. ➲ CİNLERLE İLK İLETİŞİMİM +18 ~ Korku Hikayeleri - Korku Yuvası

➲ CİNLERLE İLK İLETİŞİMİM +18

Hikayenin sahibi “skortak nickli İnci Sözlük yazarıdır.

Hikayenin çıkış zamanı: 07/05/2013 20:28

• • • • • PART 1 • • • • •

Herkese merhaba. 34 yaşındayım. 35 yani yolun yarısına az kaldı. Şu sıralar mecburi olarak akdeniz bölgesinde yer alan bir ilimizde yaşıyorum. bekarım ve bekar kalacağım, sebebini hikaye içinde bulacaksınız... kimseyi kolundan çekip ne olursun oku demiyorum... bu hususta anlaşalım. takip edenler olursa devam ederek ilerleyeceğim, alakasız kaldığınız anda yazmayacağım.3 günüm boş ve lanet olasıca sebebpler (bunları açıklayacağım) yüzünden normal bir insan gibi dışarı çıkıp eğlenme lüksümde yok... quantum vs hikayelerinden gerçeğe dönmek istiyorsanız, şimdi başlıyorum... 1978 yılında geldim dünyaya. ilkin aramızda pek bir sorun yoktu bu kahpe gezegenle, nereden bilebilirdim ki; her saniyemi kabir azabına döndürecek ve beni derin yalnızlıklara, bunalımlara gark edeceğini babam devlet memuruydu ,o zamanlar babanın kravatlı olması büyük bir ayrıcalıktı. fakat her aile gibi kıt kanaat geçinen bir aileydik bizde.bir güneydoğu şehrinde, merkezden uzak kasabayı andıran bir mevkisinde oturuyorduk. evimiz lojmandı. arka balkonumuz ve salonumuz aynı istikamete bakardı. pencereden 4-5 m uzaktaki kavak ağaçları, bitkisiz toprak bir bahçe ve ardı uçsuz bucaksız boşluk. kendi halinde sessiz sakin bu çiftin 5 yaşlarındaki tek çocuğuydum... aslında tek çocuğu olduğumu uzun süre bilmiyordum 3 kişi için ziyadesiyle büyük ve sobalı evimizde hiç kullanmadığımız oda da 2 arkadaşım daha vardı ve işin ilginç yanı bunları aileminde bildiğini sanıyordum. beyniniz yanmasın hemen sabır edin. kocaman bir salon ebatındaki odamızda küfeler, misafirler adına yatak yorganlar ve kuru erzaklarımız yer alırdı. ben ev oyunlarımı hep orda oynardım, lojmanda çok fazla yaşıtım çocuk vardı ancak o odada yaşayan 'erumi'ile 'sakil' 'erumi' ve 'sakil' bahsettiğim o odanın dışına çıkmayan,kâh büyük gardrobun kâh misafir döşeklerini koyduğumuz hurcun üstünde oturan 2 varlıktı. insan değillerdi, eruminin vücudu toprak renginde el ve ayak parmak kıvrımları olmayan kırmızı dudaklı ve iri siyah gözlü idi. sakil ise yeşille gri arası bir renkte erumiye göre daha heybetli gözlerinde beyazı olan ancak kalan yüz hatlarını hatırlamadığım bir varlıktı... bunları aileminden bildiğinden emindim, nasıl ki gidip baba evde annem var demiyorsam yani bu olay olağanüstü gelmiyorsa, erumi ve sakilden de hiç bahsetmemiştim.ta ki 7 yaşıma kadar.o kısma değineceğim.. ancak merakınızı gidermek adına bu iki canlı ile aramdaki ilişkiden bahsedeyim ne zaman odaya girsem uzandıkları yerde bana doğru doğrulurlardı,bir iki gündelik sohbet ederdik. benimle oyun oynamalarını istediğimde oynamazlar beni izlemeyi sevdiklerini söylerlerdi. bizim evin koruyucularıydı bunu kendileri söylemişti. aramızda diyalogdan çok telepatik bir iletişim mevcut gibiydi saf sevgi ve korunma hissini alıyordum onlardan. çok yüz göz olmazları benimle. hatta bizden öncede orda olduklarını buranın onların da evi olduğunu vs söylemişlerdi bir kez. bazen seni falanca yere zütürelim mi derlerdi,ben de annem izin vermez ki biraz büyürsem gelirim derdim. başlarını sallar gülümserlerdi. asla bir korkutma vs olmadı aramızda. isimlerini nasıl öğrendim hatırlamıyorum ancak erumi ve sakil şeklinde hitap ederdim... hatta bir keresinde oyuncak robotum (ilkel olanlardan) bozulmuştu ve erumi onu tamir etmişti, içeri geçip oyuncağımla oynadığımı gören babam bayağı şaşırmıştı nasıl yaptın dediğinde ,erumi kurcalarken gördüğüm, robotun içindeki dinamo benzeri yapıyı vs kastederek birşeyler anlatmıştım... yine ikna olmamıştı, ancak bilirsiniz çocukların bu meseleleri üstünde fazla durulmaz. 1-2 yıl içinde kardeşim olacağı müjdesini aldım, dünyalar benim olmuştu.o süreler bahsettiğim odaya hiç girmedim diyebilirim belki 1-2 kez daha, kardeşim doğduğu gün biraz bebeği sevdikten sonra onlarla sevincimi paylaşmaya gittiğimde 'biz artık gidiyoruz' dediler, asık bir suratla... ağladım, gitmemelerini istedim ancak sen bizi artık sevmiyorsun dediler... ertesi gün odaya girdiğimde artık yoktular... aileme erumi ve sakilin gittiğini çok üzgün olduğumu söyleyip geri getirmelerini rica ettim... ilkin kardeşi oldu herhalde ilgi istiyor gibisine yaklaştılar, ardından babama robotumu da erumi yaptı dediğimde bildiğiniz şok olmuşlardı. beni esas işi ruh sağlığı olmayan bir hekim tanıdığın yanına zütürdüler, adam çocukken olur bunlar ilgi istiyor pışpışlayın vs deyip yolladı. çocuksun ama ne dendiğini anlıyorsun aq bu da tuhaf bir iş beyler. çocuktur anlamaz diyerek adam resmen bana ilgi fukarası muamelesi yapmıştı. evimizin bulunduğu yer hayli ıssızdı ve o dönemler terör örgütü bu amaçla olmasa da yine eşkıyalık vs durumları oluyordu. bizim bulunduğumuz bölgede bir nevi onların kaçış yolları üzerindeydi. babam teftiş için turneye gittiğinde annemle beraber korka korka geçirirdik geceleri. işte bu zamanlarda yan dairemize babamla aynı kurumda çalışan genç bir adam ve hanımı taşındı... çocukları yoktu... o zaman televizyon falan bu kadar dolu dolu değildi, haliyle kadının da evde canı sıkılıyordu bize geliyordu çocuk niyetine benle kardeşimle ilgilenip hasretini gideriyordu az da olsa dediğim gibi orta halli ailelerdik, hatta ekonomi o zamanlar daha kötüydü... 'kemer sıkma ' sloganı ile yetişmiş sayılırız kısmen... şimdi ki gibi her önüne gelen lokanta evlere paket servis yapmıyor, kebap falan da bu kadar ele ayağa düşmemiş... sabah kahvaltılarında biraz kıymalı biraz peynirli iç malzeme hazırlardı,bu bahsettiğim komşumuz aynur abla... sabah babamlar işe gidince bu malzemeleri getirirdi ,beni fırına yollarlardı yaptırıp getirirdim beraber yerdik vs.çocuğu gibi de ilgilenirdi bizlerle aşırı samimi olmuştuk... sonra babam birgün huysuzlandı, misafirdir gelsin gitsin ancak ne bu her gün evin içinde vs dedi... adamda haklı o sıcağın altında arazi denetliyor vs,evine gelince insan donunu pijamasını çekip bir oh demek istiyor... annem bana sen biraz dışarı çık dedi koridorlu bir yapıydı evimiz, çocukluk işte beni göremeyecekleri noktadan dinliyorum... annem babama bu kız evde birşeyler görüyormuş ondan pek kalamıyor dedi... babam işte sordu soruşturdu kocasının haberi var mı gibisine... adamda biliyormuş meseleyi ancak zaten çocukları olmuyor diye kızı ailesi istemiyormuş,bir de bu mesele dillendirilirse aynı bana küçükken yaptıkları gibi 'ilgi fukarası' yaftasını yapıştırırlar diye çekiniyormuş. haliyle küçük yer, başında ağrısa, gibinde kopsa, delirsen de aynı doktora gidiyorsun. adamın ailesi de o şehirde olduğundan pek sıcak yaklaşmamış... annemin anlattığına göre kadın yatak odalarında 'gelin ve güvey ' görüyormuş... oturuyorlar ve ona bakıyorlarmış... tabi o zaman gelin nedir biliriz de güvey hiç anlamamıştım beyler belirli olayları ve tetikleyici etkenlerini de anlatmam gerektiğinden bazı kısımlar az da olsa 'ne alaka dedirtmesin' hepsi arasında bir bağlantı var, sabredin ana konudan sapılmayacak sadece neye neden yaklaştım, nasıl girdim gibi aşamaları daha sonra sormamanız adına detaylıca açıklıyorum... ister gerçek, ister hikaye deyin ama dilerim okursunuz... devam ediyorum... gelin ve güvey kelimeleri kafama fazlaca takılmıştı ancak diyorum ya çocuksun henüz. fakat şu günkü çocuklardan daha olgun olduğumuzu söyleyebilirim. saksı çocuğu değildik. ortaokula giden çocuğu ay araba çarpar diye servise bindirip, dönüş saatinde servisin gelişini beklemezdi kimse. tüm vaktimiz dışardaydı, arkadaşlarımızla gider fırından yarım açık ekmek alırdık yanına da herkes evinden birşeyler getirdi mi al sana aktivite.bir de o yaşlarda kız tavlardık ancak kafaya 5 kilo jöle süremediğimizden suyla : ) bizden daha büyüklerle takılırdık bu kız tavlama merasimlerine, tabi kız mız tavlayamadığımızdan döner dolaşır lojmanın altındaki sur dibini anımsatan su deposu çevresine konuçlanırdık... millet anlatırdı işte cin, peri,hortlak... çokça düşündüm ilerleyen yaşlarımda acaba onların etkisi miydi erumi ve sakil diye... hayır sanmam, çünkü ben erumi ve sakil'i haşa ezelden tanıyor gibiydim... şu gün tanıştım diyemem tek bildiğim gittikleri dönemdi... hadi hepsini geç bir elinde gibik bir balta diğerinde kılıç olan tek taku 2 adım ileri gitmek olan robotu ben mi tamir etmiştim ? içi açılmasa dinamo tarzı yapıyı nasıl anlatacaktım babama. koruyucu meleklerdim dedim geçtim o meseleleri zamanla... kısa sürede de hafızadan kayboldu... ya da ben kaybolduklarını sandım belki de tüm bunlar bir felaketin, benim felaketimin başlangıcıydı bahsettiğim şehirden terör beölgesi olması hasebiyle tayin istedik.her türden insanın yaşadığı ancak bütçemizi sarsmayacak küçük bir ile taşındık. yavaş yavaş bilincim oturmaya başlıyordu, artık her insanda olan hortlaktan periden cinden korkma meseleleri bende de baş gösterdi. çocukken ölmeyeceğime inanırdım mesela ben, azrail gelince gözlerimi iyice açarım ölmem ki derdim... bilinçten kastettiğim nokta, hani bazı gerçeklerin farkına varıyorsun ve kafanda oluşan tabular, çizilen ürkütücü tablolar var... erumi ve sakil'in hemen hemen hayal olduğuna inanmışsın, inandırmışlar seni... robot olayı mı gibtir git, belki hiç bozulmamıştı bile diyorsun kendine... artık hayatında erumi ve sakil yerine al karısı, karabasan,ters domaltıp düz giben yaratıkları var... onların anlattığı hiçbir yaratık sevecen değil mesela,o halde erumi ve sakilinde gerçek olma ihtimali düşük... ya da onların gerçekliğini kabul etmek, diğer anlatılanların da gerçekliğini kabul etmek anldıbına geldiğinden korkuyorsun yıllar geçti bu şekilde, ortaokula başladım. takım elbisemi çekince benden kralı yok.az çok durumumuz daha iyileşmiş, babam girdiği sınavı kazanmış, yeni ve daha iş görür bir maaşla göreve atanmış... o devirde okuyabilmek eskiye kıyasla çok zor olmasa da bugüne kıyasla zordu be kardeşim. çoğu arkadaşım ilkokulu bırakıp berber, kasap bilmem ne oldu... yani bu imkanı kullanmak lazım artık ne kadarına güç yetiyorsa, zekan yetiyorsa okuyup bir meslek edinmek lazım. erkendi belki bu kadar uç planlar adına fakat, dediğim gibi senaryo sana yapman gerekeni yeterince sunuyor... ortaokulda bir arkadaş edindim, adı muhafazid di... babası vefat etmişti, sadece annesi ile yaşıyorlardı... muhafazid'de dönemin modası olarak cinlerden perilerden avratgiben yaratıklarından bahsediyordu... ben ona ne erumiden ne sakilden bahsettim... erumi ve sakil, onun anlattıklarının yanında teletubies gibi kalırdı... muhafazid işi ileri zütürdü ve babası sağ iken bu varlıklarla görüştüğünden vs bahsetmeye başladı... açıkçası inanmadım,o dönemleri hatırlayan bilir 'konuşan kedi' meseleleri falan, hani her kedi konuşabildiği gibi herkeste muhakkak bu olaylarla içli dışlıydı. kendi görmese de amcası halası eniştesi baldızı görümcesi dedesi falan görmüş oluyor ya dedemin dedesi birgün gece geç vakitte köyden dönüyormuş,bir düğün görmüş türü zırvalar anonim meseleler zamanında benim için düşündüklerini bende muhafazid için düşünüyordum, babasını kaybetmiş durumu iyi değil ve bu çocuk bir çeşit ilgi istiyor tarzında... şu anda bazılarınızın benim için düşündüğü gibi kardeşlerim... buraları biraz kısa geçeyim, o dönem elif ve esen adında 2 kız arkadaşla,'arkadaş' adı altında ergenliğin gereklerini uyguluyor, bacım ayağına yavşıyoruz... o dönem her önüne gelen vermediği için, hatta bu işler kanla bittiğinden en fazla kazayla memeye dokunmak türü işler... benim doğum günüm için bizde toplandık, annnemi evden yolladım biz bizeyiz... tatlılar, börekler,limonata  vs keyfimiz yerinde o sırada muhafazid tribe girdi... size birşey anlatacam diyerek, gözleri dolmuş bir vaziyette... kızlar 'aaa noldu anlat tabi' ye bağladılar... ben de aha gene ilgi çekmek adına ortaya ölmüş babasını falan koyacak duygu sömürüsü yapacak diye düşünüyorum... bana görünüyorlar dedi ve yere baktı, hani muallak olaya gizem katıyor bana kalırsa pek giblemiyorum... yine kızlar aaa nasıl,ne görünüyor diye bu nazlı gelini oynamaya davet ediyorlar adeta... bu da benim penceremden gözlemlediğim kadarı ile, anlatmak için can atıyor ancak hala hafif nazlarda... en son döküldü... babama bir cin musallatmış sağken, geceleri babam yatarken yatağını yorganını kaldırırmış, işte çimdiklermiş... en sonunda babamı korkutup kalp krizi geçirmişler öyle ölmüş... tabi bu esnada ağlıyor, kendini triplere sokuyor : ) baba acısı ile dalga geçmem, benimki de rahmete gitti Allah olanlarınkine ömür versin lakin bunun yaptığı tarzı az çok anladınız, hepimizin eleştirdiği bu tip olaylar olmuştur peki nasıl görünüyorlar diye sorduk; uzun saçlı koca memeli siyah suratlı, siyah ve kan kurusu olan kırık tırnaklı bir kadını tarif etti. senden ne istiyor dedik, bilmiyorum bilmiyorum bilmiyorum yaptı... kızların ilgisini görünce hemen atıldım,bu işi araştıralım... hemfikirdik... kızlar da inanmıyordu muhtemelen ancak hala ergenlik gereği yavşamamızı cinni çalışmalar üstünden yürütecektik... onların da işine gelirdi... aaa sen benim için değerlisin deyip memesini tutacağıma, memende cin var tatlım der sıkıp öldürebilirdim : ) (araya mizah katmam, olayı sulandırmak için değil... o zaman ki kafamın,şu an bana hayalperest diyenlerle aynı olduğunu göstermek... kısacası bana inanmanızı bekleyemem... yaptığın şey mizahtan öte kendimle ironi) işte evimizde bulunan kitapları alıyoruz, cinler vs hakkında yazılanları okuyoruz... bizde bir ilmihal vardı, yeşil koca kapaklı kütük gibi birşey... orda cinlerle ilgili bilgiler vs vardı... sara hastalığına kadar bunların sebep olduğundan bahsederdi... işte putperestlerin puta tapma sebeplerinden biri olarak bu varlıkların bazı zamanlar putun içinden ses verip konuşması olduğu gibi meseleler işte... felak nas okuyorduk kendimizce 'oturumu' bitirirken. arada muhafazid'i yokluyordum bakalım açık verecek mi diyerek, nasıl görüyordun gibisine hep aynı tarif... bir süre sonra işi iyice ilerletti,hep bir arada otururken uzak bir noktaya mesela kapı girişine bakıp 'orda' diyor gözünden bir damla yaş düşüyordu... o ara hepimiz felak nas ayet_el kürsi combosu ile korunuyoruz... o döneme kadar bu işler hakkında bir kitap okumamış ben nerdeyse haklarında yazılan herşeyi biliyorum... bu araştırmalar beni iyice cezbetmeye başladı, olay muhafazid'in yalanını ortaya çıkarmaktan öte,bu varlıklar ile erumi ve sakil arasında bağlantı kurma isteğine dönüştü... erumi ve sakil neydi ? hayal miydi ,gerçek miydi ? gerçekse bu kitaplarda ki tiplerden neden bu kadar uzaktı ve dahası yeni erumi ve sakillerim olabilir miydi ? onlarla iletişime geçilebileceği falan yazıyordu... artık benim meselem dediğim gibi tamamen muhafazid'in ilgi fukaralığından çıkıp,bu aleme duyulan karşı konulamaz bir çekime dönüştü çocuk hergün yalanını daha bir süslüyor yeni yeni motigler yeni yeni diyaloglar ekliyor... çok iyi arkadaşım fakat insanın içinde şişiyor ve bir yerde yüzünde 'yalancısın ' dmeke istiyor insan... ama mecburen tahammül ediyorsun, eskisi kadar onlarla takılmaktan zevk almasan da... dediğim gibi dersle, geri kalanın da da cinler alemi, büyü,fal vs üzerine artık ne bulabilirsem okumak... evdekilere de göstermiyorum, onları okusam da ders çalışıyorum sanıyorlar... takdirlerini topluyorum bu kısım da şahane... muhafazid lerle olan artık kabak tadı veren toplantılarımızın birinde, 'elif' isimli kız arkadaş uzak bir noktaya bakıp, bana da görünüyor demeye başlayınca, dedim artık bu kadar yeter hepsi yalan dolan bunların... bana farketmediğim bir yolu açtılar... bu gibik olay yüzünden bu aleme ilgim arttı, hakkında kulaktan dolma değil ciddi ciddi bilgi sahibi oldum... belki de tüm bunlar 'o' varlıkların planının bir parçasıydı... belki de tüm plan beni cezbedip, ilgimi yaratacak zemini 'hazırlamaktı' ve herşey bundan sonra start aldı,bu işlerin uygulamalı olarak içinde yer alacağın olaylar silsilesi ve yaşadıklarımın nasıl olduğunu ,detaylıca anlatmaya çalışacağım... arkadaşlar kısa geçmek isterim ancak kimsenin aklında soru kalmaması gerekir diye düşünüyorum... devam ediyorum artık bu meselelere karşı konulamaz derecede, deliler gibi heyecan ve heves duyuyorum. çocukken farketmeden gördüğüm, sonra kulaktan dolma saçmalıklar yüzünden ürktüğüm şeylerin şimdi aslının hükmüne varmak adına merak sarmıştım (pek çoğumuz hala ürküyor, ürkmesi gerekenler benim sonradan anlatacağım kısımlar gibi şansını zorlayanlardır sadece... normal adamın ürkmesi kendi eziyetten ötesi değil) nihayetinde zaman bir şekilde geçti, görev süremiz dolunca bu şehirden de taşındık... yeni geldiğimiz şehirde kitap bulmak yahut bu işlerle ilgilenen birilerine ulaşmak çok daha kolaydı... büyük bir şehir sayılabilirdi... benim artık teoriye de iştahım kalmamıştı, tüm derdim onlarla iletişime geçmekti... o dönem yarı siyasi bir derneğe gelir gider oldum,o dernekte başkanlık vazifesini yürüten bir bayan vardı... Sohbetleri hoş kimselerdi, aslında kim kime dum duma sohbet muhabbet yeri gibiydi,ki çoğu dernek böyledir... bir süre sonra bu kadın hastalandı, doktora gidiyor derman bulamıyorlar... afedersiniz menopoz olabilir diyorlar ancak kadın çok tuhaf hale girdi, evine ziyarete gittik arkadaşlarımızla, kolunu oynatamıyor vücudum yanıyor diyor... tahliller ise normal... bu olay işte benim için dönüm olacak bir hadiseye vesile oldu... bu hayatta hiçbir şey birbirinden bağlantısız değil,bir plan var beyler şimdi dönüp bakınca buna bir kez daha emin oluyorum... Birgün dernekte otururken içeri iri yarı, heybetli bir adam girdi... 'ben mustafa, falanca kişi haber verdi...  başkan burda mı ? '' diye sordu... konuşma tarzını pek tasvip etmedim emir verir gibi bir ses tonuyla hitap ediypr... fakat bu tavrına rağmen çaycı adama karşı aşırı saygılı bir tutuma girince acaba ne oluyor diye düşünmeden edemedim... kim bu adam ki bu kadar ihtimam ediliyor... çaycı başkanın ev numarasını verip kendisinin evinde yattığı söyledi... adamın ayrılması akabinde çaycıya bu adamın kim olduğunu falan sordum, hatta biraz espriyle karışık ''bu hanzo kim ? ' tarzında bir soruştu bu... bu ayrıntı aklınızda kalsın beyler, bayanlar ve kendini istediği cinsiyetten tanımlayan panpalar... çaycı bu adam tuhaf biridir, şifacıdır güya vs dedi... açıkçası bir şifacıyı giblemezdim... şifacılar genelde dualar ya da bitkiler ile ot gib işler yaparlardı bana göre... başkan bir süre sonra derneğe gelip gitmeye başladı... eski haline kıyasla gayet iyi ve dinç görünüyordu... mustafa da arada bir gelir gider olmuştu... adamdan bildiğin tiksiniyordum... oldum olası kaba saba herifleri sevmem... birgün yine dernekte takılırken 2 yahut 3 kişiydik... mustafa geldi, selam verdi ortamıza oturdu... çaycı az birşey irkildi bundan... mustafa hal hatır sordu ama bana cins cins bakıyor... açıkçası ben tedirgin oldum, adam hasmına bakar gibi bakıyor ve kavgaya girişmem mümkün değil boyu rahat 1.90 civarında en az 100-110 kilo var yanımızda bir de kız arkadaşımız var o gün biraz bunalımlı hali var... Allahım diyorum ya bu adam bana ters bir hareket yaparsa ve rezil olursam... derken bakışlarını benden çevirdi... kıza döndü... rengin sapsarı hayırdır ne derdin var dedi kükredi... ulan diyorum bu harbi hanzo, tanımadığın biri hem de bayan bu nasıl hitap... kız kekeledi bilmiyorum, üşütmüşüm herhalde dedi... kıza ayağı kalk dedi... beyler o an çok tuhaf bir konumdayız hepimiz... hani adam kızı neden ayağı kaldırdı... bizi oracıkta gibse giber ha,o derece putlaştık... adam kaba saba ama tuhaf bir herif... kıza elini uzat dedi, şehadet ve başparmağı ile kızın elinin şehadet ve başparmağı arasındaki bölgeyi sıktı kız bildiğin ciyaklıyor... sessiz ol diye kükredi mustafa... akabinde diğer eline yaptı aynı işlemi daha sonra omuz ve dirsek arasına eli ile ufak fiskeler attı en son şakaklarına birşeyler yaptı... sonra elini kızın başına koydu gözlerini kapa dedi, kız söyleneni yaptı sanki hipnoz olmuş gibi... 3-4 dakika kaldılar... aynı yeşil yol filmindeki gibi elini kızdan çekti,,o adam nasıl havaya üflüyorsa mustafa da avuç içini başına koydu ve ovuşturmaya başladı...

