere olup daima hükme nazar ederler. Bundan dolayı onlar gözünde hükmü
değiştirmeden fiilde ısrar fayda vermez. Rüya, ikidir.Gaflet ehlinin rüyası ve
ariflerin rüyası. Gaflet ehlinin rüyası gündüz gördüğün etkisindendir.
Rüyalarında bundan başkasını görmezler. İster manevi kasıtlardan olsun ister
her ne kasıttan olursa olsun, Onların rüyalarına giren ancak suretlerdir. Rüya
görenin hayalini ancak his âleminde olan şey doldurur, ondan başkası değil.
Gaflet ehli nasıl ki gözünü kapatır nefsinden geçerek görür, ariflerse rüyasını
histen geçerek görür. Onların uyumaya ihtiyacı yoktur. O rüyayı yasarken görür.
Bu yüzden ona yakaza denilir. Onun için Muhammedi olan ve onun varislerinin
ilmiyle Yusufun durumu arasında fark vardır. İbrahim
Hakkı da rüyayı yalancı rüya ve gerçek rüya şeklinde 2 grupta değerlendirir.
Gerçek rüyayı kendi içinde, gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza)
olarak ikiye ayırır. Mârifetnâmede ruhların mânâ, melekût, arş, kürs, semâ (7
kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl) geçtikten sonra rüya aracılığıyla bu
âlemleri zaman zaman tekrar ziyaret
edebildiklerini anlatır. Suretler âleminde eylem hükümden önde görünür. Bu
sayede fiili isleyenlerin niyeti muhatabından gizlenir. Oysa hükümler âleminde
niyetler fiillerinden ayandır. İşte bu yakazadır. Arifler âleme hakim olan
hükümleri görmek yüzünden fiil telaşları dinmiştir. Hükümleri fiillerden önce
görürler. Onların gördükleri hüküm kendilerinden neset eden hükümler değildir.
Varlığın onlar gözünde topyekun bıraktığı nispet olup, vukuflarının kaynağıdır.
Yakaza halinin yaşandığı yer, misâller âlemidir. Vehim kuvvetinin müdahalesi
çok olur. Ulemanın çoğunluğu miracın da yakaza halinde ruh ve cesetle birlikte
gerçekleştiğini söylemektedir. Delil olarak İsrâ âyeti ve Mirac hadisini
zikredip şöyle diyorlar: Nassların,
aklen bir imkansızlık söz konusu olmadığı sürece, zahirî üzerine bırakılması
vaciptir. Yakazanın hatalarından bazıları
şunlardır; Yakaza da tam uyku olmadığı için akıl ve hayal çok rol oynar.
Görenin hali saf olmamıştır fakat gördüğünü safiyet sanır ve aldanır. Sürekli
suya bakanın hayali suyla dolar da o gözünü yumunca hep su görür. Bu hayaldir
ve hayal zuhuratta rol oynar. Kendisinin velilerle arasının hep iyi olduğunu
düşünen kişi hayal yoluyla velilerin kendisine iltifatlar ettiğini görür durur.
Hayal, bu görüntüleri film şeridi gibi oynatır durur. Bu hallerin gerçek olanı
da vardır elbette ancak bunlar Mürşidinin terbiyesine hakkıyla teslim olup usul
ve erkâna uyanlarda görünür. İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele
geçiren CİNLER, ya İSLÂM’ı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm
dışı yolları empoze ederek!.. Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu 2 yoldan
biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak
Veya geçmişte yaşamış din
büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya ya da yakaza halinde görünerek! Şeyh Muhammed el-Mağribî Rasûlüllâh’ın yakaza
halinde görülmesi konusunda şunları söylemiştir: Kim Rasûlüllâh’ı, sahâbenin
onu gördüğü gibi gördüğünü iddia ederse o
yalancıdır. Fakat kalp gözüyle sanki yakaza halindeymiş gibi görmesi mümkündür.