• • • • • PART 2 • • • • • 

Allah’ım küt küt küt, çat çat çat sesler geliyor kafadan kemik kırılıyor gibi ancak yok böyle ses ben hayretler içinde kaldım... adamın bakışından belli beni sevmiyor ancak, yine de hem can korkusu hem de olan olayın hayreti ve heyecanı ile sordum... abi ne yaptınız ? siz diye... bana alaycı bir tavırla baktı... boşver beni dedi, senin baban neden sinameki içiyor, söyle içmesin bir işe yaramıyor... nasıl lan bir dakika ? babam bağırsaklarından rahatsızdı ve afedersiniz iyi gelir diye sinameki isimli bir otun çayını içiyordu... bu herif bunu nerde bildi... abi dedim nerden bildin, yüzündeki sert ifade avını ele geçirmiş avcı gibi tebessümle değişti... hanzolarda bilir dedi ... vay dıbına koyayım dedim içimden..o lafı ettiğimde bu adam binadan çıkmıştı, duymasına imkan yok... yıllardır aradığım tip bir adamı karşımda bulmuştum ancak herife hanzo demiştim abi ben demedim size birşey falan geveledim... bak dedi seni hiç sevmiyordum, kaçtır gelip gidiyorum böyle boğazlı kazak falan takılıyorsun ukala bir tipin var... ancak dedi özünde iyi bir insansın bunu biliyorum... babana de onu içmesin yanıma gelsin... abi dedim beni yanlış tanımışsın (yalanımı gibeyim) ama babam imkan yok gelmez bu tip işlere... ama dedim ben çok meraklıyım benimle paylaşırmısın bildiklerini... o işler kolay değil be aslanım dedi, elbet kıza da kur yapıyor hareketleriyle... ancak kız zaten sevgilim değil, isterse orda gibsin umrumda değil... ben kaç yıldır aradığım adamı buldum... beyler hep diyorum yine diyeyim, hayatta hiçbirşey tesadüf değil... herşey ilintili… edit : boğazlı kazağın o ara çağrışımları sadece giysi değildi arkadaşlar... takılan olursa belirteyim mustafa'ya birkaç soru sorup soramayacağımı söyledim... bu tip adamların en hoşlandığı şey gereğinden fazla ilgi alaka görmektir... işinizi hep bu pohpohlama ile yapabilirsiniz bunu da aklınızın bir yerine yazın kardeşlerim. kızın yanında sor bakalım vesaire deyince ben abi özel diyerek direttim... açıkçası dernek gibi bir yerde metafizik öğelere bağlamak mantıklı bir iş değildi... ne olur ne olmaz... iç odaya geçtik, masaya kuruldu... yine o iri gözlerini gözlerime dikti sen neden cunüpsun dedi... yine kısa bir 'oha aq' çektim ama normaldir dedim içimden... bunu tahmin etmesi için evliya olmasına gerek yok..bu yaşlarda çoğumuzun yaptığı bir numara... şimdi değil ama o zamanlar gusülsüz dolaşıyorduk tabi... her dakika banyoyu nasıl yapacaksın... haftada 2 başından fazla... suyu kim buluyor ona meramımı anlattım... erumi ve sakil den bahsetmedim... ben dedim bu yolda ilerlemek istiyorum... sen nasıl bunları bilebiliyorsan, başkanı iyi edebiliyorsan ben de istiyorum... sen dedi şifa için istediğine emin misin ? senin gibi çoluk çocuk ( o zaman çokta çocuk sayılmazdım yine 17-18 falandım ) bu işi ya karı kız için kullanır ya para için kullanır ya şöhret için kullanır dedi... içimden be hey avradını gibtiğim ya sen ne içtin kullandın, kıza yapmadığın kur kalmadı diye geçirdim ve anında pişman oldum... bu herif nasıl yapıyorsa geçen sefer ta bina dışından hanzo dediğimi duymuştu ki,hanzo öyle akla ilk gelen hakaretlerden de değildir... bir de kötü bir düşüncen olunca söylemesen bile lafı oralara çekip kendini savunaya geçiyordu... mesela solculardan nefret ederdi, Allah vatan kuran derdi ama büyü yapardı.. büyü kısmını çok çok sonra ki kısımlarda öğrendim onlara da geleceğim... işte ilerki zamanlarda ben büyü haramdır dediğimde o inatla bu yaptığının büyü olmadığını savunurdu... ne haltlar döndü, dudağınız uçuklar yine söylediğim gibi mustafa tarzı adamların en sevdiği şey azizleştirilmektir... mesela hatadır bu bilirim,tek kutsanacak olan Allahtır... peygamber bile değil... inançsız arkadaşlarıma burdan bir sataşma yapmıyorum yanlış olmasın sadece kendi inancım için bahsettim mustafa ile olan bahsettiğim ilk detaylı konuşmamızda benim de bu işe girmek istediğimi söyledim... bahsettiğim ara meselelerden sonra madem çok girmek istiyorsun bunların bedelleri vardır dedi... emin misin ? diyerek sordu... bu yola girerken ortalık ışıl ışıl sanırsın ama bir anda elinde bir kibrit kıvılcımı bile kalmaz dedi... eminim dedim, nasılsa bir gün öleceğim,en olası ölümdür herhalde... ah dedi gülerek sadece ölüm olsa sadakat sandığın kadar kolay değil... ben hala diretince, beni çekip karşısına aldı... gözlerime iyice bak dedi... 1 dk ya yakın öyle kaldık bana insanların gözlerinde 'hare' olduğunu söyledi... beyler başka bir kelime de olabilir şimdi net hatırlamıyorum... ancak kendisinin dünyayı bir nevi 'matrix' filmindeki stille gördüğünü falan anlatmaya çalıştı... 'matrix' demedi : ) aha buldum diye gelmeyin, hani o kendi üslubunca kelimeler kullandı üstünden 20 yıla yakın zaman geçmiş aklımda kalanları kendimce yazıyorum... aklınızda matrix olsun işte, adamın görüşü bu tipmiş... işte gözümüzde onlarla olabilecek irtibatsal enerjiyi görebiliyormuş... sende var ancak korkuyorsun dedi... bu korku bir engeldir ve girersen sana zarar verir... seninkini biraz ertleyelim... yok dedim seni bulmuşum bir yere bırakmam abi,o zaman madem bana vermiyorsun bu işin sırrını o halde arada senle takılalım... peki dedi gülerek... zütlerinin kaldırılmasına bayılırlar... bende bu kaba saba adamdan sırlarını almak adına biraz onu yücelttim... her kısmını çok deşeleyip sızleri sıkmak istemem... mustafa ile sohbetlerimden sırf 200 entry girebilirim... ancak olayları karıştırmamak daldan dala atlamamak adına en önemlilerine gireyim... bir de bugünlük bitirince haber verecem, sorusu olanları öyle cevaplayayım arkadaşlar... okuyanı bekletiyorum tepki oluyor mustafa ile sıkı fıkı olmuştum... artık dernekten çok kahvelerde, çay bahçelerinde, parklarda ya da onun takıldığı bir oyun salonunda sohbet ediyorduk... bunları haber alan başkan beni uyardı birgün... annemiz gibi bir kadındı, oğlum onla fazla takılma gibi birşeyler söyledi... içim bir garip oldu mustafa tıbbın bir şey yok dediği kadını bir şekilde eski haline çevirmişti... neden böyle birşey söyledi... haklıymış sonra anladım, onların da sırası gelecek mustafa türlü hünerlere sahipti... ufak bir masajla ve akabinde elini alnıma koyup, dernekte ki kız arkadaşa yaptığı ritüeli yaparak beni ferahlatabiliyordu... gözümün önü açılıyordu tabiri caizse... iş bitince elinin avuç ile ile şakaklarını ovalıyor ve yine kemik kırığı ile statik elektrik sesi karışımı olan o çat çut sesleri çıkıyordu... bu ses normal kemikten gelse anlarım fakat adamın kafatasından gelmesi ilginçti... bahsettiğim hünerlerden biri eskisi kadar olmasa da dernekte ara sıra takıldığımızda durup dururken bak 5-10 dakika sonra falanca gelecek demesiydi... adam cidden çat diye çıkar gelirdi... telefon yok bir şey yok mesajlar haber alsın... bunları beni cezbettirmek adına yaptığı da kesindi... ben de farkındaydım... ağzımın suyu ne kadar çok akarsa onu o kadar çok şımartacaktım... ne kadar hevesimi arttırır bu işin kazanımlarını gösterirse o kadar çok şey talep edebilecekti... o işinin kurduydu ben ise merakı uğruna herşeyini verecek erumi ve sakilin merakı ile daha fazla yaşayamayacak bir adam... o döneme kadar sadece 1 kız arkadaşım olmuştu ve ben bu işten dertliydim... mustafa ile birgün laflarken kız arkadaşın var mı diye sordu malesef abi ne gezer dedim... dönemdaşlarım bilir o jenerasyonun da dıbına koyan parçalardan biridir 'tamirci çırağı'... o modla takılıyoruz... olmaz tabi dedi pis pis sırıtarak... bak dedi bu işi millete söylemek adına büyük paralar veriyorlar yine de ses etmiyorum... ama artık sen kardeşim gibi oldun... sende 2 adet süryani cin var ve bunlar senin cinselliğinden faydalanıyor... o dönem süryani den kastının ne olduğunu anlamadım,ona sorduğumda  ise zamanla öğrenirsin deyip geçiştirdi... ben yolumu aldığım vakit çok araştırdım bu tanıma pek rastlamadım fakat kastettiği ya bildiğimiz süryaniler idi yahut ta sufli dediğimiz kötü niyetli cinlerdi... her neyse netice şu ki benim 2 belalım vardı... bi dakika lan 2 tane ? 2 tane ? rengim limon gibi oldu... Beyler size nasıl anlatsam... kankalarınızı düşünün, ya da sizi çok seven 2 yakınınızı onlara duyduğunuz muhabbeti... uğrunda yediğiniz deli yaftalarını... akabinde tüm işinizi onları bulmaya adayın ve günü gelince sizi onlara zütürebilecek birini bulun... bu adam da size 2 tane belalın var desin... size saçma gelebilir... çocukça gelebilir... ancak inancım sarsıldı..bu ikisi benim her zaman 'iyi' olduğunu savunduğum 2 si olmasın ? hiç soru sormadım... korktum sormaya... kendisi yapmam gerekeni anlattı... bizzat yazıyorum... herhalde salak değilim yalan söyleyecek adam bunu yazmazdı 1 adet bakır levha ve 1 adet alüminyum levha alacaksın... bunları kaşık şeklinde kıvıracaksın... kızgın kor haline sokacaksın afedersin üstüne 5-6 damla sidiğinden damlatacaksın, bunun dumanını içine çekeceksin bir nebzede olsun... akabinde kaşıkları zütürüp ıssıza gömeceksin... ben ise sana gereken okumayı yapacağım dedi... elbette şimdi anlatınca iğrenç geliyor... ancak bir sürü harikasını gördüğüm bu adama inanmak zorundaydım... boş beleş iş için içime 2 damla sidik dumanı çektirip eğlenecek adam değildi... denemeye karar verdim... okuma ve işlem saatlerini söyledi anlaşıp ayrıldık ben malzemelerimi temin edecektim... ertesi günü bana muska tarzı birşey getirdi... içini asla açmayacaksın... işlemi yap şu saatte akabinde heladan çık boynuna bunu tak... banyo da dahi çıkarma dedi... işlemi yaptım, evden çıktım gömdüm kalıntıları... 1-2 gün sonra mustafa ile tekrar buluştuk... bu arada mustafa o zamanlar benim şu anki yaşlarımdaydı... her olay birbirini takip eden zincirler gibidir... tesadüf yoktur... belki de birinizin mustafası benimdir.. erumi ve sakilden başlayan halka, muhafazid ve elif'in yalanları ile beni araştırmaya, mustafa ile uygulamaya itmişti ve bu çemberi kapatacak 1-2 zincir halkasına daha gerek vardı... onlar da gelecek... devam ediyorum mustafa bahsettiği işlemi yapmamdan ötürü artık çokça rahatlayacağımı söyledi. önümün açılacağından ,bahesettiği 2 süryani cinin inşAllah yok olduğundan söz etti...  ikili insan ilişkilerime ipotek koymalarının artık mümkün olmadığını ve kendimi her konuda rahat bırakmamım bana fayda getirecek olduğunu tembihledi... bana itimatı tam olduğu vakit,el vereceğini ve aynı özelliklere sahip olabileceği vaad etti. karşılıksız birşey vermek Allah'a mahsustur dedim, karşılığı ne olacak. karşılığı şu olabilir dedi mustafa.ben kendim ve benim kanımdan olanlara derman olamıyorum aramızdaki anlaşma gereği bu böyledir... işte bu sebepledir ki,sen bu ilimle benim kanımdan olanların sıkıntılarını çözebilirsin, ödeşmiş oluruz.hem sana şifa olayının enerjisel kısmını da öğretirim, belki durumum ağırlaşır bana yardım edersin... bu anlattıkları aslında basit ve kısmen insancıl meselelerdi. benim için elbette olur dedim, lakin asıl amacı bu değilmiş her alanda olduğu gibi bu meselede de çok geç öğrendim artık abi kardeş ilişkisinden öte hafif hafif usta - çırak, halef- selef ilişkisine dönmeye başladı aramızdaki bağ. derneğe hemen hemen uğramaz olduk,hep ikimiz ve bazen mustafa'nın yancısı bir kaç elemanla beraber takılıyorduk. mustafa'nın cebinde taşıdığı ufak telefon rehberinde onlarca kadın ismi duruyordu alt alta sıralı. şehrin orta yaşa yaklaşmış tüm ortam kadınlarını tanırdı mustafa. bizim zamanımızda adı ortam kızıyken şimdi sosyal olmuş ya neyse.pek yakışıklı sayılmazdım ancak kendime has bir havam vardı benim de.mustafa ile takılırken yolda çat pat durup selamlaşırdı kadınla, kızla.mustafa ta o zamanlarda geçmişti kanka muhabbetine kısaca. çağın ötesinde bir adam, tabiri caizse hem farklı bir ilim sahibi hem de am bitiydi mustafa. yine 'kız kankaları' ile ayak üstü lafladığı bir esnada, kadın yanımızdan ayrıldığında döndüm mustafa'ya, sende heybetten öte birşey var dedim, yanlış anlama ancak çok yakışıklı değilsin.ne buluyorlar sende diye de ekledim. artık halef-selef, usta-çıraktan da çıkıp iyice ahbap-çavuşa bağlamıştık. şirinlik dedi... şirinlik nedir usta ? diye sorduğumda,bir tür tılsım dedi.ne işe yarıyor diye sordum, cazibe oluşturuyor dedi... aşk esasen anlık birşeydir beyler, enerjisel bir çekimden ibarettir bu alana göre. işte o tılsım, vefk,muska ya da siz her ne diyorsanız o sizin enerjinizi yükseltir... karşıdan bakan siz barzo dahi olsanız sizde bir çekim hisseder, bunun bir diğer adı karizmadır.bu enerji çeşitli yollarla sağlanır. bunlardan birisi de bahsettiğim usuldür. şimdi bu iş adına karıştırılan çok ince bir nokta vardır, uygulayıcaları tarafından. hangisi büyüdür ? hangisi büyü değil. kesinkes emin olunan nokta ; büyü bozmak ,cin çıkarmak yahut dualarla ,bitkilerle tedavi etmek büyü sınıfına girmez ve laneti çekmez. fakat evden kaçan karıyı evine döndürmek adına bile bir çalışma yaparsan bu büyüdür. diyeceksin ki ve diyorlar ki ; burda ki amaç hayırlıdır. amaç hayırlı dahi olsa 'kişinin hür iradesini' etkilemeye yönelik olduğundan haramdır.o yüzden esaslı adamlar sadece büyü çözer ve okurlar. kalitesiz dümbükler ise haramı helal, helalı haram diye gösterirler. işte verseniz de vermeseniz de sizden aldıkları 1.bedel budur.en basiti görünür ancak temele dökülen beton gibidir.o olmadı mı üstüne ne dikersen dik sağlam kalamaz lk taviz olan bu bedel yani kendi menfaati yahut şöhreti ve kazancı adına helali haram, haramı helal göstermek büyük musibettir. haşa Allah adına hüküm koymak gibidir. şeytani varlıkların amacı da budur zaten. sana kepçe ile verir ancak kendi amacına hizmeti kazanladır.ve seni de bu kazanda kaynatacaklardır zaman ilerledikçe mustafa'da her insan gibi çözülmeye işi aşikar etmeye başlamıştı.bu insanoğlunun engellenemez zaafıdır.bu ilmi ve sırları nerden nasıl öğrendiği konusuna geldi mesele... mustafa meslek sahibi değilmiş ilk gençliğinde, bu dediklerim belki 20 li yaşlarının başında yani 80 lerde.o dönemler çok meşhur kolaydan parayı vurma alternatifinden biri de define. define işine meraklanmış, heveslenmişler 2 arkadaş. elde ki imkanlarıyla, çorum ve yozgat'ta çok uğraşmışlar bir şeyler bulabilmek ndıbına sağdan soldan duydukları efsanelerle. mümkün olmamış, olmasını bırak nere olduğunu bulamamışlar bile.en nihayetinde kendi köyleri civarında eski bir kalıntı civarına yönelmişler... 9-10 tane kadar eski dönem altını ile 1 tane zedesiz yekparça heykel bulmuşlar (kendi köyleri de yozgat civarında ).amaçları 1-2 güne kadar adam bulup istanbul'a gidip ganimeti okutmak. fakat işte orda ne olmuşsa olmuş. birileri görmüş bu ikisinin bir şeyler karıştırdığını... görüldüklerinin farkına varmışlar ,arkadaşı paniklemiş bu işin sonu pis diye. başımdan uzak olsun diyerek payımı da sana veriyorum demiş. sende istersen göm, istersen at,istersen sat. başımı belaya sokma benim. adamlar durur mu ? mustafadan pay istemiş bu görenler devrisi günü. insanca bölüşelim ,aksi takdirde ihbar edeceğiz seni diyerekte şantaj yapmışlar.o da düşünmüş taşınmış zaten elde yok avuçta yok.pek akrabası da yok. bir dayısı varmış adana'da... adana'ya kaçmış akrabası yanına, sonra adam işin aslını öğrenince durma buralarda demiş elbet eni sonu bulurlar, hatay'da şu adamı git bul onlar seni sınırdan kaçırsınlar hem de elindekini üç beş okut nereye kadar kaçacaksın. ihbarcılara ganmetten pay verirmiş devlet teşvik adına,o yüzden mustafa'nın içinde hep aynı korku ya ihbar ederlese. içine sinmemiş bunun da adana'dan basıp gitmiş hatay'a...  orda dayısının dediği kişileri bulmuş, adamlarda defineci zaten ki hatay bu işlerde üst sıralardadır .bir şekilde okutmuşlar heykeli, altınlarında birkaçını almışlar hak olarak. kalan altınları ve heykelden payına düşen parasını almış mustafa ve bu adamlar aracılığı ile kaçmış suriye'ye... orda da adres vermişler şunun yanına var, orda takıl birkaç sene kim ne ispat edecek sana zaten hakkında bir işlem yok birşey yok.en azından bir şekilde çalışırsın 3-5 para kazanırsın kaçak maçak sorun değil... (-ki mustafanın anlattığına göre  adamlar aman aman para da vermemişler heykele,git devlete sat diye de alay etmişler üstelik) ... ta anadoludan kalk,git adana'ya ordan bir tık öte hatay'a,sınırından suriye'ye... ne hikmetse suriye  : )  diyorum ya işte bu hayatta tesadüf yok,her olay ilintili biraz. suriye'de dedikleri adamı bulmuş mustafa. suriyeli ,kendi halinde ancak tuhaf bir adammış. millet hasta çocuklarını falan getiriyormuş buna. mustafa bakmış ki ,suriyelinin odasında kalın bir kitap, akşamları bizim suriyeli hep onla meşgul. merakına yenik düşüp sormuş nedir bu diye. suriyeli önce bitki kitabı şu bu,işte ilaç alamayanlara ottan taktan karışımlar için falan dese de işte bir acaiplik var... kitabın içinde çizimlerde var üstelik. mustafa'da aslen arap kökenli,ana babasının esas dili arapça pek itibar etmemiş suriye'linin ot palavrasına...  ordaki şekillerin sadece bitkiler ile olmadığına, normal dilden farklı bir yazı ile yazıldığına ta ilk gördüğüm zamandan emindim diyor. gel zaman git zaman ahbaplığı koyultmuşlar bizim suriye'li ile. adamın elde yok avuçta yok, bitap bir tip... işte hasta getirenler 3-5 ne verirse onla idame ettiriyor hayatını, günlükte normal basit ücretli bir iş. birgün mesele açmış suriye'li demek ki canına tak etmiş onunda. o kitapta yer alan bu ilimden açmış bahsi, belki de mustafanın inceden inceye süren merakından bıkmıştır.o altınların yarısını bana verirsen sana bu ilmi öğretirim bu kitabı da veririm demiş adam.ben bunla kendi adıma para kazanamam, define bulamam. bulsam da yedirmezler demiş, anlaşmamız budur onlarla.sen zaten bulacağını bulmuşsun, ikimizde de hem para hem ilim olsun.ver bu altınların yarısını bana, yarısını da sen al.karşılığında ben de kitabı vereyim sana.ne istersen var içinde ölüme çare dışında. yalnız kendi kanına ve soyuna faydası geçmez bir de para kazanamazsın bununla. (hani gömü gibi işler, çünkü yer altındaki malları cinler sahiplenir derler ve bu adamlar yine o tayfa ile anlaşıyor... bağlantıyı siz kurun artık beyler ) herşey birbiriyle bağlı... ya da en azından benim dünyamda suriyeliye de, kitabı iran kökenli bir adam vermiş. güya mustafanın elindeki kitap kendi ile beraber en az 3.el hükmünde. nüshaları bir şekilde çoğaltılmış ve kökeni eskiye dayalı bir kitap yalnız orjinali nedir ne değildir bilen yok. gün yüzüne çıkartırlarsa ellerinden alınacağından korkmuşlar. bunca zaman mustafa gibi bir insan azmanının benim gibi bir adamdan saklama sebebi bile belki buydu. o kitap bir bebeğin emziği gibi. kaybettiğin anda yine en baştaki haline dönersin bu kitap ve mustafa bir başkaydı... ben böylesini ne gördüm ne duydum... gerçi sanırım duydum... fakat bizim mustafa'nın, quantumun atakan tiplemesinde ki kolyesi ya da yanan bir kitap yoktu.o zamanlar quantum olsa, mustafa abi ; erkek adam kolye mi takar ?  ipne misin sen  ? der , bana bak huur çocuğu dünyanın neresinde fotografta göz yerine mavi boncuk  görülmüş demoncu, özenti zütveren diye tokadı aşk ederdi... zütün başın ayrı oynuyor efsaneleri okumuş yannan kafası deyü kükreyip, onun deyimi ile yüksüğü ile giberdi suratını... en sonda küfrederek mırıldanır ve uzaklaşırdı hayır dıbına koyayım, kolyedeki resimde göz yerine mavi boncuk nedir yannanım ? fantezini gibeyim cık cık cık... mustafa'nın gücünün kaynağı bu kitaptı demek ki.peki bu kitapla neler yapmıştı ? sadece şirinlik adı altında insanları cezbetmekle mi sınırlıydı,ya da gelecek kişiyi tahmin etmekle... sınırları nereye kadar uzanıyordu, kendi deyimi ile ölüm dışında herşeye bir dermanı vardı.bu iddialı bir söylemdir arkadaş. eğer bu kadar büyük bir iddiası varsa neden ,tomarla para saçacak adamlara bu ilmi öğretmemişti. neden pazarlamamıştı . buralarda hala ketümdü. sormama rağmen sadakat önemlidir deyip geçiştirdi.o dönem polat alemdar olsa ondan etkilendi diyecektim yeminle.ne lan bu kısa öz cümle kurma hevesi, uzağa bakmalar derinden cigara çekişler, elif dedim dinlemeler.ya da gerçekten adam poz kesmiyordu da diyebileceği bu kadardı.onu da göreceğiz. onlarca yıl çocuğu olmamış bir çifti çocuk sahibi yaptığından bahsetti muhabbetimiz sürerken. tüm taşları döküyordu eteğinden ve bende ilk kez züt görmek hevesiyle değilde o dökülen taşların sırrına ermek adına eğiliyordum eteğin altına. çocuk sahibi olmasına vesile olduğu adamın zengin bir toprak ağası olduğundan bahsetti, adam buna para vermek istemiş fakat o ilim gereği para almamış.bir hafta kadar sonra evine altından bir tesbih yollamış ağa. kendi gönlü ile verirse kabul edebiliyormuşsun.ya da daha önce de bahsettiğim gibi bu kılıfına uydurmanın bir türüydü bu... çocuğu olmayan çiftin aynur ablalar olduğunu sandınız değil mi ilk okurken ? yok aynur değil aq o kısım sadece bana bir dayanktı. demek ki o ıssız bölgede gerçekten bir tuhaflık vardı. kısacası bu beni kendi içimde haklı çıkardı. sizden ziyade benim gözümde peki eyvAllah...  diyelim ki ; mustafanın tüm dedikleri, bunların hepsi yapılabiliyordu. fakat sistemin nasıl işlediği, açıkçası yürütme mekanizmasını merak ediyordum. herhalde kitabı her eline alan sesli okuyunca olacak iş değildi. cevap basitti, kitabın evveliyattan gelen görevlileri var.o kitabın evveli sahibi kişi de el vererek bu zamana kadar sürdürmüş.ona nerden gelmiş der isen o kadarını bende bilmiyorum. ancak ana prensip bu... maksadım aklınızda derin soruların kalmaması. sizi inandırıp inandırmamak değil. sürekli söyledim amacım bu değil.ben en başta gerçektir dedim ötesi size kalmış. bahsedilen ilim devir ile geçip süren birşeymiş ve bu kitapta o ilmi kullanmak adına bir rehber. kısacası el verilerek o ruhanilerin seninle iletişimine ait bir işlemi gerçekleştiriyorsun ve neticede büyük ihtimalle aralarına kabul ediliyorsun. elbette bu olayın, kabul edilme garantisi olduğu söylenemez. veya belki de kabul edilmek yahut seni o kabul ritüeline sürüklemekte bir başkasının bedelidir nerden bileceksin. işte bu işler bildiğiniz ip yumağı gibi birbirine dolanmış olaylar, birbiri içinde erimiş hayatlar.bir hedefe gidiyor tüm bu olanlar bu kesin ancak nereye ve nasıl bir süratle. tehlikeli olacağını sezmedim mi ? elbette senin şu an düşündüklerin aynılarını bende düşündüm. fakat merak ... o merak ki adem ve havva yı cennetten kovdurdu merakta tuhaf birşey. ilimsiz olursa ve ilim gerektiren hususlarda cahil cesareti sergiler isen seni sadece ve sadece felaketlere sürükler. insan hakkında tam bilgisi olmadığı fakat kulaktan dolma duyumlarla az çok anlamlandırdığı olayları beyninde öyle bir çizer öyle bir yansıtır ki;en kral korku filminden bile daha sağlamdır. aslında şu an birçoğunuzun işemek için bile tuvalete gidememenize sebep olan olay cinler değil. sizin çocukluktan beridir biriken korkularını, kulak dolma efsaneler ile birleştirip kafanızda yarattığınız ve adını 'cin' koyduğunuz varlıktan ötedir. yine söylüyorum; insan herşeye bir bahane bulur ve bulmak isteyecektir. başarısızlıklarınızı dünya dışı veya daha mantıklı olarak insan dışı varlıklara bağlamadan evvel her imkanı düzgün bir şekilde kullandığınızdan emin olmalısınız. mustafa'dan bu kadar çok ve detaylı bahsetmeye çalışmam , yeni doğmuş bir bebek dünyayı nasıl izliyorsa  o da benim için elimden tutup gördüğüm nesneleri olayları tarif edendi... kuş diyordu... kusss diyordum tabiri caizse onda şu an çoğunuzun bu hikayeye sarma amacı olan şey vardı, eğer böyle bir ilim varsa bu ilmin en sağlam adamlarından biriydi mustafa. anlatacaklarım kafanızda bu işi yapan kişilerin nelere muktedir olabildiğini yahut daha çok ne işleri yaptığı ile ilgili fikir yaratacak.bu sebeple bir falcı, büyücü,yahut havasçı ne üzerine çalışır, genelde ne işlerle uğraşır kısmen öğreneceksiniz ve daha doğrusu kendinize pay çıkaracaksınız.bu işler bende şu var demekle olmaz. doktora gidip şuram ağrıyor hemen söyle neyim var diyemediğin gibi. aynen bu işte böyledir. uzaktan uzadıya çoğu kez bir şey söylemek zordur. mustafanın görüş açısından bahsetmiştim matrix gibi diyordum,ama kısaca kendi gözü ile röntgen çekip o varlığı tespit ediyor ve o suriyeli vasıtası ile devraldığı varlıklarla da işi bitiriyordu işi nasıl bitiriyordu bu varlıklar ? aynen dünya üzerindeki gibi... bazen kanlı, bazen kansız, bazen zarar vererek, bazen tehdit ederek... insanlar arasında nasıl ki; güçlü -zayıf, alim-cahil, soylu - avam varsa onlara arasında da üç aşağı beş yukarı bu hiyerarşi mevcuttu. insandan farklı olarak bir çoğu ,birbirleri ile savaşa yol açacak fiillere kendi istediği ie girmemiştir. falanca adam büyüsü için ya da işlemi için 'vakti zamanında' yahut 'sonradan' buyruğu altına aldığı cinlerine işini gördürüyor, bunu çözecek adamda kendi emrindekilere... bu iki büyücü, havasçı,majisyen, sihirbaz (artık nasıl adlandıracağınız size kalsın) komutan gibi tepenin üstüne kuruluyor ve ordularının cenk ettiğini izliyorlardı. peki o cenk eden askerler ? onlar neden boyun eğiyordu veya neden senin benim değil de o adamların boyunduruğuna giriyor? dediğim gibi sebebi aslında basit. avrupalı sömürgecilerin örnek vermek gerekirse fransızların zencileri hayvan gibi getirip köle olarak kullanması gibi. vahşi bir atı ehlileştirip üzerine binmek gibi.bir eşeği deh ,çüş giderek arada sopalayarak yük taşıtmak gibi... kim üstün gelirse diğerine hükmediyor bu işlerde. majisyen aslan ise ve karşısındaki varlıklar onun heybeti karşısında ceylan gibi ürkekse, hiç ithimal yok ki o majisyene boyun eğmesinler... lakin bir tehlikesi yok değil... ya bir gün bu hoca, majisyen  (adına ne dersen de ) zayıf bir konuma düşerse ve o ceylana bile yem olacak pozisyona kadar alçalırsa...

• • • • • PART 3 • • • • •

İşte o ihtimal içinde yanında yavru bir aslan yetiştirir... Bu yetiştirme olayını bu işlerle uğraşan herkes yapar... sen yıllarca bir varlığı kendine köle etmişsin,'senin hükmettiğin' bakın bu kısma dikkat senin hükmettiğin hiçbir varlık kolay kolay senden razı gelmez... şunu yap diyorsun ve yapmazsa ona çile çektiriyorsun, itiraz etme şansı yok çünkü bu işler katıdır onu kendi yaşamsal formu içinde ölüme terkedersin yaşattığın şey bir kölelik hayatı bir kafes hayatından ötesi değildir onlar için. gün gelince öcünü almak ister, zira senin ömrünün kat be kat üstünde yaşamaktadırlar. aslında seni zayıflatan ihtiyarlık sadece kemiksel, fiziksel olarak değil aynı zamandan hükümsel ve enejisel olarak yok eder. enerji kısmı çok önemlidir,bu işin birbirine galip gelme kısmına sebep olan enerjidir. tüm majisyenler belirli günler ya da saatlerde kendini kuvvetlendirmek adına okumalar yaparlar, işlemler uygularlar. insanlar zanneder ki ; bir kere ele aldın mı ötesi kolay... hiç değil... bazen bilsen de susman gerekir, bazen görsen de anlatmaman... nasıl ki küçük bir çocuğu kızdırırsan, son çare olarak sana  tükürür ve aslında bu daha onur kırıcıdır... onlarda aynısı yaparlar... haşa ve haşa rüyanda en kıymetli insanları iğrenç haller altında görürsün, ölümleri haber alırsın, rüya ile gerçek birbirine karışmıştır. sıradan hayatı olan insanlara imrenirsin. kıskançtır bazıları, gönül eğlendirmene müsade eder de saadeti çok görür sana... yılmazı emesenden sileeecesin diye zırt diye çıkabilir sevgilinin önüne... ah ah hele ki bu sevgili olayı... kaç kez gözümü kapadığım an hologram gibi yüzler belirdi önümde. kaç kez onu alamazsın diye direttiler önümde... (zamanı var sadece trailer... son falan söylemek değil) dernekten haber geldi birgün, falanca ilçede bizden olan bir amcanın oğlu evlenecek. topluca gideceğiz düğüne kendi derneğimizle. mustafa ile ben oturduk otobüsün en arkasına (tam otobüs sayılmaz yarı minibüs gibi) sohbet ede ede yolu çekiyoruz. mustafa gideceğimiz yerde güzel bir kadın olduğundan bahsetti. muhtar lakaplı birinin karısı.bu muhtar denilen adam, düğün sahibinin kardeşi. mustafa bunun karısının çok güzel olduğundan işte mustafaya bir kaç kez iş attığından bahsetti. açıkçası ben utandım,hem evli bir kadın hem de bu meselenin ucu bakalım nereye gidecek diye bekliyorum. beklemek kötüdür çoğu kez kafanızda kurar kurar lakin ,alıncak olası cevaptan ürküp soramazsınız. içiniz içiniz yer. düğün yerine geldik, bizi karşıladılar... uzun masalar ve üstleri yeşil tentelerle örtülü... hemen hoşgeldiniz faslından sonra  masalara geçtik ,anında yemek ikramı başladı... yerken mustafa yine o alayacı sırıtmasını yapıyor... ancak kime neden yapıyor, kestirmek güç... çünkü o gemlik zeytini gözleri tabağındaki pilava bakıyor... bakıp bakıp hafif sırıtıp kafasını sallıyor... bu halde yemek yerken ,muhtar denilen adam masamıza geldi... ister istemez düğün sahibi sayılır o da... tebrik ettik, sefa getirdiniz bir arzunuz var mı ? dedi... mustafa buna dönerek ya muhtar kusura bakma bende tansiyon var herhalde sıkıntı oldu... bana yatacak bir yer gösterirsen iki dakika uzanayım dedi. muhtar ne demek, emrim başım üstüne çekti.ben ise garipsedim ne alaka yahu ne oluyoruz diye daha demin etli pilava kaşığı sallayıp sırıtan mustafann ne ara tansiyon problemi çıktı. mustafa hafiften rahatsızmış moduna girip başını kolları üzerinden masaya dayadı.abi ne oluyor diye sorduğumda hala sırıtıyordu yarım ağız... bir iki genç çocuk gelip 'abi hasta varmış, muhtar amcanın evinde dinlenecekmiş' diye haber verdiler.bu hafiften doğruldu,sen de gel ama şimdi düğün var içeri girme evin oralarda kamelya tarzı yapı var orda takıl,hem bunlar sana meyvedir, çaydır birşey ikram ederler, yemek masasında sıkılırsın tek dedi.. bende eyvAllah abi çektim... geldiğime pişman olmadım değil o düğüne,bir sohbetdaşım mustafa idi o da öldüm, bayıldım belasına kendini attı bir köşeye... koca bir kamelya da tek başıma otururken bir kız geldi elinde meyve kasesi ile.o esnada sigara içiyordum, içimden garip birşeyler ona doğru akıp gitti. kız yaşıtımdı, giyimi kuşamı yerindeydi... haşa haddim değil köylü şehirli ayırmam ancak şehirliden şehirliydi... konuşması düzgündü... yahu dedim sen zahmet ettin bunu ikram ettin,ben de sana bir sigara vereyim tellendir... nasılsa üstte asmalar var görünnme... o dönem sigara içmek çılgın bir aktivite idi, hele ki kızlar adına... bilmem ki falan dedi tatlı tatlı gülümseyerek,bir taneden birşey olmaz diyerek uzattım sigarayı aldı ince parmakları pamuk elleriyle... nerden mi biliyorum, elif ve esen olayından hatırlayın çaktırmadan meme sıkmak konusunda ihtisas yapmıştım... neyse eline dokunmakla tutmak arasında bir hamle yaptım, ulan kız eli çok güzel birşey  içim bir tuhaf oldu... bu arada bu paragrafı okuyup asılan varsa hakkımı helal etmiyorum,ben onu çok sevmiştim aq sapıkları kızla biraz okudu mu ? işte kaça kadar ? kostüm çok güzel prenses mi ? gibi muhabbetlere girdik... çok cevval bir adam değildim ama bugün bana bir haller olmuştu, sanki daha rahattım. normalde benden birkaç yaş büyük (hani teyze diye hitap edilmeyecek) bir akrabamız bile öpse kulaklarıma kadar kan kesilirdim. tanımadığım bir kızla sohbet muhabbet etmem zaten imkansızdı,ne diyeceğimi bilemezdim. ancak bu gün tuhaf bir gündü.ya bu kız senelerdir hayalini kurduğum 'görünce kanımın ısınabileceği' kişimiydi : ) sevgi neydi ? sevgi emekti ? samet'i kamyonla kaçırmaktı... (hep germeyelim, bazılarınızın kaskatı olacağı anlar da gelebilir) kız muhtarın kızıymış... muhtar mustafadan 5 yaş kadar büyük bir adam... muhtarın karısı da en fazla mustafa kadar olsun... biz kızla oturur sohbet ederken işte bir 15-20 dakika sonra mustafa çıktı sallanarak içerden... böyle başını falan tutuyor,ne oldu dedim... ya hadi kalk gidelim başım beni öldürecek ilacım da evde kalmış, yola çıkalım senle bizim o tarafa giden bir otobüs, minibüs bulur döneriz. bunlar 3-4 saat daha kalırlar ben öleceğim falan dedi. peki o zaman dedim, kızla saçma sapan bir görüşürüz vedası ile ayrıldık. biraz yürüdük karayoluna çıktık, mustafa kaş göz yaparak avradını gibtim o amcık muhtarın dedi... lan nasıl aq,bi gibtir git diyorum içimden... olum dedi o kız senin yanına babasının hayrına mı geldi, bizimkiler sağolsun evi boşalttım, kusuyorum ayağına banyoda hallettim işimi dedi. hocam yeminle o an midem kalkmıştı... Allah kitap diyorsun zina haram değil mi ? dedim... zina o demek değil ki vs karman çorman açıkladı yok işte onun da gönlü vardı vs.kısacası siz anlattığımı anladınız kendi muhitimize döndük. mustafa yarın buluşmamızı istedi...  sakın ha  ! olanlardan kimseye bahsetmeyesin...  sakın ha ! dedi, senin de payın gelir elbet dedi sırtıma vurup gitti. evime doğru yürümeye başlarken,o yaşın getirdiği romantiklikle ve daha önce böyle bir hıyanete göz ucuyla bile meyletmemiş olan benim yaşadığım tesirle hala midem bulanıyordu. uçkuru için bir haramı çiğneyen adam bana ne öğretebilirdi. daha önce konuşurken hep nefsten, şehvetin şeytanın oyunları olduğundan falan bahseden adama ne olmuştu 2 dakikada. peki benim sonumun böyle olmayacağı ne malumdu, benim de orjinim erumi ve sakilin özünü öğrenmek ile başlayıp daha sonra bunun erdiği noktaya ererse ? ebedi bir hayata inanan benim buna tahammül sınırım ne olurdu ? yoksa ben de mustafa gibi türlü kılıflar mı üretirdim yediğim nanelere... kadını tatmin edemiyordu, kadın onla evlenirken gönlü vardı,ben yapmazsam başkası yapacaktı belki kadın muhtarın kardeşi ile bu haltı yiyecekti gibi kelamlar benim içimi soğutmadı. sürekli düşünüyordum ? bu işlerin özü bu muydu ? bende herkes gibi bu işleri hacıların hocaların yapacağı işler olarak biliyordum. evet mustafa da kendini kısmen hacı hoca gibi tanıtmıştı, ilkin süslü kelimeler etmişti. hatta ben de girmek istiyordum dediğim vakit ; senin gibiler karı kız için, para için, şöhret için girer bu işlere ,şifa için istediğine emin misin falan deyip beni bozmuştu. içimde muhakemesini yapıyorum ve hani mustafa şifacıydı, bilemedin zorda kalana yardım ediyordu... bu kadını giberek mi şifa verdi diye hem öfkeleniyor hem de sinir bozukluğum sebebi ile acı acı gülüyordum... ilk çıkarken herşeyi kabul ederim dediğim yolda daha ilk ciddi manzara karşısında midem ağzıma gelmişti. aslında bu iyiye işaretti demek ki hala insanlığımı koruyordum ve hala vicdan ,ahlak sahibiydim.şu saatten sonra hele ki böyle bir olaya şahitlik ettikten sonra geliş gidişi kessem, adamın evinde karısını düdükleyen bana neler yapmazdı. hadi haberim olmasa neyse adam birebir olayı bana anlatmıştı.bir paranoya başladı ya bu olay duyulursa ya muhtar ikimizi de gelir bulur vurursa. öyle ya;mustafa ile aynı masada takılmış,o eve girerken ben bahçesinde oturmuş (-ve öğrenilmesi halinde adamın kızını oyalamış gibi görünmüş) akabinde de mustafa ile apar topar terketmiştim.bu acabalar adamın ömrünü çok kısaltır beyler... herşeyin birbiri ile ilintili olduğunu vurgulayan ben size şunu da tavsiye ederim ki her şey göründüğü gibi olmayabilir... kaybedecek neyim var dediğim bu yolda, beni ikaz eden mustafa'yı dinlemeliydim... ölümden beteri de var, sadakat zordur minvalinde ettiği kelamı şimdi daha iyi anlıyordum... mustafa şeytan'a hizmet ediyordu... bu lafımı şimdi farklı anlayacaklar olabilir lakin şeytana hizmet etmen illa satanist olman gerektiği anldıbına gelmez... şeytan ne diyor kovulduğu zaman 'elbet senin doğru yolun üzerine oturacağım ve onlara pusulara kuracağım, senin ayırdıkların hariç pek çoğunu şükreder bulamayacaksın''... aynı şeytan bugün dinde olmayan birçok meseleyi bidat'ı nasıl dinin içine soktu ise ve bu bidatları dini daha iyi yaşamak gayesi (daha doğrusu bahanesi) ile yaptırıyorsa, mustafa gibi adamlara da türlü kılıflar hazırlatıyordu... karısı tatmin olmuyormuş, belki gider kaynına verirmiş,hem karının adamda gönlü yokmuş... kısacası hatasını kabullenmeyi bırak, eylemini meşrulaştırıyordu... haşa ve haşa Allah_u teala yerine koyuyordu kendini, karıyı bafileyerek faciaları önlemişti güya. bütün gecem bu düşüncelerle geçti,bir bakıma da o kız geldi aklıma... insanca bir muhabbet hissettiğim kızın anasına kaymıştı mustafa... yahu şimdi okurken sana basit geliyor ancak pgibolojisi çok farklı... aklıma red'in bir parçasında sözler geldi... ne lanet badireler atlatırsan atlat koçum anlatanda bitmiyor iş , biz ne dersek dümen dicen... şimdi 35 yaşındaki adam rap müzik mi dinler diyeceksin... ben dinlerim... inanırım ki sözler yaşanmışlıkları ifade eder,ne kadar çok söz varsa o kadar yaşanmışlık... empati kurmaya çalışırım... 'yatcaz kalkcaz ' bana uygun değil ertesi günü mustafanın takıldığı oyun salonu ile kumarhane tipli bir yere gittim... hani normalde tek ve büyük odalı dükkan tarzı olur ya bunlar, işte burası pek öyle değildi... bir apartman dairesiydi.. sıradan bir daire... illegal miydi ondan emin değilim lakin üstünden bunca yıl geçmiş herhalde illegal olsa dahi başıma bir iş gelmez yazdığımdan ötürü... arada bir masa var üstünde telefon eski tip metal küçük anahtarla açılan çekmeceler,iç odada ilgili adamın masası artık ne ile ilgiliyse bilemem orayı ama makam gibi bir koltuğu vardı... arka cepheye bakan 2 odada da oyun oynanıyordu...  sanırım o bahsettiğim makam odası gibi olan ,arada daşşaklı abileri ağırlamak falan içindi... her neyse buraya geldim, orada sürekli bulunan 30 yaşlarında kutlu adında bir elemanın yanına çöktüm, mustafayı beklemeye başladım... o zaman telefon olmadığı için,ya da herkesin değil de sadece zengin ve üst düzey adamların olduğundan ötürü (-ki çağrı cihazı vardı sanırım) haberleşemiyorsun ben geldim şu bu diye. kutlu ise arada sırada 2 oda ya uğruyor birşey isteyip istemediklerini soruyor vs... kırk, kırk beş dakika sonra dış kapı açıldı mustafa ve yanında 3 kişi içeri girdiler... adamlar kutlu ile tokalaştı beni es geçti... mustafa yine o klagib alaycı tavrı ile elini omuzuma attı ve adamlara beni gösterek bu da benim çırak dedi... o muamele hiç hoşuma gitmedi... adamlar merhaba gardaşım falan dediler, hafif toka ettik ve peşlerinden o bahsettiğim makam odasına girdim... içlerinden kısa boylu, pala bıyıklı olanı gidip çöktü baş köşeye, kutluyu çağırıp bira falan almasını söyledi... soran olursa toplantıda falan dersin çekti... ben mustafanın yanına sandalye çekip oturdum. ayaklarım birbirine çengel gerdeğe yeni girecek kız çocuğu gibi. adam bana birkaç sual sordu, adın ne,nerelisin, baban ne iş yapıyor ,sen ne iş yapıyorsun gibisine... mustafa arada lafa girip beni övüyordu, işte çok değerli bir kardeşimiz falan ... benim hiç alışık olduğum bir ortam değildi o şehre çok yeni gelmemiştim fakat adamların kim yahut ne olduğunu zerre kestiremiyordum... tek bildiğim makam koltuğunda oturan kısa boylu pala bıyıklı adamın 10 kilo daşşak sahibi olma ihtimali idi... zütü yere yakın olandan korkacaksın derler ya, doğrudur kutlu biraları getirdi yanına da 2 tane kızarmış piliç, lavaş falan yaptırmış. benim de önüme koydular ben içmem dedim... iç iç delikanlı falan yaptı pala bıyık,abi dedim ben kullanmıyorum... günahtır da diyemeiyorum, adamlar her halinden belli harama batıp çıkmış... günah dersen orda posta koymak gibi olur... bu tür hususlara maruz kalırsanız aklınızı başınıza alın... ortama illa katılmanız gerekmez lakin görüşlerinizi de çok ön plana çıkarmayın... midem yanıyor falan dedim... iç diyorum ula ! dedi... bu 'ula' hitabını sevmesemde ,onun benim çekinmemem adına samimiyete bağlama cümlesi olduğunu bildim, fazla aldırış etmedim... hanzolar böyle iletişim kurarlar birbirlerine... sevgilisine 'huurm' diye iltifat eden adam gördü bu gözler güç bela elime  aldım şişeyi,az  yemekten yedim... yaklaşık 1 saat muhabbet döndü,hep atarlı konuşmalar... diğer elemenaların isimlerini versemde olur fakat çok önemli meselelerde yer almadılar, sadece 1-2 yerde geçerler... bahsettiğim kısa boylu, masaya çöken, beni ula diye çağırana 'pala' diyelim akılda daha kolay kalır... uzun boylu pörtlek gözlü olana hakan, diğer elemana da ali diyelim.bir de bizim barzo mustafa... neyse, pala mustafaya dönerek o kadar muhabbet sonunda , ''hocam yarın öğleden sonra yozgat'a gidiyoruz o zaman'' dedi. mustafa'da gidelim abi,ben geceden gerekenleri hazırlarım, hakan da arabayı getirir 5 kişi gideriz dedi... adam delikanlı da mı gelecek deyince, mustafa elbet ya onsuz olmaz dedi... yozgat'a ne için gideceğiz haberim yok tabi.bu arada yozgat gerçek yozgat isim değişmedi burda. aralarında şöyle yaparız, böyle yaparız falan dediler... mustafa aslen yozgatlıydı... tahminen 3-4 saatte varırız falan dediler... pala dedektör tarzı birşeylerden bahsedince duruma uyandım... mustafa'nın o taraflara gömüye gidecektik... hocam çok tuhaf bir duygu hem heyecan hem korku hissediyorsun... define işine de hevesim var, mustafaya kitap getirmiş nihayetinde falan. bayağı heyecan yaptım. mustafayı zütürme amaçları bazı gömüler korunur, cinlerin ise onlarla irtibat halindeo olan adam hoca her ne taksa anlaşma yapar. onlardan müsade ister, karşılığında birşeyler verir... mesela bizim değerlerimizle o varlıkların değerleri bir değildir... senin dünyanda kıymetli birşey onun için anlam ifade etmez... örnek vermek gerekirse hayvan kemiğine ve et artığına yahut leşe bayılırlar... pirinç ya da bulgur artığını severler... hatta bunları peygamber bile hadisinde bildrmiş... eee peki skortak madem bunların aleminde değerli olan bizde aynı değerde değil o halde neden altına hevesliler... valla anladığım kadarı ile kıskançlar, çocuk gibi benciller... orda amaç verip almak değil,o gömüyü bırakan bunlara karşılığında bir şey vermiştir onlarda karşılık olarak onu muhafaza eder... ha anlaşmalara her zaman sadıklarmıdır ? eğer anlaşmayı yapan bahsettiğim gibi aslan gibi bir hoca değilse, anlaştığı adamdan dahi malını kaçırır... zarar görmekten ziyadesi ile korkar bu mahlukat... en korktukları canlarını yanmasıdır... her neyse mustafa dedi ki bu senin için önemli olacak lakin biz bir pay almayacağız bu işten. eğer birşeyler çıkarsa pala karşılığında kahveyi bize verecek (kahvede denemez ya )... benim çıkarım ne olacak dedim, bende sana bu ilmi vereceğim dedi... yine bir pazarlık... görüyor musunuz... sürekli birşeyler el değiştiriyor... karşılıksız veren sadece Allah_u tealadır... aslında bu herkesin bir şeyleri alması paylaşma usulünden çok, mecburiyettendir... mustafa ilmi gereği bu gömüyü şahsına alamıyor, pala ve arkadaşları gömüyü tek başına çıkaramaz korkuyorlar ya tılsım varsa diye, kaldı ki başka hoca zütürseler adam ihbar mı eder birşey mi olur bilemiyorlar... bu işler sakattır. seni oraya zütürür hoca dediğin adam, anlaştığı diğer adamlar gelir alır elinde... bilemezsin hiçbir şeyi... yozgata yola çıkacağımız günün sabahında mustafa ile buluştuk. çarşıdan yiyecek, içecek türü erzaklar aldık öğleden sonra pala ve arkadaşları bizi meydandan aldılar ve yozgata doğru yola koyulduk. üstünden epey bir sene geçmiş olduğundan ötürü mustafa ile evvela köyüne uğradık, babası anası vefat etmiş o geçen sürede fakat küçük kardeşi ve bacısı hala köyde. ikisi de evlenmişler vs.tarlaları falan yok sadece hayvancılık şu bu,birde erkek kardeşi yakın bir mevkide çalışıp akşamları köyüne dönüyor. bacısı ile selamlaştı tabi araya yılların soğukluğu girmiş, erkek kardeşinin evinde kaldık mustafanın. milletin avradına atlayan mustafa yengesini, bacısı gile yolladı tabi.az biraz yemek yedik, sonra planlaştık akşam saatleri olduğundan şimdi çıkmamızın bir anlamı yoktu. mustafa daha evvelden kazdığı yerde bir miktar daha bulunacağını düşünüyordu. eğer o ilk olayında onda pay isteyenler mevkiiyi öğrenip deşelemedi ise, artık ilmi var olan mustafa kalanını bir şekilde çıkarttıarabilirdi. benim hiçbir işe karışmamamı sadece birkaç parça eşyamızı taşımamızı istediler... gece saat 3 te oralar gidecektik... diğer köyleri bilmem fakat burda jandarma falan gibine takmazdı köylüyü... ne terör bölgesi,ne başka bir tak,ne de çok sakini var ben ilmi, mustafa kahveyi, pala ve arkadaşları ise parayı bulacaktı. gittik elimizde 2 adet şu kuvvetli yanan fenerlerden vardı. saçmalığa bakarmısın... ağzımızı eski elbiselerle çaputlarla kapadık... hafif ay ışığı vardı... ancak gibtiğimin bölgesinde hayvan bile yok... hafif bir tepenin dibinde kalmış bir yer... mustafa fenerleri aldı yere çöktü bize uzaklaşın az dedi, kitabını çıkardı... birşeyler yaptı,bir takım malzemeleri kullandı... bakır malzemelerle bir işler etti durdu... en son palaya döndü,abi dedi bunda korkulacak birşey yok aramızdan biri elini falan kesecek kanını bu levhanın üstüne bulayacaz... amaç malın kime gideceğini belirtmek minvalinde laflar etti... hakan arabada idi farlar kapalı biz de hemen arabanın dibinde sigara içip izliyoruz... bilmiyorum size ne kadar korkunç gelir, insanlar neden korkmadığımı sorguluyor fakat orda sizde korkmazdınız... adam cebinde ufak bir jilet çıkardı hafifte el içine vurdu avucunu levhaya bastırdı... mustafa tamamdır dedi, sonra pala da yanımıza geldi... hakan ve pala mustafanın dedikodusunu yapmaya başladı... mustafa bir oraya bir buraya gidip geldikçe, hele bak hareketlere falan diye kıs kıs gülüyorlardı... pala ; bu kadar para harcadık bir bulamazsın gibecem ecdadını falan diye tatlı sert söyleniyordu... dedektör tarzı aleti neden kullanmıyorduk anlamadım... mustafa rahat yarım saat gitti geldi, arada yere yattı... görseniz koparsınız ancak adam bildiğin transa girmiş vaziyette. hala korkmuyoruz çünkü ortada birşey yok pala öne oturdu hakan direksiyon geçti... mustafa ben ve ali arkadayız, mustafa ortamızda adam bildiğin normal duruyor ancak hareketle çok ağır çekim... pala sordu hocam nereye gidiyoruz falan düz sür dedi mustafa... yaklaşık 5 dk sürdü hakan... bildiğin düz yola çıktık hani karayolu eee daha nereye kadar gideceğiz arkada mustafa başını öne eğmiş, uyuyor mu iletişimde mi belli değil... pala yine huysuzlanmaya başladı, olum yoksa birşey oyalama bizi dedi... mustafa biraz yükseltti sesini 'biraz sus' falan mırıldandı... tuhaf bir şekilde isimler seslenmeye başladı mustafa çok çok tuhaf isimler, karıştıranlarınız varsa eğer muhakkak okumuştur bir yerlerde... isimleri tekrarlıyor ve her seferinde daha kuvvetli bir nara,tam ortamızda oturduğundan korktum cinnet mi geçiriyor ne oluyor buna diye... içine kuvvetlice nefes çekiyor avazı çıktığında böğürüyor... harbi ağlamaklı oldum, pala bile lan ne oluyora bağladı sen hesap et ki adamın belinde emanet var... hani mustafa bir tak yese ne bileyim saldırsa çeker vurur o tip bir adam,ona rağmen herif tedirgin oldu... Allahım ne naralar atıyor ben ve ali bildiğin camdan çıkacağız o derece uzaklaşmaya çalışıyoruz artık ne kadar mümkünse sanki beyler gözünden boncuk boncuk yaşlar dökülüyor adam zaten iri hulk'a dönüştü... dur dur dur diye bağırdı, feryat etti... hakan çekti sağa... inin dedi mustafa, hocam deli gibi koşmaya başladı yolun kenarındaki ıssız araziye ama nasıl gidiyor, çarpıldı herhalde dedik pala da eli belinde koşuyor ben ne gidebiliyorum ne kalabiliyorum... ne tak yedim dedim içimden... yahu öyle bir durum ki tek tanıdığın adam mala bağlamış diğeri de ödü takuna karışmış korkusundan her an vurabilir bunu... velhasılı bilenler bilir eskiden yol üzerinde yalak gibi yapılar vardı ,böyle ana yoldan hafif uzakta... orda durdu bu elini o sulağın taşına bastırdı... 'altın, altın,altın, altın,altın'' bu kelimeyi belki 30 kez söyledi, ceza yanında tak yemiş... bir yandanda zangır zangır titriyor... pala ve diğerleri bunu tuttular oturttular, pala 1-2 tokatladı su falan döktüler kafasından... yere uzandı hala titriyor elleri kenetli... yalan olmasın orda korkudan ağladım, ancak hüngür hüngür değil gözlerim yaşarıyor... pala ya dönüp,abi bu ölüyor falan dedim... bana kalırsa ölüyor ya da içine birşey girdi hepimizi katletecek orda... kendi ölse şahit yazarlar,biz ölsek o daha tak cesedemizi bulmaları zor..yol kenarı ancak çalı çırpı gençler yalan olmasın ayılması uzun sürmedi... kendine geldi ama sima değişmiş estağfirullah... gömleği falan su içinde, çamura yatmış birde suyu dökünce... buramı emin misin dediler... eminim dedi... hazılardığı karışımı, bu kanlı levha üzerine yedirdi oranın arkasına sarıp bıraktı... arabaya döndük... eğer yarın gece gittiğimizde orda yoksa mal artık bizimdi... kısacası kabul etmişlerdi... arabaya bindik kimsede ses yok, mustafa biraz neşelendirdi korkmayın lan diye,ali dedi mustafa az daha pala abi vuracaktı seni falan... öyle zoraki gülüşmeler vs ortalık ışımıştı eve geldiğimizde çok ses etmemek adına arabayı evlerden uzağa biraz dışarı ağaç altına çektiler... çıktık... normalde uyursun o zahmetten sonra, kimse uyumadı mustafa hariç mustafa uyandı birkaç saat sonra, pala ve diğerleri sohbet ediyorlar ama neşe kaçmış dünkü manzaradan sonradan öğrendim ki onlarda ilk kez giriyorlarmış bu işe... mustafa geldi hortlak gibi... abiler birşey konuşmamız lazım dedi uykumda ziyaret ettiler falan... mesaj ilettiler... palanın deliği o an 5 cm e yaklaşmamışsa bende birşey bilmiyorum... hakan ve ali rahat kan onun kanı diye... ne oldu lan dedi pala... valla önemli be abi dedi... hepimiz kalktık içeri girdik mustafanın etrafına dizildik yerde bağdaş kurup... bakın abi dedi dün bize çok öfkelenmişler... hediyemizi kabul ettiler ,bugün gidip çıkaracağız fakat karşılığında falan yerde bir hoca var ona payını verecekmişiz... ona bağlılarmış vs dedi... pala sordu vermezsek ne olur diye... abi vermezsek sen ve ben pek yaşamayız, yaşasakta bir tat almayız dedi... peki kim olum bu hoca falan dedi pala... hakan ve alinin gibinde değil mesele, korkuyorlar fakat mustafa palayı muhattap alıyor... abi dedi adana'daymış... adı şu şu... ona zütüreceğiz... isterseniz beraber zütürürüz isterseniz ben... orayı koruyanlar bize ses etmese dahi, benim tarafıma geçse dahi o hoca alayımızı giber vs dedi peki dedi pala... hele bir çıkaralım da kolay... diğer akşam doğrudan sulağın oraya gittik... gerçekten mustafanın sahiplileri için bıraktığı emanet orda yoktu... mustafa, şurayı kıracaksınız dedi... ali ve hakan kırdılar arka taraftan içi boş beton tabakasını... minik bir sanduka gibi... ancak dış yüzeyi yağ içinde.. Allah Allah dedim hadi muhafaza adına yağlamışlarda bu kadar süre nasıl kalmış burda... mustafa üzerine yine palanın kanını akıttı ve aldık... kimse ellemesin dedi mustafa çuvala koyduk bagaja attık eve döndük içinde bir yüzük,2 kolye ,5-6 altın çıktı... hay anasını gibeyim bunun için mi geldik buraya kadar dedi pala... mustafa baktı abi dedi bunlar kıymetli şeyler... birisi bulmuş muhtemelen sonra yerini değiştirip saklamış.. çünkü kırdığımız yer bildiğin ek gibi duruyordu zaten... eee nasıl yapacağız dedi pala, senin adanalı hoca bunun için mi gibti belamızı... abi dedi ganimet hakkıdır 4 e böleceksiniz 1 ini ona vereceksiniz... o halde sen seç dedi hangi parçayı verelim... mustafa baktı bence yüzükle,bir altını verelim dedi... pala kabul etti diğerleri zaten ses edemez... benim konuşma hakkım zaten yok palaya tekrar sordu abi dedi burdan doğru adanaya gidelim, yoksa gazabını falan çekeriz... ben buralardan gelemem dedi pala, sana itimadım tam... kendi şehrimize dönelim sen ordan git otogarla... peki dedi mustafa transa falan geçti, güya cinleriyle o hocaya payını yolladı... üstad getiriyoruz emanetini, bırrrrrr falan yapıyor arabada... korkuyoruz ama gülesi de geliyor insanın... lakin pgibolojimiz dağılmış... şehre geldik... bizi indirdiler mustafa kitabı ve hocanın payını aldı... Gel gitme eve takılalım dedi...

• • • • • PART 4 • • • • •

Abi çok yorgunum dedim... kaş göz yaptı, peki dedim ve beraber ilerledik... evine ilk kez beraber gittik... biraz oturduk ne günlerdi ya belamız gibildi falan dedi... hala meraklımısın bu yola vereyim mi payını dedi... biliyorsunuz benim payım ilimdi... abi dedim açıkçası cesaret edemiyorum senin o halini gördükten sonra... o zaman dedi sana bır sır... ben kendimi o moda kasten soktum... adana'da hoca falanda yok... seninle adanaya gidip bunları okutacağız... abi hani dedim sen ganimetten pay alamazdın,bu ganimet değil zaten ortaya çıkmış sonra saklanmış onun artık üstünde hüküm yoktur dedi... beyler beni sırrına ortak etmesi artık tatlı gelmiyordu... o sırları vermesi onun adına bir güvenceydi... bir bela olursa belki beni öne atacaktı... bu kadar sırrı vermesini şerefsizim ki istemiyordum... artık dedi herşeyi öğrendin, hazırsın... bu işler böyle yürür... hala almak istiyorsan vereyim... yoksa neler yapabileceğimi biliyorsun, almazsan bile bir sırrı açık edemezsin... sadakat önemlidir dedi... gerçi başka menfaatleri de varmış, beni bu kadar ortak etmesinde işte orda bizzatihi gördüm; insanların nelerden nasıl nemalandığını... o gerçekten altınların yerini bulmuştu, fakat numaradan aşırı transa geçerek hepimizi düdüklemişti... adamlara ölümü göstermiş ve sıtmayı kabul ettirmişti... artık midem o kadar bulanmıyordu... herkesin birbirini tokatladığı bir alemde ,hangisine acıyacaksın... diğerleri de haramzade,bu da elinde bir ilim var ama doğruya kullanmak varken kendince kılıfına uydurup yoluna bakıyor... işin tuhaf tarafı şeytan elinde oyuncak... gerçi o zaman bu kadar keskin düşünemiyorsun bana yolunu yorddıbını öğretti, malzemeleri verdi... eve gidecektim, gereken şifrelemeleri okuyacaktım ki bunlar bayağı uzundu hemde 2 saat kadar... akabinde onlarla trans haline geçecektim, referansım mustafa olduğundan icabet edeceklerdi... bir grup yaratık ellerinde metalden taslar kimisinde süt kimisinde su kimisinde kan yahut içki... tipleri o kadar tuhaf ki kimisi çok çirkin kimisi o kadar sırıtmıyor kimisi erumiyi kimisi sakil i andırıyor... bahçe gibi bir yerdeyiz.. yanlarına adımlar attım bana döndüler... dileğin nedir, neden zorladın dediler... bende ilim öğrenmek dedim... ne ilmi dediler ne için istiyorsun... insanlara yararlı olmak için dedim... peki dediler... bir sepet getirdiler bak dediler... içinde kegib başımı gördüm, şartı budur dediler... susacaksın, görmeyeceksin,sormayacaksın, ince etmeyeceksin... biz sana gerekeni veririz... çok tuhaf bir duygu, rüya desen değil gerçek desen değil... zerre yalanım varsa namerdim... ancak ara kısımlardan bahsetmeyeceğim. Anlaşmayı sağladık ve yine aramızdaki iletişimi sağlayacak sembolik objeyi yaptırdım. gümüş bir yüzüktü bu. iç tarafında bir kelime ve bir sayı dizisi yazılıydı. size ilginç gelecek ancak ucuza sinema bileti almanız adına yollanan şifreler gibi. tabi ki normal bakan bir insan günümüzde şekilleriyle var olan sayılar olduğunu anlayamaz ve motif sanır. kitabın kısmi şifreleri ile aynı düzenektedir. kitabın 1 bölümü hariç hepsi  mustafada kaldı. yeteri düzeye gelirsen teslim ederim dedi. neden böyle yaptığını anlayamadım ve hoşuma da gitmedi. artık onun kitabı kafası idi, fakat bencillik etti vermedi. herkes bu ilmi çeşitli sırlara şahit olan 2 bilemedin 3 kişiye öğretebilirdi.  o kitabı da bu ilme sahip olmayan kimseye veremezdi. ilme başlamak ve sahip olmak bu manada hemen heman aynı şeylerdir. ders kitabı gibi düşünün, neyi nasıl yapman gerektiğin yazıyor.o varlıklarda öğretmen gibi... bu sistem böyle işliyor. suriyeli para karşılığı vermişti, mustafa ise sadece sırlarına ortak etmişti beni. belki o da suriyeli gibi kitabı satacaktı, satabilir mi ? ondan da emin değildim mustafanın ilk  olarak öğrettiği kişi bendim. onun pisliklerini bilmem neticesinde hem kendi istediği paraya kavuşmuş hem yıllardır uyguladığı ilmi tabir-i caizse ezber etmişti. bende para yoktu, fakat ilim vardı.bu ilim sayesinde belki de o ilk başta bahsettiğim varlıkları bile bulacaktım... şu zamana kadar ekstrem şeyler anlatmamama rağmen yalanıma sokanların,şu saatten sonra okumamasını tavsiye edebilirim sizlere bu kitabın sadece 1 bölümünde yazan şeyleri çözmek belki 1 sayfasını anlamak cidden bir günü alabiliyordu.her kelimenin yazılışı ve diline denk düşen karşılığını bulmak, bazı kelimelerin çift ses vermesi gibi. haşa benzetmek olmasın kuran dilini öğrenmek gibi. bendeki bu bölüm, neyi ne zaman yapacağımdan, hangi varlığa hangi aşamda davet yollayabileceğimden, yüzyüze olduğum ya da dikkatini çektiğim bir kişinin, daha o konuşmadan kafasındakileri sezinleyip düşünceleri ona aksettirebilmemden mütevellitti.son kısım o kadar mühimdir ki;bu ilme sahip olmadan bunu kullabilen insanlarda çoktur. falcıların sıklıka yaptığı iştir. ilimsizde yapılabilir ...  belki de hiçbir varlığa gerek kalmadan tüm dilekleri bu son yöntemlere gerçekleştirme şansın var düşünsene karşındaki kızın ya da erkeğin, dostun ya da tüccarın senin için ne düşündüğünü hissedebiliyorsun. kısmen önlem alabiliyor yahut sözü kafasında şüphe kalan o noktaya getirerek açıklayabiliyorsun... hayranlık uyandırıcı şeyler... mustafanın şu kişi 10 dakika sonra burdadır demesi olayının altyapısı diyebilirim... kafasındakileri okumak kısmından kastım, sezinlemek... altıncı his yahut adına ne derseniz ondandır... elbette birebir düşünceleri okuyamıyorsun ancak kim seni seviyor ,kim kin duyuyor, yahut ciddi anlamda yalan mıdır anlıyorsunuz uzun bir süre bu kitapla debelendim. fakat hem önceki izlenimim beni ürkütüyordu ,hem de ciddi manada daha 1 partını çözmekten acizdim.bu şekilde cidden uzun bir zaman geçti. mustafa ile çok ama çok nadir görüşüyorduk. kendisinin de pek isteği yok gibiydi, birşeylerden rahatsız olmuş yahut tedirgin bir ruh hali seziyordum ondada... daha orda bahsedilen aşamalardan birini bile geçememiş ben ciddi anlamda büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşmıştım. elinde yüzük var fakat uygulayacağın bir nokta yok, çünkü olduğun yerde milimlerle kıvranıyorsun. yine de ilgimi çekiyordu. bahsedilen malzemeler ise bulunması kolay şeyler değildi... kara karga beyni, beyaz horoz ödü, bilmem ne dili. hele ki ot ya da toz şeklinde satılan 2 madde var ki şu gün 4-5 kullanımlığı milyarlara denk. nerden bulacaksın. hayat kısmen normale dönmüştü. birşeylere olan tutku kavuşulana kadarmış demek ki dedim. hiç arkadaşım yok gibiydi,bu işlerle uğraşırken ciddi anlamda asosyal bir adam olmuştum. arada sırada muhtarın kızı aklıma geliyordu, Allah affetsin elde kitap az da olsa var fakat kendime yakıştıramıyorum. yalandan bir mutluluk satın almak çok saçma geliyor. Allahın hikmetidir ki birgün karşılaştık merkezde. hoş beş ettik, dedim buyur birşeyler içelim öyle gidersin evine. çay falan içtik,pek konuşacak nokta bulamadık. havadan sudan meseleler işte. olsun bir şekilde karşımda oturuyor ve  gülümsüyordu bana işte...  o da yeter diyordu gönlüm... giderken bir cesaret hafta sonu sinemaya falan gidelim mi dedim, dudak büktü bilmem ki dedi. yani işin yoksa güzel olabilir,hem arkadaşım falanda yok dedim. diyorum fakat sanki yürek yutmuş gibiyim.ya yılların birikimi ile baktım ki kız yumuşak huylu bastırıyorum boyna,ya da cidden vardı 2 cin ve çıkarılmıştu vücudumdan onun rahatlığını yaşıyordum. kız biraz ne desem ki moduna girince, korkma dedim sapık değilim. kıpkırmız oldu, aşkolsun falan dedi nihayetinde kabul etti. o gün gayet mutlu döndüm eve, klagib bir şekilde akşamı ettik gece ve uyku zamanı... uyudum ama bir tuhaflık var göğsümde kalp krizimi geçiriyorum diye paniklerken,iç içe geçiyor gibi kaburgalarım. hiçbir şey düşünemez bir konumda, daha evvel hiç yaşamadığım bir hissiyatla ,çaresizlik içinde teslim oldum... teslim olduğum şeyin ne olduğundan habersiz... bir 10 dakika kadar nerdeyse yarı şuursuz kalakaldım... anlam veremedim kendimi teselli etmeye çalıştım, sigara falan içiyorum ondandır ya da gaz sancısıdır dedim. kalktım 2 tur attım evde,su içtim geri uzandım.ama içim nasıl huzursuz nasıl anlatamam. uykuya daldım rüyamda arka fon simsiyah zifr_i karanlık... karşımdaki görüntünün sol altında muhtarın kzı hüzünlü, yıpranmış bir halde başı önünde. karşımda kızıl saçları saçları dalgalanan bir afet belirdi... gözler bile hani tuhaf bir renk vardır ya kırmızıya yakın o renk... ama ne güzellik,o rüya içinde eridim bittim... insan rüyada aşık olur mu oldum... sanki o an büyülendim... karşımdaki kız bana öyle bir bakıyordu ki,o bakışı bu hayatta görmedim, göreceğime de ihtimal vermem uyandığımda aklımda tamamen o kadın vardı. arkadaşlar en deli aşkınızı hatırlayın emin olun zerresi bile denk gelmez. haşa tüm benliğim ile ona aitmişim gibi geldim. çok çekici bakışlar ve sanki bir parçammış gibi o derece özümsedim bir anda. anlam verilemez bir halde muhtarın kızı gözümde sıfırlandı uykudan uyandığım anda. şuursuzca bir hareket farkındayım ancak, tamamen beynim ele geçmiş gibi günler boyu çıkmadı aklımdan o kız... her gece yatarken tekrar görmek ümidi ile geçti tüm vakit... muhtarın kızı ile randevulaştığımız gün gitmedim oraya, şimdi düşünüyorum da hayvanlığın daniskasını yapmışım. kendi kuyumu kazmışım. randevuya gitmediğim gece rüyamda tekrar gördüm bu kadını. deli gibi seviştik, ancak gerçek gibi o kadar tuhaf bir histi. titreyerek değil belki ancak yatağa kerkinerek boşalmışım tüm aklım fikrim bu rüyadaki hatun oldu, tarifi imkansız... nerdeyse haftada 2-3 gece görüyorum ve sürekli yiyişiyoruz. bu olay sürekli olmaya başladı. mustafa'ya danışma ihtiyacı hissettim. bende ne malzeme var ne birşey.se-le-na deyince gelmiyor bunlarda yardıma. saati var ,ona uygun tütsüsü var,otu tak ,taku var. karar verdim gittim mustafa'nın evine bulamadım yerinde. doğaldır,pek şaşırdığım da söylenemez hani. oyun salonuna gittim sadece kutlu var görmediğini söyledi mustafa'yı uzun zamandır. derneğe uğradım, adamlar sitem etti nerelerdesin diye. başkan çekti kulağımı 'o adamın peşine takılma  demedim mi ? ' falan diye fırçaladı. onlar da bilmiyordu. birkaç yere daha baktım orda da yok ve bilen gören yok adamı.bir ara ciddi ciddi düşündüm şizofreni falan mıyım diye.bu adam yok olmadı ya.üstelik mustafa nerde diye sorduğum an bakışlar değişiyor. pala ve arkadaşları zaten nerde oldukları belirsiz adamlar. eve döndüm aldım kitabı, olmayan malzemeler ile büyük ruhani varlıkları çağırmaya giriştim,bir sonuç alamadım. yavaş yavaş aklımı oynatma noktasına gelmiştim. rüya dışında tuhaf bir durum yoktu lakin sürekli bir boşluk,bir bıkkınlık içine girmiştim. sanırım anladınız neleri demek istediğimi.1-2 gece sonra yeniden bu geldi rüyama. ancak şuna dikkat çekmek isterim ki ben normal hayatında çok sık rüya gören bir kimse değilim ve bu rüyadan öte birşey. teninin sıcaklığını falan hissedebiliyorum.'ne istiyorsun benden ? ' diye sordum, kırk yıllık ahbabım gibi... 'bir şey mi istiyormuşum senden ? ' dedi gülerek... 'korkuyorum dedim,ama seviyorum seni... gerçek değilsin halbuki... keşke gerçek olsan'  yine aynı şekilde boşalttı beni kardeş... uyandığımda gerçek mi hayal mi anlayamıyorum... tıpkı 'onlar insansa biz neyiz ? biz  insansak onlar ne ? ' diye haykıran nihat doğan sendromu yaşıyorum... bunu sanırım ne yaparsam yapayım tarif edemeyeceğim... çok sonra anladım ki onlar rüya değilmiş... çoğu zaman uyumuyormuşum bile... tüm bu olaylarla meşgulken , ortaokuldan beri bahsettiğim hedefimden yani okuyup bir meslek sahibi olmaktan da o derece uzaklaşmaya başlamıştım. lise bitmişti . bahar ayları ve yaz tatilinde girdiğim bu ipsiz sapsız mücadele neticesinde derslere de pek alaka göstermemiştim. zaten iyi bir okul kazanabilecek puana sahip bile değildim. aklımı başıma alıp eğitimime dönmeye ve ailemi de ikna ederek kursa yazılmaya karar verdim. babam öyle baskıcı bir adam değildi,o dönem lise mezunları da abartılı olmasa dahi çeşitli memuriyetlere atanabiliyordu. aklını başına al ve sende benim gibi memur ol,sırtını devlete yasla demişti.ben ise hem yaşadığım duygusal açlığı tatmin etmek,hem de dışardan çok ışıltılı anlatılan üniversite hayatını tatmak adına tercihimi şansımı denemekten yana yapmıştım. Allah razı olsun çok diretmedi ,sonradan beni suçlamasın düşüncesi ile gereken ücreti vererek kaydımı yaptırdı. sürekli kendime aynı telkinleri veriyordum. bunların çoğunun beynimde yarattığım şeyler olduğunu,bir tür şartlanma olduğunu telkin ediyordum. elbette bazı insanlar farklı güçlere sahip olabilirdi, buna bir itirazım yoktu. fakat geldiğim noktada artık olmayan varlıklarla rüyalanmak ciddi bir pgibolojik bozukluğa işaret ediyordu. kitabın bendeki bölümüne hiç ilişmemeye karar verdim uzunca bir süre. öncelikli hedefim bir şekilde ,gücüm nispetince gayret edip üniversite kazanmaktı.o dönem yaş olarak liseyi yeni bitiren biri olduğum doğrudur, fakat şimdiki liseliler ile kıyaslanamaz bizim jenerasyon.18 yaşında evlenip, aile kurup, sorumluluk alacak olgunlukta bir nesildi eskiler. şimdiki gibi sanal alem olmadığından, gerçeklerle daha çok yüzleşiyor ve hayatı kısmen öğreniyordun.ben istisna sayılabilirim, kısacası bu işlere takılarak yapabileceğim en büyük aylaklığı yapmıştım... meseleden uzaklaşınca rüyalarımda ve sıkıntılarımda azalmalar oldu. sadece ara ara gelen ani sıkkınlıklar, öfleyip pöflemeleri saymazsak. onlarda her insanda olurdu her ne kadar sınırına erişsemde hala ergen sayılırdım. dediğim gibi tüm gücümü ve konsantrasyonumu derslere vermeye niyetlendim.bu işime de yaradı, kursta yeni arkadaşlar edinip farklı meselelerden sohbet edip ufkumu genişletmeme yaradı. kozmopolit bir şehir olması hasebiyle çok farklı kültürlerden arkadaşlarım oldu. mustafa ile bu süre zarfında çok ama çok nadir görüştüm.ona geçen yaşadıklarımdan zerre_i miskal bahsetmedim. çünkü onun konuşmalarının beni bir şartlandırmaya ittiğine inanmıştım.ne kadar çok sohbet edersek,ne kadar ilginç mevzular anlatırsa bilinç altı bunları emiyor ve uyku gibi durumlarda da kusuyordu. yıllardır görmediğim bir rüyayı görmüş, belki de hafızamda yarattığım ideal kadın tipi ile beraber olmuştum. bunların hepsi olasıydı. insanın fiziki uzuvları rahatsızlandığı kadar ruhu da türlü rahatsızlıklar geçirebilirdi. mustafa ile artık paradan puldan, kadınlardan bahseder olmuştuk.o malları ne yaptığını sorduğumda, okuttuğunu söyledi bir şekilde. palalar ile görüşüp görüşmediğini sordum, pala dükkanı mustafaya devretmiş ve odun işine girmişti. fakat bu devretme işlemi tam olarak gerçekleşmemişti, arada sırada bir şekilde haracını yiyordu. işletmesini mustafaya vermiş diyelim. pala kendi payını nerde nasıl bozdurdu o konuda bilgisi yoktu mustafanın. hakan ve ali'de pala ile beraber oduncu ile ilgileniyordu. oduncu derken aklınıza ufak bir yer gelmesin. cidden o dönemler sağlam para vardı bu tip işlerde içimde biriken onca şey olmasına rağmen ,asla ve asla mustafaya soramıyordum.bu şeyler az önce açıkladığım mistik unsurlar falan değildi. kısmen hükmümü koymuştum ; bunlar kendi kafamda yarattığım yahut karşıdaki kişinin bana empoze ettiği şeylerdi. fakat muhtarın karısı meselesini merak etmiyor değildim. yeniden ahbap – çavuş ilişkisine dönmesi korkusu ile birşey soramıyorum fakat dediğim gibi merak tuhaf bir şey. yine ufak görüşmelerimizden birinde , çay içip laflarken dayanamadım.  abi , sırrın bendedir. fakat ne oldu o kadınla hala görüşüyormusun ? diye sordum. ben sana bunları unutmanı söylemedim mi kardeş ? diye terslendi. hayır, sadece merak ediyorum. kimseye birşey anlatmışlığım yok dedim... 'hele bir anlattttdedi sahte bir gülümseme ile.aba altından sopa göstermek dedikleri budur... söz veriyorum... ne badireler atlattık senle,bu meseleyi mi gidip deşeceğimdedim... yaaaa, madem öyle diyorsun o halde tamam. aramızda kalsın, onun kızı çok hoşuma gitti ya... geçen yolum oralara düştü, muhtara uğradım kız pek bir tatlı geldi... ben buna çakarım ' falan yaptı başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki... Allahın 'aşırı gidenlerden' kastının ne olduğunu gözümle gördüm bizzat... cehennem varsa bu adam kütüğüydü işte oraların. ne oldu lan ? tipin değişti seviyor muydun yoksa aslanım ? dedi kahkaha ile... bu lafı beni daha bir incitti,o aslanım hitabı falan.ben sevsem bile onun için bir önemi yoktu,ben çocuktum ve böcek gibi ezebileceği biriydim onun gözünde... senin yaptığın ayıptır yahu , ben seni böyle bilmezdim... dini kitabı geç, vicdanın yok mu senin deyince, bana bak kitabın 1 bölümünü aldın, zütün kalktı kendini ne gibim sanıyorsun lan sen dallama ? peşimde gezerken, sana herşeyi görmen adına vakit ve imkan tanıdım... o zamanlar beni bir güzel yağlıyordun,ben hala aynı benim... o zaman aklın yok muydu ? gözlerin mi kördü ? Allah kitap şimdi mi düştü aklına ? yoksa dediğim gibi 2 sayfa kitap aldın, icazet verdik diye mi bu efelenme ? sen bir hiçsin lan dedi... daha 1 bile aşama katedemedin, bağın var ancak hükmün yok... böyle sabit bir şekilde yerinde saydıkça, onlarda senle pek durmaz üzülme dedi... adına ister şeytani de,ister rahmani... sen meleklerle falan mı görüştüğünü sandın... sadakat ve sır nedir ? bunları unutmadedi... kendimi tutamayıp sordum mustafa'ya... ''rüyamda her gece bir hatun görüyordum ve bunun yüzünden o kızla olan ilk ve son randevu imkanını teptim... buna sen mi sebep oldun ? ' peki ! ben sana şunu sorayım, seni kolundan çekerek illa bana uy diye zorladım mı ? abi sorumun cevabı bu değil ! gözünü seveyim hasımmışız gibi davranma. neden bu şekilde davranıyorsun bana ? dedim... '' bak dedi mesele sandığın gibi güllük gülistanlık bir olay değil... gözünde kadın düşkünü bir pekekent, yahut kendisinden 'insanlara yararlı olmak' maksadı ile ilim isteyen birine zehir satan bir adam imajı oluşmasın. aslında oluşsa da ne fark eder... ancak belirli meselere bağlı kalmak adına, bazen kurban seçebilirsin... o kurban ise kendi ayağı ile gelirse, boynuna bıçağı vurmaktan başka bir şansın yoktur kurban ben miyim ?  kendi ayağı ile gelen sen misin ? ben sadece bilinmeyenin aslını öğrenmek istedim ! sabahtandır yaptığın din kitap muhabbetleri var ya... madem çok hakimsin, orda (gaybı bilen sadece Allahtır) demiyor mu ? kafan çok dar ve basit düşünüyorsun... sen gaybı sadece gelecek olarak mı düşünüyorsun ?  ''' 'peki beni kurban olarak aldın ise,o gördüğüm rüyalar neden ? bu tip bir rüya ile ne istiyorlar benden ?... hani bu nasıl bir etkidir ki,beni mecnun etti? bak! emin ol şimdi,bu kadar muhabbetin ardından ,o rüyandaki varlığın sırf bu kızı kendime çekmem adına olduğuna inanıyorsun ... doğru mu ? büyük bir yıkım içindeyim, aklıma başka birşey gelmiyor... işin böyle olduğunu aklımın ucundan geçiremezdim... randevulaştığım günle çakıştığı için, bundan başka bir düşünceye sahip olamam defineye neden seni zütürdük ? sadece 2 poşet eşya taşıyasın diye mi ? ( elim ayağım buz kesmişti... ) devam etti... bu işlere hepimiz girerken türlü bedeller ödedik... birçoğumuzun haberi olmadı, sonradan yaşadı ve hüsranı izledi... eli kolu bağlı bir vaziyette hemde... senin şu an ki ruh haline bir dönem çoğumuz sahip olduk... sen kurban ettiğimsin, tıpkı suriyelinin beni kurban ettiği gibi... sana dışı süslü ve hoş paketlenmiş bir hediye sundum... sen dışına aldandın, içinde ne olduğundan habersizdin... dışı güzelse elbet içinde harikalar vardır diye düşündün... hz süleymanı bilir misin ? o cinlere ve türevi varlıklara koca kazanlar yaptırırdı... hem de öyle kazanlar ki her biri bir havuz büyüklüğünde... onlardan ordular kurardı... birkaç saniyede sebe melikesi belkıs'ın tahtını çalıp süleymana getirmişlerdi... bu senin inandığın, beni sürekli eleştirdiğin  kuran'dan kelamlar... Allah bunları süleyman eli ile ıslah etmişti... süleyman öldüğü vakit, şeytan ve ordusu insanları ayartmayı başardı... aralarına fitne soktu, düşüncelerine girdi... birbirinin ağzı ile diğerlerine duyurdu... 'ey insanlar, süleyman bu hükme nasıl kavuştu ? '' sandınız diyerek ,onlara 'kendilerini besleyen ' türlü uygulamalar yaptırdı... evet, insanlar bundan kısmen menfaatleniyordu... bunlardan ulaşabilenler, birbirilerini aşık ediyor,ara açıyor,kâh doğru kâh yalan istişarelere bulunuyordu... söylediklerini fısıldayanlar şeytanlardı ve unutma şeytanda bir cindi... en başlarında iblis, azazil,lucifer her ne dersen de o vardı... onun askerleri de şeytanlardı... 'almadaan vermek Allah'a mahsustur, çünkü ondan eksilmez'... oysa bu varlıklar, senden bir şeyler temenni ediyor ... bu temenni ve arzularını gerçekleştirmeleri adına ise sana önce birşeyler vermeleri gerekiyor... insana verilebilecek en nefsani ödül, büyüklendirilmektir... hayranlık uyandırmak... o yüzden en başından beri herkes bir 'süleyman' olmak ister... bu varlıkların erişebildikleri noktalar senin tahayyül edbilecğinden çok ötedir, kafan almaz... çok hızlıdırlar, senden çok yaşarlar... geçmişi görmüşlerdir, iştişareleri kuvvetli ve keskindir... Allahtan korkup onlara ilişmezsen, kendilerini sana rahmani olarak adlederler... sana iyilik ve güzellik hususlarında yardım edeceklerini belirtirler... o kadar süslü , o kadar hoş kelamlar ederler ki bunlar ancak meleklerdir dersin... yavaş yavaş nefsini okşarlar... sana insanların kafasından geçenleri hissettirirler... nasıl oluyor deme... peygamberin demedi mi ? 'onlar kanınızda dolaşırlar' diyerek... işte bu şekilde... Allahın ilk emri olan onlardan uzak durmayı es geçersin... seni Allah ile kandırırlar... akabinde birşeyleri bilmeni sağlarlar... bu bildiklerin seni diğer insanların gözünde büyütür... çünkü insanın özünde 'bilinmeyene' derin bir merak yatar... bu merak için değil mi ki ? bana hanzo diyen sen, türlü yağ çekmelere giriştin... dedi... bu anlattıkları karşısında, kapana kısılmış bir fare gibi hissettim kendimi... cidden betim benzim attı... evet, dilimde sürekli Allah olmasına rağmen onun yasakladığı bir işe 'yine onun rızası' için falan girmiştim... aslında amacım onun rızası falanda değildi, kılıf uydurmuştum kendime... sordum; bu define işi ,bendeki 2 süryani cin, rüyamdaki kadın  bunlar nedir? derin bir offf çekti, sigara yaktı... elini omzuma attı ve gözlerini gözlerime dikti... sende 2 süryani cin falan yoktu... yaptırdığım işlem aslında  o rüyanda gördüğün kadın ile (-ki kendisi cindir ) bir anlaşma sebebidir... çıkardığımızı sandığın şeyin aksine, o kadını senle iletişime soktum... karşılığında o da bana definenin yerini gösterdi... senin cinselliğinden faydalanması hikayesi doğru, yaşadığın şey tamamen beynindedir lakin ikinizde bu işten zevk alırsınız... onu gördüğün an bilesin ki uykuda değilsin... uyku ile uyanıklık arasındasın, enerjin farklı boyutlara açıldığından onun bedenine girişi gerçekleşir... onlara dokunamazsın,onu madde halinde becermene zaten imkan yok... çünkü maddesel bir bedeni yok... rüzgarı düşün, elektriği düşün... tenini hissedersin, kokusunu alırsın,haz duyarsın oysa bunların hepsini beynine sinyal göndererek yapar... o anda senin vücudundadır, şehvetle artan enerjinden zevk alır… devam ederek bu işler böyledir... 2 kişi kısmına gelince... o da doğrudur ama sende olduğu kısmı değil... ben pekekent bir adam gibi ,ahlak düşmanı gibi görünebilirim... belki de öyledir,ne olduğumu ben bile bilemiyorum... fakat bunları bana intikal ettiren adam suriyelidir... 2 adettiler, biri erkek bir dişi... dişi olanı daha kuvvetli idi,ona işlerimi yaptırmam zordu... erkek olanı kandan haz duyar,bu yüzden palanın kanını aldı... karşılığında palayı yok edene kadar onla eğlenecek... sadisttir... dişisi ise cinselliğe açtır,bir beden istedi seni sundum... böylelikle onlardan kurtuldum... anlaşmalı bir kurtulma oldu... muhtarın kızına gelirsek,onu erkek olan istiyor ,bu yüzden beni kullanıyor... dişi olan ise senden hoşlanmış,o kıza gitmemen adına kendini aşikar etmiş... ona hükmedebilirsen çok ama çok geniş imkanlara sahip olursun... şu dakikadan sonra etmeme lüksün yok... hatırlarsan senne olursa olsun istiyorumdemiştim... gözlerine odaklandığımda, gözlerini kullanarak içine girdi... akabinde define işimiz adına seni beklettim... dişi cinin sana görünmesi herşeyi berbat edebilirdi... o da anlaşmamıza sadık kaldı... defineyi gösterdi, seni aldı...' dedi... kafamın içinde parçaları birleştirmeye çalışsamda mümkünü yok... doğru bildiklerinin yalan çıkmasının ne kadar derinden yaraladığını ilk kez tattım o an... ulan rüyamda gördüğüm karı bile bir rüya değildi, sanal bebek gibiydim... tamamen başkaları elindeki bir değiş tokuş metası yahut dolandırılmış bir tüccar... tüccar elbette, herkesin pay alacağı bir işe girip aslında görmediğim ortaklardan birine pay olarak ikram edilmiştim. söyleyecekleri daha fazla incitemezdi. yine de aklımda kalan birkaç soru işaretine cevap bulmak ümidi ile kıpırdadı dudaklarım... peki bu kitabı neden bana verdin ? dedim ahh o kitap  dedi acı bir tebessümle, sana birşeyler vermeliyim ki ,seni ikna edebileyim dedi... yani bu da mı yalandı ? dedim, cevabının hayır olmasını bekleyerek ''hala o küçük kafan almıyor değil mi ? seni başka nasıl ikna edebilirdim diyorum sana... beni nasıl kandırdılarsa ben de seni öyle tava getirdim. aslında tüm işi bu cinler yapıyor. biraz geniş düşünmeyi öğren artık.o kitap, elindeki gibik yüzük hepsi gereksiz birer ritüel... hepsi sana birşeyler yapılıyor izlenimi vermek adına uğraştırdığımız boş beleş işler.iş ne kadar komplike olursa o kadar çok “bir mertebe” sahibi sanacaktın kendini...

• • • • • PART 5 • • • • •

Elbet kaçarı yok, bir gün öğrenecektin. O da bugünmüş. onu geçtim bu kitap içindeki onlarca şekil,bir anlam çıkan saçma sapan harfler? madem ki beni kandıran kişisin ve seni de birisi kandırdı,o halde onu kandıranı kim nasıl kandırdı ? onu kandıranda süleyman'ın bu harikalar ile insanlara hükmettiğini yayan kişinin zihniyetindeydi... benden pek uzak sayılmazsın hatada, beni suçlamayı kes !  bana 1 bölüm verme amacın ne peki mustafa abi ? madem bir taka yaramayacaktı ve tamamen kendini sıyırmak adına beni belaya bulamak içindi. kalanlarını neden vermedin ? çektiğim belanın bir bedeli olmalı değil mi ? evlenemediğimi biliyormusun ? heryerde büyücü, şifacı yahut hanzo olarak anılmanın bedelini... 2 kuruş para için kırk adamın ağız kokusunu çekerek taaa suriyelere kaçmayı ? hiç bir tak bilmiyorsun... madem sordun söyleyeyim, birkaç ay daha fazla benim yanımda kalacaktın, palalar ayıkırsa öne seni sürecektim define olayı için... şehir dışına çıkmıştım,her şekilde beni arayacaktın. bulamazsan mekanlarına gidecektin. ayıkırlarsa en fazla kahvenin işletmesini alırlardı bende,ama seni giberlerdi... aslanım kusura bakma fakat ,aslan olacaksan o gibtiğimin vicdanından uzak duracaksın... her şekilde yannanı yiyeceksin diyorsun dedim ve kendimi tutamadım gülmeye başladım... sinir boşalması yok,şu saatten sonra yemen gerekmez... akıllı olacaksın... karı kız düdüklemeyiver, ananı babanı görmeyiver... bu hikaye üstünden bak dalgana.. mustafa ol sende, günü gelince bir skortak bulup rahata kavuş.bak benim son bir aşamam kaldı, kızı bafileyip erkekten de kurtulacağım. zaten bir şekilde namım var, insanlar bana inanmış bir kere... gelmeye yine devam ederler, param zaten var... artık bir kahvem var, adı her ne kadar kahve ise de şehrin daşşaklı elemanlarının mekanı uzun bir süre sessiz kaldık, çaylar tazelendi sigaralar devam. süleyman demirel gibi bir adamdı mustafa. saatlerce konuşup,bir çözümden bahsetmemişti.tek anladığım bu takun içine gayet güzel battığımdı. itiraz hakkım yoktu. mücadele gücüm yoktu. tavsiyelerine açıktım, bilmediğin bir ıssızda kalırsan ilk gördüğüne yol sorarsın seni ölüme bile yollasa başka çaren yok.her şekilde öleceksin zaten.bir an düşündüm ? ya bunlarda yalansa… hocadan falan yardım alamam mı ? dedim çekinerek...  o an  tek bir cümle istiyorum ,evetdese inanın ki 1000 km ötede olsa yaya giderim.o umut nedir bilir misiniz? içindeki cini giberek öldürecem der zütüne kayar,bir de cebindeki parayı alır'' dedi bir kahkaha patlatıp... bildiğiniz celladımla oturmuş, akibetim hakkında malumat istiyordum... bir 10 dakika kadar oturduk ve içim karardı ben gidiyorum dedi mustafa... tahta masaya bozuklukları atarak... türk filmlerindeki kızlar gibi hissediyordum kendimi. kaybedecek neyim vardı ? arkasından seslendim... abi taka battım, senden başka çıkar yolum yok bende geliyorum senle deviyerdim... 'ya sen ne mal adamsın, herif kendini kurtarmak için seni pazarlamış, celladım diyorsun... şimdi de peşinden gidiyorsun diyebilirsiniz... siz olsanız ne yapardınız ? emin olun aynı şeyi yapardınız... o önde ben arkada evinin yolunu tuttuk... içeri girdi zulasından ot çıkardır,ilk defa gördüğüm bir dalga... herif bunla kafa yapıyormuş,al sana bir sır daha dedi... yaktı, derin bir nefes çekti, istermisin dedi... karşılığında ne alacaksın,bir kulağımın arkası kaldı... ben hiç ot kullanmadım, kafası nedir bilmem... ancak etki ettiğinden olsa gerek bu lafımın üstüne babacan bir tavra büründü... gel buraya gel dedi... bak dedi, seni nasıl bir işin içine soktuğumu emin ol biliyorum... bana bak lan, aynılarını bende yaşadım. emin ol tek çıkar yol o kadınla (bana vurgun olan cinden kadın diye bahsedeceğim) uyumlu olmak... sana fırsatlar sunacaktı emin ol,bir süre sonra sende yerine başkasını bulursun... cinde olsa kadın kadındır huyları aynı çabuk sıkılırlar dedi... bu konuştuklarımızı duymuyor mu ? dedim... burdaysa duyar,ama bu saatlerde burda olmaz... hem duysa ne olur, bazen vücudunda olur da farkına bile varmazsın... kafanın içindekileri biliyor, sana beynen emir veriyor diyorum sen hala ne diyorsun dedi... normal bir kadınla yattığın gibi yatmıyorsun bunla, nasıl rüyalanıp boşalıyor aynı şey işte başka çarem yoksa, sabredeceğim... hem belki başkasını yerime bulmam gerekmez dedim vereceğin bedeller emin ol ufak olmaz yine de dedi... o halde ihtiyacım olduğunda seni bulacağım, kaçıp gitmeyeceksin şu saatten sonra sözüme ne kadar itimat edersin bilemem, ancak söz dedi... sustuk o cigarasına vurdu,en son kusuyordu... 1-2 saat sonra evime gittim... gözlerimi tüm olacaklara hazır bir şekilde kapadım, kendimi uykuya ya da artık tüm olacaklara teslim ettim... tam uykuya geçerken, tatlı bir esinti hissettim. yine tüm şuurumu kaybetmiş gibi o çekime teslim oldum.bir tür uyuşturucu gibi olmalı, kullananların anlatımları ile böyle olabildiğini söyleyebilirim sanırım.o kadar tuhaf bir his ki;dünyada değilim, rüyada değilim.o an ben 'ben' bile değilim. gözlerim kapalı elbette, fakat bir başka alemde gibiyim. anlatılması imkansıza yakın. karşımda belirdi kızıl saçlarını bir omzu üzerinden sarkıtmış, kiraz gibi dudakları ile bana bakıyordu. ne istiyormuşum senden dedi ,ilk sefer ki gibi aynı gülümseme. satın almışsın beni, kölen olmuşum dedim köle ? ne kadar çirkin bir söz, hani beni seviyordun dedi... inanması çok güç biliyorum ama dünyadaki en nazlı kızdan daha nazlı,en güzel sohbeti olan kızdan daha güzel kelamı vardı gerçekten seviyorum, bilmiyorum bunlar bir tılsım mı ? büyü mü ? fakat seni kimseyi hissetmediğim bir bağ ile hissediyorum... lakin artık ne rüya ne de insan olmadığını biliyorum,bu canımı o kadar yakıyor ki dedim insan ? insanlardan bu zamana kadar ne bulduğunu söyler misin ? ben varım,var olmam önemli değil mi dedi ancak korkularım var, deli miyim diye düşünüyorum. özlemlerim var, seni koluma takıp bir yerde gezdiremem, bağışla beni ama bir tenin bile yok dedim gözleri doldu, hiç öyle başkalarının anlattığı gibi kat be kat büyüyüp simsiyah kesilmedi... o gözlerini bana dikti ve yanağımdan öptü benden korkarsan, aldığın her nefesten kork dedi, kırgın bir ifade ile... mutsuz bir kadından daha mutsuz bir ifadeyle insanoğlu olsa,bir saat geçirmek için servetinizi vereceğinizi bir varlık var karşınızda... ancak... işte bu soktuğumun ancakları neden ben, çirkin değilim fakat aman aman yakışıklı da sayılmam dedim...  kendini aynada gördüğün gibi mi zannediyorsun sen ? ne kadar anlatırsam anlatayım anlayamayacaksın... sizin deyimizle enerji ve soy dedi... hayal kırıklıkların, mutluluğa açlığın besliyor beni... yanlış anlama, çıkardan öte birşey... benim için aşkın hammaddesi bu dedi.. sende olanı bilemezsin, çünkü senin dünyanda değersiz ne zamandan beridir beni izliyorsun diye sordum... doğduğun andan beri '' dedi doğduğum andan kastın nedir ? diye hafif bir ürperti içinden yönelttim sorumu aynı sizler gibi kabilelerimiz, kavimlerimiz,ırklarımız, soylarımız,ailelerimiz ve dinlerimiz var... kendi içimizde evlenir, kendi içimizde çoğalır ve bir dönem gelir aynı sizin gibi gideriz öte alemlere... sizin toprak bedeniniz gibi bir ölüm olmaz bizimkisi... ancak formumu anlayabilmen çok zor... enerjisel görürüz, enerjiye geliriz, enerjiyle yaşarız... aslında salt enerjiden öte, enerjisel değişimlerdir bize her türlü şevki aşılayan... bu da senden öncekilerde vardı... büyük deden dedi, sana büyük bir miras bıraktı anlayamıyorum, dedemle ne bağlantısı var diye sordum sırrıma ortak mı olmak istersin diye yanıtladı gülerek bende güldüm,sanmıyorum ancak anlamaya gayret ediyorum dedim... zamanı olanın zamanı var dedi... öyle bir iştir ki; ne söylese beni bağlıyor bir şekilde... biraz sizden bahseder misiniz ? diye sordum sizden daha ilkeliz, sizin gibi büyük hislerimiz yoktur fakat bencilliği bizden öğrendiğiniz doğrudur... ilk bencili hatırlar mısın ? sizin deyimizle şeytandır... tanrıya sevgisini sizle paylaşmak istemedi... sizden önce halifeler bizler ve atalarımızdı.bu dünyayı bu evreni ya da yaradılan olmayı bile sizle paylaşmak çok çok ağır şeyler. savaşı kaybetmenin incitici yanı.siz şeytanın sınavı oldunuz, aslında şeytan sizle sınanmadı... emin ol kainatta herşey bir sebep-sonuç döngüsü ile var... dedi sen istemedikçe sana ilişmeyeceğim. aramızdaki sevgi sürsün, sana istediğin yola giden tüm anahtarları elimle teslim edeceğim erumi ve sakil adında iki varlık hatırlıyorum. sırf bu yüzden çocuk yaşımda deli damgası yediğim oldu.bu anahtarlardan birisi onlara giden yoldaki kapıyı da açabilecek mi? erumi ve sakil ??? tanımıyorum... hayallerin olmasın... hem isimlerini nerden hatırlıyorsun, gerçek olsa dahi isimlerini vermezlerdi nerden hatırladığımı bilmiyorum. mesele de bu ya zaten... kendi uydurduğum hayali arkadaşlar mı ? yahut gerçekte var olanlar mı ? tüm bu pisliğe bu yüzden bulaştım beni hala pislik olarak mı görüyorsun ?... sanırım sen haddini fazlası ile aşıyorsun, sabrımı ziyadesi ile zorluyorsun... istersen koş kitabına bak bakalım, belki benden kurtalmanın formülü yazıyordur... ne kadar kıymet bilmez bir mahlukatsın, cidden sen kendini ne sanıyorsun... varlarsa gelip alsınlar seni elimden... sanırım sürekli gevelediğin köle-efendi ilişkisini arzuluyorsun... peki o halde bu sözleri işittim ve vücudum o kadar tuhaf bir sarsıntı yaşadı ki; uyanmamın ardından 5 dakika kendime gelemedim... dediğim gibi paranoyanın dibine vurduğum zamanlardı... hangisi gerçek, hangisi yalan... doğru diyemem artık birşeye çünkü tüm doğru dediklerim bir zaman sonra geniş çaplı bir komplonun halkalarından ibaret oldukları açıklanıyor... birşeyler bulabilir miyim ? bence araştırmalıyım... kitabı elime aldım, şifreleri çözmek adına bir kalem ve defter ile yere bağdaş kurdum... güven hissi verecek ancak anlamsız bir eyleme girişerek sırtımı duvara döndüm... güya arkamdan gelebilecek saldırılara hazırdım ... şu an pek çoğunuzun ara sıra arkasını kontrol ettiği gibi... (dön önüne birşey yok, genelde pat diye burnunun ucunda beliriler... çok fazla korku filmi izliyorsun )... o an Allah'a yalvarma ihtiyacını en çok hissettiğim anlardan birisiydi. kitabın yalan olduğu söylenmişti, fakat dediğim gibi belki bu da bir yalandı... ilahi bir işaret bekler gibi elimdeki bölümün daha önce pek karıştırmadığım bir kısmını rasgele açtım... böyle anlar vardır bilirsiniz,ya da hepimiz çok fazla film izlemişiz... insan o an çıkacak sayfada senin durumunla alakalı bir husus bekliyor... kelimeleri yavaş yavaş deşifre ederken,bir yandanda her an karşıma çıkabilecek bir yaratığın zulmünden korkmuyor değildim... kelimeler bir anlam ifade ediyordu, ancak uçuk malzemeler... şunu şöyle yap,şu saatte yap... artık emin oldum ki,bu kitap uydurma olmasa dahi benim bunları yapabilecek gücüm kuvvetim yoktu... başımı ellerimin arasına aldım, kafatasımı ufak ritimlerle duvara vurdum... keşke patlasaydı kafam ve kan mecralarımda dolaşan bu aşağılık şıllık defolsaydı vücudumdam... hürriyet nedir çok iyi anlıyorsun, parmaklıklar yok fakat bir mahkumsun... tek çare intihar etmekti, oysa deli gibi korkuyordum ölmekten... salak adam, hani eninde sonunda ölecektin... lafta adamsın, yalancı pehlivan diye geçirip, kendimi suçluyordum içimden... belki kendimi bir hamlede aşağı bırakabilirdim, kısa süreli bir panik ve özgürlüğe süzülürken çarpma anında dağılan onlarca organ yanında özgür kalacak bir ruh... denemeye değermiydi ? kesinlikle değerdi, lakin yemiyordu... ulan bir meta olsam, yolda düşürsen eğilip almaya tenezzül etmeyeceğin ben,bir sex objesine dönüşmüştüm... giberken gibilmek bu olsa gerek,bir boynumda tasmam ağzımda topum ekgib Allah_u ekber sesleri çınlatırken siyah gökyüzünü,ben de içimden tekrarlıyordum Allah_u ekber o ekberdir ki; beni kurtaracak... hayyal el-felah diyor yani haydi kurtuluşa diyor... en sonunda ise esselatu hayrun minen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) ..anlamı tam olarak namazı teşvik etse de,insan o an durumuna uyarlıyor... uyku kelimesinin çağrıştırdığı malum... cidden, madem müslümandım neden namaz kılmıyordum... parmak ucunda banyoya ilerledim, tüp mutfakta olduğundan pek ortada gezinmem doğru olmazdı. evdekiler zaten şüpheleniyordu tavırlarımdam... bayram değil seyran değil nedir bu din iman derler, gerçi ondan ziyade saatlerdir uyumamış... kendiyle oynamış oynamış, şimid de kaça kaça banyoya koşuyor derler... uzun bir bahçe hortumumuz vardı,onu taktım musluğa buz gibi suyla yıkadım bir cesedi andıran bedenimi... su her değdikçe kesilen nefesim, ölümün pek uzak olmadığını hatırlatıyordu bana... kendimin gassalı olmuştum,bir de zütüme pamuk tıkasam gitmeye hazırdım bu dünyadan... gusülü aldım, temiz bir nevresimimi yere serdim... tekbir aldım Allah u ekber ! o büyük olan kurtaracak beni... fatihayı okurken nasıl bir ağlama tuttu beni iyyake nabüdu ve iyyake nestain derken, şirke saplandığımı hissettim... suratıma suratıma vuruyordu iyyake nabüdü ve iyyaka nestain oysa ben ne yapmıştım... beni ''sırat'el mustakim' e eriştirmesi dileği ile , ilk kez anldıbını hissede hissede kıldım bir namazı... bir 5 dakika secdede kaldım, nevresim sırılsıklam olmuştu... öyle bir haldeydim ki; tüm benliğim tek noktada toplanmış o an kesseler kanım akmaz... yoğun bir ruh hali... sünnet üzerine sağ omzum üzerine uzandım, gözlerimi kapatıp içimden Allah diye zikretmeye başladım... içim resmen kaynıyor, tuhaf bir yükseliş hissettim sonsuz bir huzurla uykuya daldım… (inancı ayrı olan arkadaşları kırmak incitmek ya da din tartışması yapmak gibi bir niyetim yok ... herkesin düşüncelerine saygım var ancak bendeki böyle) rüyamda , mustafanın bahsettiği üzere yaptığım ilk ritüelin bahçesindeydim... sanırım hatırlarsınız.. tuhaf tuhaf yaratıklar olan ve bana kegib başımı gösterdikleri trans hali... her biri bana sırtlarını dönmüş bir halde... kayıtsızlar, öğretmen yüzümüzü tahtaya döndürüp nasıl bekletiyorsa, aynı şekilde dönükler... bir istikamete bakıyorlar yavaş adımlarla ilerliyorum ... ilerliyorum... yaklaştıkça daha net algılıyorum, sıcak ve nem gibi huysuzluk veren bir durumdayım... ancak geri gidemiyorum,bir çeşit akıma kapılıyorum her adımda ... tam arkalarına kadar yaklaşıyorum... çok az bir mesafe kala ,bir tanesi ortaya geçiyor... diğerleri ise etrafında sıkı bir çember kuruyorlar evet yüzlerini görebildiğim,ilk ritüeldekiler... ortalarındaki ise göz pınarlarında kurumuş kan birikintileri olan benimki... elinde bir sepet, sepetin kapağını açıp yere doğru bırakıyor... kafam ayaklarımın ucuna yuvarlanıyor dehşete düşmüyorum, neden düşmedim bilmiyorum. tüm duygular, düşünceler anldıbını yitirmiş yeterince.bir anlam veremiyorum, benim bir vakit namazımın ona bu zararı verebilme ihtimaline. klagib tekrar uyanıyorum, dilimi ısırmışım ve ağzım kan içinde... ağız dolusu tükürüyorum lavaboya, tüküreyim böyle hayatın içine o olaydan sonra uzunca bir müddet görmüyorum rüyalarımda, hala bir üniversite kazanma telaşındayım.8 kilo vermişim, suratım o kadar ufalmış ki mesut özil gözlerine sahip olduğumu yeni öğrenmişim... namaza bağlıyorum bir şekilde,o kurtardı herhalde diyerek... mümkün olabildiğince kılmaya başlıyorum, ancak herhangibir cemaate tarikata gitmiyorum... sadece farzları kılıyorum... ufak tefek göğüs ağrılarım devam ediyor, ancak olsun o kadar da diyorum... bir dargın bir barışık sürdürdüğüm mustafa ilişkimde asla ama asla görüşme taraftarı değilim... bahsettiğim gibi son olanlardan sonra başım çok sıkışmadıkça gitmem de yanına diyorum birgün derneğe uğramak geçiyor içimden. karşı konulamaz bir istek, hani hepimize olur bazen. içerde bir tek çaycı var. içeri girince hortlak görmüş gibi şaşkın bir ifade ile bakıyor ; birader nerelerdesin,ne oldu ? mesele nedir diye yapışıyor koluma ne bu telaşın abi ? okul kazanmaya çalışıyorum... bir meselemi var ki ? diyorum olum mustafayı vurmuşlar ya lan... sen hep onla takılıyordun, haberin yok mu ? diyor, gözler faltaşı gibi ananı gibeyimmm diye mırıldanıyorum, çöküyorum tahta ufak sandalyenin üstüne... bir sigara yakıyorum ulan haberin yoksa, nasıl birşey sormuyorsun ? diye hayretle soruyor çaycı... haydi gelde söyle kolaysa,su testisi su yolunda kırılır diye. çaycı nerden bilsin ne fırıldaklar döndüğünü şok oldum abi,bir kendimi toplayamadım ki deyip geçiştiriyorum... nasıl olmuş, durumu ağır mı ağır mı ? ölmüş olum adam ... ölmüş ,ölmüş kim vurmuş ? (sorularım gayet umarsızca yöneltilen sorulardandı ) muhtarın kızı elim titredi, boğazım düğümlendi... o gencecik, yüzüne bakmaya kıyamayacağın kız katil oldu he... peki nasıl olmuş diyebildim, zangır zangır titrerken... (ben palayı tahmin etmiştim ) '' falanca mahallede bir oyun salonu var... sahibi itin biri, yatmışlığı da var... mustafa ile pek bir sıkı fıkılardı... mustafa'yı başına oturttu kahvenin... o günden sonra da biti kanlandı mustonun... hanzo demiştin ya ,harbiden hanzo bu adam... geçenlerde kafası mı kıyakmış artık neyse muhtarların evin oraya gidiyor, altında araba ile kör gece vakti... muhtardan para falan istiyor diyorlar, aralarında sürtüşme çıkıyor... bayağı hırpalıyorlar birbirlerini... kız paniğe kapılıyor, bıçak ile bunun boyna sallıyor 2-3 tane... mustafa vurulup dışarı çıkıyor avazı çıktığınca bağırıyor can havli ile ama çok geç... kızı alıp zütürüyorlar, mustafa'yı da palalar alıp zütürüyorlar...  bilirsin pek kimi kimsesi yoktu... memleketine gömüyorlar'' daha sonra öğrendiğim üzere olayın aslı... pala ve tayfası aynı zamanda torbacılık yapıyorlarmış. muhtar dediğimiz adamda bunların daimi müşterilerinden biriymiş.bir süre sonra para takmaya başlamış palagile. hatta herkesin içinde analı avratlı sövmüş palaaya. bilen bilir bu işte itibar, racon çok önemlidir. Allahın pislik adamlarının kendilerine göre yasaları vardır. şehrin en daşşaklı elemanlarının takıldığı mekanda böyle bir vukuat olursa, sadece mekan sahibine değil o adamlarada yapılmış sayılır. palada bunun canını nasıl yakalım diye düşünürken mustafa en ağır bedeli ödetmek lazım, yoksa bu kadar adam önünde itibarın sarsılır demiş... pala ne yapılabilir diye sorunca kızın kaldıralım demiş mustafa. pala düşünmüş taşınmış,bu iş riskli iş kız reşit değil cezası ağır. kendisi zaten mapusluk çekmiş adam. hakan ve ali'de yaklaşmayınca bu işi becerebilirsen, burayı sana tümü ile bırakırım ,eğer ki dediğin gibi cezasız kalırsa berbat oluruz diye söz vermiş mustafa sabah vakti araba ile oraların yakınlarına getirilmiş hakanla, akşamı etmişler... hava kararınca kızı kaçıracak.eee kaçıran adam ırzına da geçer. içeri dalmış, muhtarla cebelleşmiş. muhtarı da haşat etmiş adam can havli haber vermeye kaçmış evden. kızı odadan çeke çeke zütürecekken kız sallamış boğazına bıçağı... mustafa cartayı çekmiş. muhtar ses edememiş. sonra palalar sahip çıkmışlar cenazesine alıp zütürmüşler yozgata çaycının anlattıkları bir bakıma içimi soğutmuştu, lakin hala acıyan bir yanım varsa bu muhtarın kızından ötürüydü. gerçekten çok narin, yumuşak huylu ve sevecen bir kız,iş namusuna ve iffetine gelince nasıl aslan kesilebiliyormuş tekrar tecrübe ettim. palaların ne sebeple mustafanın leşine sahip çıktıkları kafamda soru işareti yaratmıştı. boşver dedim leşleri gömecek adamlar, üstüne leş sinmiş olanlardır ancak. herkes muamele ettiği gibi muamele görür şu hayatta. elbette palaların bir menfaati olmalıydı,bu deyyusun toprak olmaya ramak kalmış leşinden.bu tip adamlara takun derman desen gider ıssız adaya , uçsuz bucaksız çöllere sıçarlar. peşlerinde komiser kolombo oynayacak halim yoktu ancak dediğim gibi, yüreğimi sızlatan bir musibete sebep olmaları beni düşünmeye, irdelemeye sevk ediyordu. düşünce çok farklı bir nimet, zorladıkça sınırların açılır ve bir süre sonra ciddi anlamda kapasiteni artmış olarak bulursun. gündelik hayatında pek önemsemediğin olaylar çağrışımlara yol açar zihninde.bu düşünceler bazen uyutmaz seni günlerce ve harap eder, bazen ise o uykusuzluğun bedelini zerresine kadar sana takdim eder.ne olacak yani düşününce ? deme, bir çözüme ulaşabilir misin, çözebildin mi aralarındaki irtibatı yahut en güzel çağında kodese tıkılacak olan bir masumun acılarını ? bunu hiç deme... insan neden yalnızlıktan korkar bilir misin ? çünkü sorularıyla başbaşa kaldığı anlardır bu yalnızlık dilimleri. normal hayatında her soruyu bir muhattabına yöneltirsin, tatmin etsin yahut etmesin cevaplar alırsın. derdini paylaşır, kafanda çözemediğin ve vicdanında leke bırakmış olayları uzun uzun anlatırsın karşındakine.tek beklediğin ise onaylanmaktır. kendi vicdanını başkasının onayı ile temizlersin. bazen inanmasan ,haksız olsan bile meseleleri öyle bir anlatırsın ki,lehine dönsün diye ; ruhunun sırtına yapışmış bir kamburdan kurtulmaktır tek amacın...  oysa tek kaldığında öyle mi ? bir döngüye girersin... pişmanlıkların, sevapların,utançların, keşkelerin,kırgınlıkların birer birer dikilir karşına. ufak bir mahkeme kurarsın iç dünyanda oysa bu kez yargıçta sensin, sanıkta,tanıkta, maktülde... bu kez derdini paylaştığın andaki gibi senin beraatine karar veren bir dostun yoktur, yığılı dava defterlerinde... kendini yargılar, kendi cinayetini anlatır, kendi ölüm anına şahitlik eder ve en sonunda kendi celladın olur, ilmiği boynuna geçirirsin... işte bu yüzden yalnız kalmaktan korkar insan... kendi mahkemesinde kendini asmasın diye. bahsettiğim ufku açılan düşünce ve çağrışımlar yaratma gayreti ise seni çoğu kez idamdan kurtaracak bir son dakika delili gibi sunulur, sert bakışlı yargıcının önüne.bu muallak bakışlı yargıcın adı vicdandır.ve vicdan en masum hislerin yuvasıdır, süt gibidir bir toz zerresi düşse farkedersin... düşünmek ve kendinece deliller bulmak vicdanını rahatlatır ve seni özgür kılar... hürriyetini teslim edemezsen vicdanına belki demir parmaklılarda değil ama kafatasında mapusluk çekersin bu dünyada çay içer misin ? uzun zamandır hasret kalmıştık be biraderim sana deyiverdi bizim çaycı hasretler kavuşana kadar güzelmiş be abi dedi başımı iki yana sallayarak.bu koca yıl bana bunu gösterdi yüzüme bön bön bakarak olaydan mı kederlendin nedir, aşık mısın ,divane misin ne bu edebiyat... bekle çay alıp geleyim diyerek iç odaya yöneldi çaycımız aynı zamanda telefonlara bakan bir garip adamdı.o dönemin lotosundan, totosundan para vurmak heveslerinde olan bir adam... her ne kadar kafası çok basmasa da , o bile anlamıştı dünyanın ekonomik döngüsünü... birkaç ihtimalin vardır bu devirde parayı bulmak için... o ise kendince en masum olanını seçmişti... her insan kadar paraya açtı. içerde suya, şekere,ocağa, çay kaşığına küfrede küfrede çayları doldururken, hırsını ancak cansız nesnelerden çıkarabilecek çapta bir adam olduğunu da kanıtladı. hayatın her alanında sille yemiş adamlar böyledir. işte iken hükmedeceği kimse olmadığından ataç, kalem,delgeç çaycı ise bardak, demlik,süzgeç demeden söver geçerdi. evine gittiği zaman ise yok olmayan ancak birkaç saatliğe haşat edilen egosunu karısı ve çocuğu üzerinden tatmin ederdi. takımı 5-0 geride olan bir taraftarın 'hakem senin düğününün içindeki nohutu' gibeyim veryansınını gördüm ben. imkanların ne kadar kısıtlı ve durumun ne kadar taktansa o kadar fantezilere açık bir dünyan oluyor tam içeri girecekken ayağı yeri boydan boya kaplayan, parçalar şeklinde yapıştırılmış kağıt, keçe karışımı halıya takıldı tökezledi ve bardakları un ufak etmeyi başardı. gibtiğimn halısı dedi yere tükürdü... kardeşim bu hayatta herşey mi bana karşı dedi, aynen az önce bahsettiğim onaylanmayı bekleyerek. sorumluluğu üzerinden atma pgibolojisi budur, sanırım anladınız. haziran ayında pikniğe gidince yağmur yağsa ya mikail biz sana ne yaptık diye serzenişte bulunacak bir adam tipi... çaresiz ve bu kadar sitemkar oluşu da bu yüzden. canlı nesnelere sitem edemiyor, çünkü o genelde sitem edilen taraf... insanları eğitim durumu, cinsiyeti,ırkı ya da cüzdanına göre ayırmamam,bu tip adamların ağlama duvarı olmama sebep olmuştur... pişman mıyım ? asla... güzelleştim yasla. tekrar çay doldurmak için içeri girdiği vakit,sol bacağımdan diz kapağıma doğru sirayet eden bir ağrı hissettim. küçük gerilimlerde dahi olsa elektriğe çarpılanlar varsa bilir, hemen hemen aynı his. bu çok kısa bir sürede boynumun sol tarafını ve sol sırt bölgemi esir aldı. kalbim adeta kademeli olarak ilerleyen bir press makinesina sokulmuş gibi. saniyeler geçtikçe nefes alamamaya başlıyorum. çaycı içerden laf yetiştiriyor bana, ülkeyi,dünyayı falan eleştiriyor.'çekerim emaneti, giberim adeleti' tarzı nutuklar atıyor,ben ise muhtemelen çaycıyı bir daha göremeyeceğimi düşünüyorum. ölüme çok ama çok yaklaştığımı hissettim, dilim bile ağırlaşmıştı... okuduğumuz kadarı ile bu sekaretti, şehadet bile getirecek dermanım yoktu... haşa sanki erkekliğim bile benden gitmişti... yüzümde artan kan basıncı ile kırmızının en koyu tonlarını resmederken, çayı içeri dalıverdi... o bakışını unutamam, kocaman açılan gözleri ve hemen tam önüme doğru atılmasını. fakat dokunamıyor, soramıyor ve konuşamıyor ... bu da ne yapacağını bilemenin getirdiği bir hal... şoku kısa sürdü skortaakkkk,ne oluyor gardaşım, kalbin mi... ? ses veremiyorum ağlamak istiyorum ağlayamıyorum, sadece ı lıyorum... belirli belirsiz bir hırıltı... Bismillah, bismillah,bismillah yüzüme kolonya çalıyor... peşi sıra beni yerimden kımıldatmak istiyor fakat yaptığı her hareket nefes almamaı daha da imkansız kılıyor... birden bire gözümün feri kesildi, karanlık ve her yer karanlık... elinde kıymetli sayılabilecek bir yüzükle, karşımda benimki belirdi...

• • • • • PART 6 • • • • •

Fon yine simsiyah... Küçümser bir bakışlar elini sağa sola doğru hareket ettirdi ve ardından yüzüğü öptü... Bu yüzük Mustafa ile definede bulduğumuz yüzüktü... Alemim değişti... ben bu hale trans derim,siz ise cinlenme, sallamasyon,rüya yada sanrı diyebilirsiniz... fakat fiziki durumum hala aynı, ölümün kıyısındayım ,aşkın öfkeye ve o öfkeninde dünyadaki en büyük gözükaralıklara sebep olduğunu anlamaya nail oldum. yüzüğü gösterdi, elini bana doğru uzattı eee kahramanımız nasıllarmış acaba ? diye sordu ( bunların hepsi aşağılayıcı ifadeler ile ) cevap veremedim, veremiyorum zaten... kalbim uyuşmuş gibi,sol yanım bildiğiniz felç inmiş gibi, tüm duygular ölmüş gibi. demek konuşamıyorsun... oooo ama doğru ! sanırım can çekişiyorsun... yaptığın şeylerin bedelsiz kalacağını zannettin demek... intikam... hıhhh intikam... cidden soğuk yenen bir yemek... ne o,bir namazla kendini evliya mı sandın, kendimi sana zayıf gösterince ve uzun süredir irtibatı kesince cidden galip geldiğini mi düşündün... kendi derdini bırakıp, başkalarının derdi ile mi dertlendin belki güleceksiniz ama içimden 'kısa kes huur ölüyorum aq '' diye geçiyor... ama geçenleri düşünecek takaatin bile yok o takaatim olmamasına rağmen; demek canın çok yanıyor,bu acıyı sen seçtin... tıpkı budalanın birinin yaptığı gibi... siz insanlar neden sadakatten bu kadar yoksunuzsunuz, neden tüm anlaşmaların limitlerini bu kadar hoyratça sınamak derdindesiniz... devam etti ''mustafa sana bir söz etmişti hatırlıyor musun ? seni kurban seçmişti... kurbanlık koyun yerine koymuştu değil mi ? benle akdi karşılığında seni bana teslim etmişti, aramızdakilerin sır olacağına dair kavilleşmişti... oysa sadece seni bana teslim ederek, ancak diğer kurallara uymayarak kurtulacağını sanarak çok büyük bir yanılgıya düştü... burda kuralları ben koyarım,kim kurban kim değil ben karar veririm... bunu sende gördün... sana kurban diyen adamın bir kurbanlık gibi boğazı kesilerek geberdiğini duydun... peki tüm bunlara rağmen, hala aklınca yarattığın basit prosedürlerin arkasına sığınarak mı sakınacaksın... hala anlayamıyorsun ? diyordu ya mustafa , sanki kendi anlamış gibi... sende mi kalın kafalılık edeceksin... bana itaat edeceksin... sana verdiğim şansı değerlendiremedin, seni insanlar arasında üne, şöhrete boğabilirdim... kendimi o namaz kıldığın gece sana aciz gösterdim ve seni denedim... sadakatini tartım, pişmanlık duymanı bekledim... oysa sen beni aciz düşürdüğünü sanarak aklınca türlü senaryolar uydurdun' içimden cidden boğuluyorum huur korkma ölmeyeceksin... ölüm bir anlık, benimle aşık atmak neymiş sana bunu en ince detaylarına kadar ispatlamak istedim... benim gücüm senin tankın, tüfeğin,silahından çok öte... ben senin varlığını sürdürmene sebep olan mekanizmana ambargo koyarım, şimdi elimi üstünden çekiyorum... sana denileni yap... dedi elindeki yüzüğü dudağıma kadar yaklaştırdı... çaresiz bir biçimde öptüm... uyuşan bir bacağa yahut kola nasıl kan giderse aynı şekilde karıncalanmalar hissetim... dilim çözüldü 'benden ne istiyorsun ? dedim... aptal olmamanı... mustafa olmamanı dedi beni mustafa yapacak hususlar nedir? özgürlüğüne kavuşman için sana fırsat verirsem; ki bu fırsatı istediğim zaman ,belki de hiç vermem kendine karşılık, bana bir kaynak bulduktan ve onu bu gerçekleri dile getirmeden cezbettikten sonra, benden ayrılsan dahi başka bir varlıkla iletişimde olmayacaksın. bir dakika mustafanın yaptığı bu muydu? tam olarak evet... benim irademden çıktığı zaman kendisine başka bir dost edinmiş... anlaşmamızda bu yoktu '' o an aklıma erkek olan cin geldi, hani şu mustafanın bahsettiği, bunlar 2 tanelerdi olayı... sadist olduğundan, kana ihtiyacı olduğundan bahsettiği ve en son kızın namusunu isteyen varlık... mustafa 2 tane cinin ; - ki bunlardan birisi sensin, kendisine suriyeli tarafından musallat edildiğini söyledi. senle anlaşması karşılığında beni verdiğini, erkek olan içinse muhtarın kızı üstünde anlaştıklarını söyledi bak sen!? ne yani bunlardan haberin yokmuydu ? sen insan olarak aynı anda bütün mekanlarda bulunabiliyor musun ? her dakika sizi mi takip ettiğimi sanıyorsun ? tek bir farkla,ben olmasam da bir şekilde haber alırım... kısacası ne yalanlar uydurursanız uydurun bir şekilde, mustafanın gebermesi yahut senin şu anki halin gibi hesap sorulur... zaman senin için çok önemli, benim için değil... ve emin ol,senin için önemli olanlar umrumda değil... yalan söylemiş sana, ancak mefta olduğuna göre oldu herhalde haberim dedi ve ekledi suriyeliden intikal ettiğim doğrudur ancak yanımda başka biri ile intikal ettiğim yalandır. bahsettiği varlığı benden sonra bulmuş.bu varlıklar sürekli seyir halindedir, olayları incelerler... kısacası mustafadan haberleri vardır bir şekilde, boşta kalınca kendi emelleri adına bu işte yetişmiş bir insanoğlunu kaçırmak istemezler.siz insanlar nasıl ki en yakın arkadaşınızın dahi sevgilisi ayrılınca ona yavşıyorsunuz aynı durumdur. fakat benim esas aldığım benimle anlaşan kişidir, kusura bakma ama basit insanlar için aynı saftan olduğum bir canlı ile elbette uzlaşabilirim... haksızlığını kabul etti ve bana bir bedel ödedi, karşılığında mustafadan himayesini çekti ve kaçınılmaz son gerçekleşti... peki kan olayı... palanın kanını onun için aldığını söylemişti yalanları ve sadakatsizliği yüzünden geberen bir adamın sözlerini çok ciddiye almışsın... o da benim içindi... tora yı bilir misin ? orda der ki kan ruhtur... kutsal kitaplarda yazan her söze yanaşmasakta bir çoğu hakikatleri içerir... hele ki bu hususlarda... o ruh benim ruhumu besler... o halde tüm bunları neden bana anlattı ? pekala hiç bahsetmeyedebilirdi '' insanların yapısını çok iyi biliyor. kendi pisliğini meşrulaştırdı. insanlar bildikleri ya da inandıkları şeyleri pek fazla sorgulamazlar.bu tip bir olayı görüşmelerimizde benden saklamanı dolaylı yoldan sağladı. aslında saklamak denemez, sadece söylemene engel oldu. bunu ise dediğim pgibolojiyi üstünde yaratarak yaptı. unutma insanlar bilinenleri anlatmayı pek sevmez... peki madem kendisi sebep olmuştu nasıl muhtarın kızı öldürmüştü... o sadece telkin vermiş,bu saçmalığa girmesini sağlamıştı... mustafa kendi varlığına güvenmiş ve sonuçtan emindi, oysa elinden imkanı alınca mesele vukuu bulmuştu... bunların eli ayağı yok senin benim gibi... tüm iş direktiflerde... en baştan beri temas ettiğin noktalardan biri çaycı ile olan diyalog ve trans halimin devamı üzerinden; artık neyin ne olduğunun bilincindesindir umarım.bu girdiğin yolun kenarları uçurum ve karanlık kaplı,tek şulen ise benim. ister itaat edersin, ister yoklukta kör bir nokta olmayı olmayı seçersin mecburi bir ifade ile evet dedim. başka çarem yoktu, çaycı ya da ezilen kimseler gibi sövebileceğim nesnelerim bile yoktu. insan kınadığını yaşamadıkça ölmez derler,az evvel hakkında afilli felsefik tespitler yaptığım çaycıdan da beterdim.bir sır ve o sırrı taşıma mecburiyetinin yükü omuzlarımda, siteme ise katiyen yer yok... birden bire gözümün önünden kayboldu kadın ve ışıkla yeniden tanıştı gözbebeklerim. çaycı yere dizi üstüne çökmüş, başım göğsünde yere serilmiş bir haldeyiz.ilk sorduğum ne kadardır bu haldeyim ? oldu en fazla yarım dakika kadar. biraderim,iyi misin ? şuurunu kaybettin sandım yanıtını alınca bu görüşmelerin beynimde  rüyaya benzer bir halde, zaman kavramında bağımsız gerçekleştiğine emin oldum. endişesi her halinden belli olan çaycı ölüyorsun sandım kardeşim, çok korktum, çırpınıyordun... kalbin mi? yok dedim.kalple falan alakalı değil. çocukluktan gelen bir rahatsızlığım var benim .kısa süreli bu hali yaşarım. endişelenme benim için, sağolasın su içirdi bana, toparlanmama yardımcı oldu. sandalyeye oturdum, hala hafif titremekte olan ellerimle bir sigara  yakmak adına çakmakla cebelleştim... elimden kaptı çakmağı... az evvel ölüyordun,ne yapıyorsun kardeşim dedi . babacan bir hale bürünmüştü... fakir ya da orta halli insanların samimiyetine hep daha çok inanmışımdır. kaybedecekleri sadece canları olduğu için, karşıdakinin en değerli malı olan canına kıymet gösterirler onu rahatlatmak maksadı ile; abi büyütülecek birşey değil... dedim ya çocukluktan beridir var bu... uzun zamandır krizlerim kesilmişti ilacımı bırakmıştım. eskiden çok uzun sürerdi, acaba büyük bir atak mı diye merak ettim dedim... anlık bir durumsa dediğin gibi fazla sorun yok dedim iyi olduğumu sergilemek maksadıyla daha samimi bir hal takındım. hafif tebessümle beraber  elimle omuzuna vurdum korkma  ! bu postu kolay serdirmem. dedim... iyi olduğuma ikna olmanın rahatlığı ile; aman ha genç çocuksun, serdirme zaten dedi... yarım saat kadar hemen hemen sohbetsiz bir şekilde vücudumu topladıktan sonra ordan ayrıldım... aslında ders çalışmak dışında yapacağım bir iş yoktu, belki de canım sigara çektiğinden bir tür kaçış oldu... bu adamların sevgisi samimi de olsa bazen darlandırır, ilginin dozajı arttıkça bir süre sonra bunalırsın ama yine de iyidirler,en azından cebi dolu kalbi boş olan nemrut yüzlü heriflerden değilldirler hayatımın her anının fırtınalarla dolu olduğu bu dönemde,hala unutamadığım bir nokta vardı ise ; o da muhtarın kızıydı.olayın aslını sorabileceğim kaynaklar sınırlıydı.herkes kulaktan dolma bilgilerle,kim ne dedi ise üzerine kendinden bir iki mesele daha ekleyip anlatır bu tip durumlarda.herkes bir hikayecidir bu noktada.bahsettiğim üzere bu bağlamda merakımı tatmin edebileceğim 2 adres vardı... bir pala,diğeri muhtar... pala ; pis işlerin adamıydı ve bahsettiğim gibi mustafa gibi bir adamı tutup taa yozgatlara gömecek adamda değildi... diyeceksin ki ; eli mahkumdu,işin içindeydi başka ne yapsaydı? hak veririm sana ,ancak bu tip adamlar sıyrılmak istediler mi pek güzel sıyrılabilirler her türlü vukuattan.daha öncede dediğim gibi ; bu tip adamlara takun derman desen,gider ıssız adaya sıçarlar.o derece egoist o derece ben merkezli insanlardır.belki böyle olmaları da gerekiyor.çakallarla barınan biriysen sen de çakallık yapacaksın ki;her leşten gram olsa pay kapasın ve hayatını idame ettirebilesin.ben leşe ağız eğmem deyipte hayatta kalabilen onurlu bir çakal görmedim  ben . o sebepten pala işi hem riskli hem de basit bir merakı bastırmak adına fazla iddialıydı.muhtar ise hem kızının derdi ile sıkıntılarda,hem de daha o düğünde beni mustafa ile görmüştü.nasıl yaklaşabilirim bilmem.kız desen zaten tutuklu...  yıllar ama yıllar sonra bir haber alabilirsen ne âla . o da zaten , hemen hemen imkansıza denk düşen minik bir olasılık dairesinde.zaten başıma ne geldiyse , meraktan gelmişti.insanoğlu tuhaf bir varlık ; bilinmeyenin cazibesi peşinde,bilinenlerden ne kadar hoyratça kaçıyor ve onları elinin tersi ile itebiliyor.belki tüm gayretini tamamen gerçeklerle bezeli olan hayatına verse,kafasında ütopya olarak adlandırdığı nice cennetleri dünyada iken yaşayacak... ancak,olmaz... hamurunda bu var... insan tabiatı gereği buna diretir... yapılan mastürbatif eylemlere bak çok rahat anlarsın  ki ;belki herkes daha sosyal olsa o eylemi canlısı üzerinden halledecek... benzetmem incitmesin seni ama şuursuz olduğum ilk 3-4 yılı sayarsan yaklaşık 30 yıllık izlenimlerini bunu ispatladı bana.tüm hayal gücünü ünlü pornstarları,ünlü tabir ettiğimiz taş hatunları yahut biscolata erkekleri ile düşsel birlikteliğe harcamasan , belki de cebim dolar... güzel bir söz vardır, siz kafanızı hayallerle doldurun,gün gelir o cebinizi doldurur oysa bizim tek yaptığımız eylem kafamızda doldurduğumuz hayalleri bir peçeteye boşaltmak... kızlar nereye boşaltıyor bilmem,zaten pembe dışkılıyorlar dedikleri için geldim bu sözlüğe.şu an o sözün çevrimine baktım da ;adamların hayali ile bizim hayal anlayışımız bile farklı be mübarek... hayalden kasıt fikir yani... sen terim olarak rüyalanmak olan başka bir dil biliyor musun ? rüyada bile gibişip bunu kelimesel bir kalıba sokmuşuz. not : yazarın bunu anlatmakta ki muradı siz stoyaları düşünüp asılınca birşey yok, skortak beynine hükmeden ve onu zorlayan kızıla kayınca aouwwwww... ne aouwwww u aq... ( arada relax olmanızda fayda var,o yüzden birazda gülümsemenizi sağlamak adına bu tarza geçiyorum...  bunları yaşayan biri böyle yazamaz diye gelecek adama,lan anası ile cinsel münasabette bulunduğum herif hayatında bunları yaşayan kaç kişi tanıyorsun derim... senin tek bildiğin bu şeyi yaşayan böyle konuşamaz diye sana dayatılanlar... cinler,avratgiben yaratıkları... tecrübe dahi edemediğin bir mesele hususunda sana yutturulan dolmaları gerçek kabul edyiyorsun, yine bu bilmediğin konuda başkası farklı konuşunca ise bir anda olamaz böyle birşey diyorsun... oysa sen zaten bu meseleyi bilmiyorsun,sana dayatılanları kabullenmişsin... yani neyse...  zaten aklı salim olan adamlar ne için okuduklarını biliyorlar... hoş geldiği için,bende sırf onlar adına yazdım... 787.kez söylüyorum ki inanmamak sana da bana da birşey kaybettirmez.zevk al bin kurusu) kısacası her seferinde kıçımda patlayan merakı en azından şu sınava kadar ertlemenin vaktiydi... bu esnada anlaşma üzerine, belirli günlerde bu kadın ile beraber olmaya devam ettik... tıpkı senin rüyalanman gibi. fakat bir şekilde kendimi fiziki olarak toplayamıyordum. çok sık bir şekilde uykum geliyor, bazen anlama zorluğu çekiyor, sağlıklı bir insan görüntüsünden hızla uzaklaşıyordum. zaten yakışıklı sayılmayan ben hafiften kargaları kovmak adına dikilmiş bir korkuluğu andırıyordum. çevremde sağda solda anlatılan cin hikayelerine sahte şaşırmaların yarattığı ,zorlama mimiklerle tepkiler veriyor fakat içimden 'he yannanım he' çekiyordum.en ufak duygusal çalkantıda, başarısızlıkta bile cinci hocalara koşan insanlara acıyarak bakıyordum. öyle güzel efsaneler uydurulmuş ve yıllarca nakil edilmişti ki ; cincilik denen mesele süper para basan bir sektöre dönüşmüştü. Allahın haram ettiği büyüyü bile güzelce kılıfına uyduran bu şarlatanlar, kendilerince ak büyü ,kara büyü gibi salak ve hala beni güldüren 2 dala ayırmışlardı.bu bana şunu tekrar ispatladı bizim millet gariptir,her lafı kaldımaz muallak dersin kızar da gibersin aldırmaz aynen durum böyleydi.bir insanı yoldan çevirip cebindeki parayı istesen muhtemelen şiddetli bir tartışma ya da kavga yaşarsın. oysa vitaminli bir sakal bırakır, keskin ve ürkütücü bakışlar atarsan ,hele ki çevrende birkaç yancın sürekli seni göklere çıkarırsa istediğin kadarını cukka edebilirsin. nasıl mı ? şöyle ki; hayatında belirli olumsuzluklardan ötürü ruhsal çöküntü yaşayan kimselere umut satarsın.bu kimseler genelde durumunu kabullenemez, pgibolojik sıkıntıları kendine yakıştıramaz. herkes kendi gözünde en güçlüdür, özellikle ruhsal sıkıntıların bahsi bile kişiye deli olduğu imasını hissettirir. bunu insanlar kolay kolay kabullenemez ,fakat durumundan da memnuniyetsizdir. ancak karşına çekip bu insana, sana başka varlıklar musallat olmuş,o yüzden hayatın mantara bağlamış dersen sana koşa koşa gelir. çünkü artık kusur kendinde olmaktan çıkmış, varlığı bile belirsiz bir yaratığa bağlanmıştır. egomuzu ambalajlayıp dolaba kaldırdığımıza göre, artı memnuniyetsizliklerimizi giderme zamanımızda gelmiştir. karşımızda ki insan, sorunun bizde olmadığını söyleyerek egomuzu şahane bir biçimde yüceltmiştir, karşılığında ise bize umut satmıştır. umudumuz bu varlıklardan kurtalacağımız anda hayatımız eski haline dönmesidir. fakat dediğim gibi almadan veren sadece Allahtır... sana umudu satan adamda, karşılığında paranı alır. bunu çoğu kez 1 kere yapmaz, yetinemez.sen onun gözünde yolunmaya hazır bir kazdan ötesi değilsindir. insan umutla yaşar, bunun bilincindedir.bu sefer seni daha sıkı kavramak adına, yıllardır duyduğun efsanelerden bahseder. sende cin vardı, ancak senin bundan haberin yoktur.7 seans gelirsen ve her seans adına kudretli hocamıza iaşesini verirsen ,cincimiz bu varlıkları temizleyecektir. genç kızsan sana hamamda bir oğlan cin vurulmuştur. iflas etti isen incir ağacı altındaki cinlerin üzerine işemişsindir. bunlar yoktur demiyorum, elbette vardır ... ancak ülkemde cinden çok cinli ve bir o kadarda cinci var. dediğim gibi artık çevredeki cin hikayelerine çok ama çok farklı gözlerle bakıyordum. onlara musallat olanla her gece aynı bedeni paylaşıyordum... beni fazlası ile üzüyordu ancak belki çok önemli olmasa da insanların ne kadar boş oldukları kanaatine varabiliyordum. bilinmeyenler hakkında otorite gibi atıp tutmaları, kendilerini yolan adamları baş tacı etmeleri. evet çektiğim bir sıkıntı vardı ama dedim ya her musibet bile sana bir ders veriyor bu hayatta... sonra ki aşamalarım için en azından insanları tanıdım. uzunca bir müddet zamanım bahsettiğim üzere geçti. insanların yalan dedikleri şeylerden çok öte yalanlar içinde yaşadıkları ve işin tuhafı bunların farkında bile olmadıklarını gördüm. derslere bir şekilde asılırken birgün ailemi üzen bir hadise gerçekleşti. babam ile çok sıkı fıkı değildik, kendisi sakin fakat kısmen resmi bir adamdı. uzun süredir bağırsaklarından şikayet çekiyordu. daha öncede belirtmiştim sanırım bağırsak sıkıntısını. doktora tahlil için gittiğinde yapılan tetkitlerde bağırsağında birkaç nodül olduğu ve alınarak tahlile gönderilmesine karar verilmiş.o an hiçbir şey belli değilken içim o kadar derin hüzünlerle kaplandı ki ; az öncede bahsettiğim gibi bilinmeyene saran şey, elinde olan ancak kıymetini hakkı ile bilmediği büyük bir hazineyi kaybetmenin eşiğindeydi belki de.ne olacağını ya da ne bulacağını  bilmediğin şeyler hakkında hazine arar gibi arayışlara giren sen, elindeki en kıymetli ve yeri doldurulamaz bir hazineden mahrum olacaksın belki de.insanoğlu çok aptaldır. normalde her okul önce ders verir ardından sınav eder, fakat hayat önce sınavını gerçekleştirir ardından dersin notlarını suratına fırlatır, öğrenebilecek kapasiten varsa öğren der. çoğu onu bile öğrenemez, insan aslında eşref_i mahlukat olsa da, kapalı olan gözlerle hayvandan bile aşağıdır bu ara kısmı çok uzunca bahsetmeme gerek yok sanırım,hep sıkıntılar içinde ve kaybetme korkusu ile geçti.bir yandan da ; babamı kaybedersek bir şekilde ailemin yükünü sırtlanmam gerektiği için çocukça bir hevesle dersleri bırakamadım. Allah kimseye yaşatmasın, babası hayatta olanlar kıymetini bilsin.o sarılamadığınız ,sevginizi sakındıkça kendinizi daha sert ve erkek hissettiğiniz adam var ya,işte o birgün gidebiliyor. bunları üstünden yıllar geçmesine rağmen bile yazarken tüm duygularım allak bullak oldu ... hikayenin tek kelimesine inanmasan da, bu kelimesine inan ben hayatta en çok babamı sevdim bu sıkıntılı sürecim içinde ziyaretler kısa süreli kesildi, belki de tek sevindirici yanı buydu... fakat o gece yine geldi babanı kaybedeceğin için mi korkuyorsun? evet, emin ol artık sana bile alıştım alışmak zorundasın. uzun süredir gelmiyorum farkındayım neden diye sormayacak mısın? canın istememiştir ,alacağın kalmamıştır. seçim hakkım olmadığı birşeyde merak ne diye? boynumu uzatmış ne zaman ineceğini bilmediğim bir bıçağın inmesini bekliyorum enerjin çok düşük bu sıralar, böyle giderse ondan evvel öleceksin halimden belli değil mi ? her gün soluyorum... gelmeme sebebin bu değil mi ? anlaşma anlaşmadır.bu kadar üzülmen boşa, birşey çıkmayacak. kendini topla hayata sarıl beni mi yoksa çıkarlarını mı düşünüyorsun ? dedim alaycı bir tavırla hadsizlik etmediğin zamanlar seni de.emin ol babanda birşey yok. dediğim gibi kendini işlerine ver... kendini topla uzun zaman görüşmeyeceğiz bu ziyaret sonucu uyanma yaşamadım, irkilme olmadı.bu biraz daha farklıydı bir süre sonra babamdan alınan parçaların sonuçları çıktı, Allaha şükür temizdi.o an yaşadığım sevinci anlatamam... boynuna sarılıp onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim belki de hayatımda ilk defa. anneme dönerek 'demek ki sevdiğinizi görmem adına ölmem  lazımmış ' dedi... güldük hep beraber. artık tamamen derslerime konsantre olmuştum, kadının uzun süre görüşmeyeceğiz demesi de bana kafi derecede iyi gelmişti. kısa süre içinde kayıp kilolarım telafi oldu.her ne kadar geçen yaşadıklarımız beni bunalıma sürüklese de ,son geldiğinde ki o teselli eder tavır onun üzerinde çok mu önyargılıyım hususunu sorgulamama neden oldu. insanoğlu böyledir, ders almaz. kandırılmaya en müsait yaratılandır aslında onun tek derdi daha önceden de bahsettiğim gibi benim enerjimi kullanmaktı. enerjisel değişimler, yüksek enerji onu beslediği ve kuvvetlendirdiği gibi sürekli bunalım gibi durumlar işine gelmiyordu. ancak dedim ya insanoğlu çok saf.o ana kadar korktuğun bir hususta içini ferahlatmış olması bile sana 'acaba ? ' dedirtebiliyor. hayata sarıl demesinin gayesi de muhtemelen bu olmalıydı, aslında sadece bu da değilmiş.her zaman son gülen iyi gülen olmuyor malesef, bazen son gülen en aptalımızdır, meseleye hakim olacak seviyede falan değildir.bu durumda ise muhattap olduklarım karşısında en aptal bendim. ancak öykümü yazarken bile öyle basit yerlerde ilkokullu gibi hüküm veren adamları görünce, beni kandıran bu varlıklar bunların anasının amında fırdöndü çevirirdi diyorum... sınav zamanına değin iyi bir şekilde çalışma tempomu sürdürdüm. kendime bir hedef belirledim x üniversitesi y fakültesi diyelim bu hedefe. neden bu şehri seçtim inanın o zaman için bilemiyorum. puanı ne çok düşük ne çok yüksekti ,ancak hemen hemen eş puanlarla alan diğer okullara değilde buna karşı bir ilgi duymaya başladım. gereksiz bir ilgi. hedefin neresi diyenlere burayı söyleyerek cevap veriyordum.niye o şehir lan diyene mantıklı bir cevabım yoktu, ancak fena da bir şehir olmadığından pek üstelemiyorlardı. babamda birkaç defa sordu nereyi istiyorsun vs diyererk. ona da aynı cevabı verince; bölüm için hoşnut kalsa da ,dışarda okumak zordur vs diyordu... neyse artık ismende kesinleşmiş bir hedefim vardı.. ( hala bu saçmalık var mı ? bilmem ama bizim zamanımızda rehberlik adı altında böyle abuk sabuk gazlamalar, şartlamalar vardı. işte rotası olmayan gemi bir limana varamaz gibi saçma sapan içi boş cümleler. beni de zorladılar belki bir şehir ve bölüm ismi belirtmem adına bilemiyorum, bende bunu seçtim. hayatta her seçiminin net bir açıklaması yoktur zaten babamın sağlıklı olmasından aldığım moralle kafam rahat bir şekilde sınava girdim.bu arada ki süreçte çok farklı meseleler olmadığından anlatımın suyunu çıkarmamak adına es geçiyorum. sınava bir lisede girdim, kitapçığı açtım ve genel olarak karıştırdım. cidden çok basit gelmişlerdi, herşey benim adıma pozitif gelişiyordu. çok çalışkan bir öğrenci değildim ancak kendi seviyeme göre yine iyi birşeyler yapmıştım.hep istediğim mühendisliği kazandım o sınav sonucunda. artık inşaat mühendisi adayıydım. kazandığım okul çok büyük bir şehirde değildi, fakat çok ufakta sayılamazdı. zaten o dönemlerde mantar gibi her şehirde türeyen üniversitelerde yoktu. babamla beraber gidip kayıt işlemleri, kalacak yer gibi hususları hallettik. baba tarafımdan olan akrabalarım ile aramız gayet iyiydi.her ne kadar eskiye kıyasla daha iyi bir maaşı olsa da memur maaşı hiç bir zaman tatmin edemez sizi, çünkü gelişen ve sürekli ihtiyaç yaratan dünyada aslında hiçbir maaş tatmin edemez sizi. burda şundan da bahsetmek isterim ki; ''insanlara aslında hiç ihtiyaçları olmayan şeyleri, zaruri bir gereksinimmiş gibi dayatan ve bir bakıma da statü gereği alt metnini veren taka 'reklam' denilebilir''. elbette birçok tanımı olabileceği gibi, benim açımdan reklamlar tam olarak böyledir.taa o dönemlerden hız kazanmaya başlayan bir furyadır bu reklam dayatmaları. bugün en sıradan insanın bile cep telefonu varsa (-ki sizi bile ne arayanınız ne soranınız var ) bu insanların ne kadar aptal olduklarını gösterir. seni 'o telefonu' alman adına ikna etmeye çalışırlar. kiminizi özellikleri ile, kiminizi statü simgesi ile eşdeğer olarak gösterip kandırdılar. telefona takılma bu sadece bir örnek. senin kafanda öyle bir imaj yarattılar ki, sürekli gibinle oynarmış gibi elinde tutuyor ve bırakamıyorsun.(-yeaa teknolojiden faydalanıom ben, sadece konuşmak için değil ki deme dalyarak. millete gibik gibik mesajlar atıp, haberin yokmuş gibi foto çektiyorsun kabul et işte ... sanki bana atomu parçalıyor muallak)... dediğimi az çok anladı iseniz; büyücüler, cincilerde hemen hemen aynı sistemle çalışırlar.ne alakası var ya diyen ergen kardeşim,sen zorlama beynini... sen çağrışım yapmaya çalışırken devreleri yakıp, tespit sıçıyorsun ekseriyetle.her taka da açıklık getirmeyelim ki ; 0-3 yaş seviyesine düşmeyelim. çağrışım yapabilecek adamlar,leb demeden leblebi diyebilecek kıvamdakileri de düşünelim her neyse...  bahsettiğim üzere memur maaşı da o zaman bize az gelmeye başlamıştı.her gün yeni bir tak çıkıyordu.şu an 29 kapılı buzdolabı gibi olmasa da (-ki bence o gardrop) işte daha iyi televizyonlar, daha iyi müzik setleri, eski tarz basit çamaşır makineleri yerine otomatikleri vs... yeni çıkan şeylerde pek ucuz değildir bilirsin.bu işin tekniği budur. sürekli hükümetler gelir giderdi biz çocukken,ne nedir ne taktur belli değildi... hoş gençken de değişmedi bu durum... velhasılı baba tarafımda bize destek oldular,o dönem devlet yurdunda değilde daha kaliteli bir yurda kaydoldum. özel diyebileceklerinizden. akrabalarda üçer beşer destek mahiyetinde yardım ettiler bana kıyak geçtiler anlayacağın. daha rahat edeyim diyerek, babama vefa borcu ödeyerek.

• • • • • PART 7 • • • • •

Çünkü babamda çocuk yaşından itibaren çalışarak kendinden yaşça küçük amcalarıma kol kanat germiş, okumalarını sağlamış bir adam. Çok  çilekeş bir adamdı babam,5 yaşından beridir çalıştığını söyler... ilkokul dönemlerinde bu çalışma hız kazanır,hem de öyle bir çalışmak ki; sabah okula gitmeden simit satıp, okuldan gelince de gece yarısına kadar sinemada çalışmak gibi... hayatında en sevdiği şey uyuyabilmekti babamın. çocukken en imrendiği şeyin ne elbise ,ne ayakkabı olduğunu söylerdi sadece uyumak... insan onların hayatına eğilince, kendinin ne kadar asalak ve basit olduğunun farkına varıyor. sadece kendi çıkarları için yaşayan ,en ufak bir sorunda yakınan bizler o kadar büyük nimetlere nankörlük ediyoruz ki... varlık içinde olduğumuzdan pek çoğumuz varlığın kıymetini bilemiyor neyse aralarda çok vakit kaybetmeden devam edeyim yurt seçimi ve kayıt meseleleri üzerinden... rahatına aşırı düşkün bir adam olmayan benim bile hoşuma gitmişti bu özel yurt işi.az önce sizi eleştirdiğim statü farkı hikayesine bende kapılmıştım ki ; normalde en hakir insanı kardeş sayan bir insan olmama rağmen. okuyacağım şehirden, evimize otobüsle dönüyorduk. malum yorgunluk üzere kısa süreli uykularla seyrediyor yolculuğum. yine bu kısa uykuların birinde kulağıma bir ses geldi.bu ses cızırtıların eşliğindeki bir uğultu şeklindeydi... bu onun sesiydi,ilk kez görüntüsüz bir şekilde sadece ses ile hitap etmişti...  bir aşamayı daha katettik dedi...  sadece bu kadar. yine aptal düşüncelere, telaşlara sürüklendim, bunun anlamı neydi? okulların açılmasına az bir süre kala yeni şehre doğru yol aldım.tek başıma olduğumdan,ya da aptal olduğumdan yurdun yerini bulmakta epey sıkıntı çektim.ilk günden 'homunagoyim' diye mırıldanmalara başlamıştım. yaşadıklarım beni daha çabuk öfkelenen, tahammül eşiği gittikçe düşen bir adama çevirmişti. razı olduğunu sanıyorsun herşeye ama öyle görünüyor sadece. aslında razılığın sadece çaresizlikten ileri gelen bir olay. bunu tüm hal ve davranışlarında tespit edilebilir bir şekilde sunuyorsun. baktım olmayacak, taksiye atlayıp elimdeki adresi verdim taksiciye daha sonra ( şehri tanıdıktan sonra ) o taksici muallakninde beni kazıkladığını öğrendim. hayat bana karşıydı aq.hayatta en sevmediğim şeylerden biridir, kandırılmak.asla tahammül edemem, ancak şunu da biliyorum ki neden nefret ediyorsanız bir şekilde daha sık karşılaşıyorsunuz bu tip meselelerle. biraz toy olmanın verdiği pısırıklıkla itiraz edemedim taksiciye, valizlerimi de kendim indirdim bagajdan. yurdun girişinde ayrı bir oda şeklinde tasarlanmış ufak büroya girdim. karşımda muhtemelen benden 1-2 yaş büyük bir çocuk vardı.biz yurda kayıt yaptırdığımızda, yurdun sahibinin üniversitede görevli bir öğretim üyesi olduğunu biliyorduk, çünkü onunla senet imzalamıştık. karşımdaki benden muhtemelen az biraz büyük olduğu simasından belli olan, ancak mustafa tipi hanzo elemana nasıl hitap edeyim derken 'hocam' çıkıverdi ağzımdan.o dönem 'hocam' entel dantel muallaklerin kullandığı kelime olarak kabul edilirdi. bende sık kullandığım için daha sonraki dönemlerde kendimi 'insan insanın hocasıdır' felsefesi ile kandırıp, muallakliği içime sindiremedim. 'hocamdediğim için bu zütveren kendini cidden hoca sanmış olacak ki ,zütü havalandı biraz. kendini bir tak sanmış gibi iyice gevşedi yağlı zütü üstüne. ben buraya kayıt yaptımıştım mehmet hoca ile görüşmüştük, odanın anahtarını teslim alacaktım... sorumlu kimse görüşmem mümkün müdür ? '' dedim naif bir biçimde. süt isteyen bir kedi masumiyetinde... sorumlu benim... odalarda düzenlemeler yapıyoruz. yurdumuz yeni olduğu için , bazı yanlışlıklar olmuş kayıtlarda. başka başka arkadaşlar kayıt almışlar fazlalık var dedi... hala yağlı zütü üstünde, fabrikatör ayhan bey moduna bağlamış... hem de bazı hanzolar, kibar ya da insancıl davrandınız mı kendini 'maho ağa' sanabiliyor... acı ama gerçek ne demek yani ? dedim,ses tonum hafif sertleşti. karşımda böyle giblemez bir adam görmek hoşuma gitmedi. dedim ya yumuşak davrandınız mı, her türlü giber bu tipler işte 4 kişilik odaları 6 kişi yapacağız,ona göre paranızdan yarım taksit keseceğiz ben odayı ve kişi sayısını seçmedim mi ? anlaşmayı onun üzerinden yapmadık mı ? yarım taksit ne demek oluyor dedim. hava sıcak, tahammül eşiğim sıfıra yakın. lazlardan özür diliyorum ama karşımda en gib kafasından bir laz var beğenmiyorsan iptal edelim, Allah Allah deyip sesini yükseltince, bunun üzerine bir bağırdım ver lan o zaman depozitomu, üstüne depozito bedeli kadarda para vereceksin o zaman. burayı tanımam etmem, anlaşmışız böyle saçma iş mi olur ? diye kükredim resmen yaaa sabahtandır herkes şikayet ediyor, bizde insanız ne söylense onu yapıyoruz, müdürü müyüm buranın... herkes bize fırça atıyor a bağladı.bre zütveren hem olayı alevlendirip bu noktaya getiriyorsun, sıkıyı görüncede küçük emraha bağlıyorsun dedim içimden... herkesle kendi anladığı dille konuşmak lazımdır,bu da bir ders oldu bana sorumlusu benim demediniz mi ? ben idareten bakıyorum, hocanın işi var ben ilgileniyorum geçici dedi seni muhattap aldığım hata arkadaşım.ara hocayı konuşacağım. durumu ve tutumunu anlatacam. senin bana böyle davranmaya hakkın yok, kendi ağzınla diyorsun yetkinde yok dedim çekine sıkıla aradı, baktı ki savuşturamayacak. aldım adamla konuştum. mağdur edebiyatı yaptım. tutumu beğenmediğimi söyledim. yetkili olmayan bu kişinin onun işletmesi hakkında karar verdiğini vs söyledim.yok yanlışlık olmuştur ver sen onu telefona dedi. çocuk tak gibi oldu,gel benle diyerek beni bir odaya çıkardı. ödemede ki 2 taksitim iptal edildi, odama da yerleşmiş oldum herkesten önce. Bazen cazgır olmak iyidir, efendiliği efendi adama göstermek lazım gelir... yurt sahibi hoca ve tayfası karadenizliydiler.tam anlamı ile hemşehricilik üzerinden çetecilik. orda kalan öğrenciler mi ,yoksa sahipleri mi ? belirli değil.bir salonda televizyon var, maç oynanacak televizyonda istiklal marşı okunuyor dıbına rövaşata attıklarım milleti ayağa falan kaldırıyor.bu derece gösteriş budalası mal adamlar. diyeceksin ki ; marşımızı sevmiyor musun ? birader seviyorum fakat televizyona başbakan çıkınca da donla otururken kaçıp takım elbise giymiyorum mesela. vizontele belki de bu adamlardan esinlenerek yapıldı.bu gibik heriflerle 1-2 hafta sıkıntılarım oldu, okula başladım bir iki arkadaş edindim. arkadai edindim dediğim tayga içinde hiç kız yok. bölümde zaten az kız var. onlardan da bir tanesi var ki,o zamanın çılgın ve cesur kızı modunda olan ve bugün ki kevaşelerin atası olduğuna iman ettiğim bir kız. önüne her gelenle arkadaş olmaya çalışıyor, sanki yolda yürürken düşürülen bir amı  bulmuş 'am buldum kimindir, sahibi yoksa benimdir' deyip kız olmuş gibi. hiç cilvesi, çekiciliği yok üsteli benden daha yakışıklı. ancak orasından burasından sahte hümanizm akıyor.ha işte kafanda yarattı isen işte bu kız, benle de arkadaş olmaya geldi birgün. hayatın gibikliği üzerine efkarlı muhasebeler içinde okan bayülgen misali sigaramı tüttürürken ayyyy ben senle tanışacağım ama çok serrt duruyorsun, korkuyorum kikiki dedi bencede kork,pek hareketli değilim ... yapmacıklığı, zorlama işleri de sevmem dedim... niye dedim bilmiyorum ama 'amısını gibem ne dedim ben ???'' olmadım da değil... cool olayım derken, sıçıp sıvamıştım. bana göre düşüncelerimi çok kolay dile getirmem, bazılarınızın dilind odunluk olabilir.ama emin olun bilerek yapmamıştım,bir düşüncemi zamansız ve yersiz aktarmıştım sadece. belki de bilinç altım, kızı altıma almaktan korumuştu da ondan çıkıvermişti bu laflar ağzımdan... her neyse ne işte neticede ; kız kendi tanışma isteği üzerine söylendiğini sanmıştı.o dönemden itibaren bölümün yalnız ve asi kovboyu şeklinde uzun bir müddet elimi gibtim. ifrit dediğiniz kadın bile gelmiyordu. hologramda olsa kadına hasret kalmıştım. yokluk nedir şimdi daha iyi anımsadım aslında.o yüzden 'ağabey cinleri nasıl gibebiliriz' tarzı sorularınıza o kadar da öfkelenmeyeceğim şu satırları yazdıktan sonra... ifritt seni üzdüm çok pişmanım geri dön. sabahaca uygu uyuyamıom. nerdesin bitanem, sevgilim nerdesinn üğğğğğ dememe ramak kalmıştı. tamam çok sevişken bir insan değildim ancak üniversitede uyuşturucu içek, zikişek tarzı bir hayat var sanıyordum... aaa bunları yaşayan biri nasıl böyle yazar değil mi,salyalar saçarak ve birazda çarpılmış bir halde hawking gibi olmalıydım size kalırsa. gözümle ya da parmağımla sinyaller yolladığım bilgisayarımdan girmeliydim bu enrtyleri... öyle değil mi ?...  gerçeklik anlayışını gibeyim o zaman, çabuk burayı terket... duyduğu hurafelerin kesin doğru olduğuna inanan ve bunları zerre araştırmadan savunucusu olan muallak seni... ( esprili dili severim, seni incitti ise okuma.. okunabilirliği arttırıyor. sana şiddetli korku satanlardan daha iyi niyetliyim veya bu da bir yalan... belki de hepsi bir oyunun parçasıdır... o yüzden kafana göre takıl... ama emin ol amacım seni ürkütmekten ziyade başımdan geçenleri anlatmak... çoğu kez salt korku satmamak adına bu tarzı seçiyorum,en azından inanmayan ama okumak isteyenlerin eğlenmesi adınadır bu) bahsettiğim kızıl ifritin (- ki ; maden herkes onu böyle kabul etti bende artık böyle hitap edeyim) varlığı benim için sıradan bir durumdu, bundan bahsetmiştim. ancak bu demek olmuyor ki ; durum hoşuma gidiyordu. sadece yeni bir çevre, hafif asabiye çalan tavırlarım,ana baba özlemi öncül sıkıntılarım olmaya başlamıştı.bir şekilde orta yolu bulamamış bir genç adamdım.ya bu ilim mevzusu gibi işin pis tarafının en içinde,ya da özgür kızın arkadaşlık girişimi karşısında en dışında kalabiliyordum. nasıl başarabiliyordum ? emin ol bende bilmiyorum. normaller anormal, anormaller normalleşmeye başlamıştı hayatımda.bir temelde arıza meydana gelince, üstüne ne koyarsan koy sağlıklı olma ihtimali yok.bu kıza karşı takındığım tutum,ben dışında herkesle arkadaş olmayı başarmış birinden bile uzak kıldı beni. yurttakiler desen zaten anlattım uzak kalma gerekçelerimi.6 kişilik odamda afakanlar basıyordu beni, yurdun terası vardı çok şükür.pek kimse çıkmazdı buraya, çayımı alıp saatlerce oturuyordum burda. gökyüzünü seyrediyordum akşamları. bilhassa tahmin edebiliyorsam, seçebiliyorsam venüs'ü ve ay'ı.derin hayallere dalıyordum, boşluğa emanet bıraktığım gözlerimden sıyrılarak. sabit bir noktaya bakan gözlerim değildi;beynimdi o düşünceleri projeksiyon makinesi edasıyla seyrettiren. gelecekle ilgili hayaller işte. okul bitiyor, evleniyorum,çocuklar falan, babamı rahat ettiriyorum ,annemi hiç görmediği yerlere zütürüyorum mesela. eşimle aramız çok iyi,ten uyumunu gibtir et,düşüncelerimiz eş gibi.o yüzden eş diyoruz birbirimize. düşünceleri pek önemsemediğinizi biliyorum,o zaman zütüne karanfil takılan bir kuzu cesedini becerin pekala. düşünceleri,hisleri olmadan bir kadın neye yarar.o zaman katılırım 250 gram muhabbetlerine ( bayan arkadaşlardan özür dilerim,dil sizi incitmesin. yazar burda kadını meta olarak gören muallak baykuşlara giydirdi) bu hayallerin önünü açabilecek en önemli noktalardan biri yıllardır çektiğim bir hastalığa çözüm bulmaktan geçiyordu.kronik parasızlık.onun içinse bir meslek sahibi olmak ve bunun içinse şu lanet okulu bir şekilde bitirmek.ne oldu daha geleli 2-3 hafta olmuş olmamış, hemen okulu lanetlemeler falan ?  dersen eğer; lanetim okuldan ziyade kısa süreli yaşananların yarattığı ruh haline diyebilirim. parayı buluyorum ve onun üzerinden devam ediyorum tatlı hayallere, derken bir anda hepsi suya düşüyolar,ama boğulmuyorlar... çünkü tüm hayallerime yüzme öğretmişim... her kırılan umudun kanadını yeni bir hayalle sarabilmişim ben... hala da farklı birşeyler yapmıyorum ya... okula ve yeni hayata biraz daha ısındığım günlerdi. arkadaş sayım çok olmasa da yavaş yavaş artıyordu. erman isimli bir sınıf arkadaşımla, diğerlerine nispeten daha iyiydi aramız. yeni gelmiş olmamız sebebiyle her türlü atraksiyon hakkında detaylı ve 'he yannanım he ' dedirtecek şeyler anlatıyordu. mecburen 'ya öyle mi' 'hadi ya' falan gibi birkaç yapmacık cümle ile destekliyordum onu, elim mahkumdu. insanlara biraz daha anlayışla yaklaşmam gerekiyordu kendime bunu telkin ediyordum, fakat çocuğun anlattığı şeyler cidden uç şeylerdi. kendini olduğundan farklı anlatan biri.bu tip adamların ilk haftalar çokça arkadaşları olur, adaptasyon sürecinde herkese bekleme salonu hizmeti verirler. insanlar genelde ortamı anlamaya çalışıp, arkadaş olacağı kişileri tahlil ederken bunların yanında vakit geçiriler. bunun gibi bin 1-2 kişi daha ders arası muhabbetlerine takılır oldu. erman cidden sürekli birşeyler anlatıyordu, bence her gece oturup acaba yarına ne sallasam diyerek kafasında yazıyordu.72 milletten insan zütürmüş bir kardeşimizdi anlattıklarına bakarsan. antalyada bir rus turisti iddia sonucu 'ne mutlu türküm diyene' dedirte dedirte gibmişti. varın siz hesaplayın, johnny sins karakterinin temelini bu adama oluşturur sanıyorum iyi bir telif alması lazım. beraber ders aralarında takılırken her gördüğü kıza 'ben bunu alırım' 'şunu kusturana kadar düdüklerim' muhabbetleri.laf çok icraat yok.laf huursu olanlardan hiç hazzetmem ben. bunla kısa süren arkadaşlığımızda bir şekilde bitti. yine birgün orda duran kızları göz ucu ile kesip, parende atarak gibebileceğinden bahsederken aramızdaki diğer binlerden biri elini silah gibi havaya kaldırıp takkk, takkk,takkk... tırrrıııııırrrrrr şeklinde silah sesleri çıkarark ,attığını ima etti. kendimi tutamadım kahkayı patlattım.duygularıma tercüman oldun birader dedim, ancak kıpkırmızı olan erman bize biraz çatıp gitti. akabindeo  çocukla konuşmayı sürdürürken benimle ilişkiyi kesti.onu da kaybetmiştim... karıncayı belini incitmeden gibmek dedikleri şeyi de burda gördüm. adam akıllı bir hamle ile laf sokmuş, bense dilim ile denemiştim. bizim millet tuhaftır her lafı kaldırmaz muallak dersin kızarda gibersin aldırmaz yaşadığımı bu kısa şiir özetler... cidden aklınızın bir kenarında olsun, insan ilişkileri üzerine daha iyi bir söz olamazdı. not: (erman okul dönemlerinde ,özgür kıza kaymış... öncekiler sallama olsa da bu gerçekti... mokar hastası ile amsalak birbirlerini bulmuşlar) geceleri kızıl ifrti karşımda görmüyordum, ancak hiçbir şey görmeden ihtilam oluyordu. kendisini uzun süredir sureti ile görmemiştim ,yalnız bahsettiğim gibi bir şekilde enerjimden faydalandığını ve bunu da cinsel yolla sağladığının farkındaydım. neden cinsellik, tüm vücudunun en hızlı çalıştığı anlardan biridir. elbette dediği gibi aşk durumu da olabilir. spermin hammaddesi vücudundaki herşey gibi kandır.kan torada ruh olarak geçer. islamda ruh hakkında 'sana ondan sorarlar, onun hakkında size pek az bilgi verilmiştir' denir. materyalistler ruhun varlığına inanmazlar, maddeden öte mana olduğuna inananlar ise ruha inanır fakat bunun bilgisi ve mahiyetinin gizli olduğunu bilirler. dediğim gibi benim baktığım kaynaklardan tora da rastladığım ruhun kan olduğudur. kaldı ki sperm çok farklı bir mucizedir, içinde nerdeyse tüm kodları planlanmış canlılar barındırır.her canlıda yüce olsun ya da olmasın ruh mevcuttur. umarım bu kısım hakkında da kısmen merakı olanlara bir açıklamam olabilmiştir. bunlar benim kendi çıkarımlarımdır, belirtmekte fayda var. kızılı görmelerim kesilmişti, sadece bahsettiğim o otobüs seyahatinde sesini duymuştum o kadar.oda arkadaşlarımla da çok yüz göz değildim. fazla samimiyet,tak çıkarır prensibine sahibimdir. herkesle en azından baş selamı vererek bir hatır yaratır ancak yine herkesle dost olmam. arkadaş kelimesi bile günümüzde anldıbını kaybetmiş. arkadaş'ın kökü arka - taş tan gelir. eskiden ok kullandıkları için sırtlarını güvene almak, vurulmamak adına yaslandıkları taş. manevi anlama gelirsek, seni belalardan koruyan ve sevgisi ile siper eden kimse. Oysa günümüzde bir insan arkadaşsa ve arkanda duruyorsa emin ol zütün içindir olayı fazla dağıtmadan durumumu bildirdikten sonra devam edeyim. dediğim gibi pek arkadaş edinemediğimden ve muhabbetimin koyu olmadığı adamlarla aynı odada takılmakta sıkıntı verdiğinden terasa kaçıyordum... artık yeni bir yaşam alanım var bahsettiğim gibi. teras... bazen buraya dam diyorum, zira çatısı yok kendisinin.oda arkadaşlarımdan birisinden hafif bir samimiyet yakalıyor ve ucunu bırakmıyorum. kısa sürede de olsa tek kalmamnın zararlarını görmüşüm. önceden de pek geniş bir arkadaş çevrem yoktu ama işin membaaında mahrum kalmak çok sıkıntılı. bahsettiğim arkadaşın ismi muzaffer, kendisi trakyalı.iyi hoş bir arkadaş, çok konuşmuyor. konuşunca da olumsuz konuşmuyor. dostluk kurması için önce size yeterince güvenmesi lazım, ancak bir iki sıkı sohbetten sonra senli benli oluyor. yumuşak huylu dediğim gibi. narin bir yapıda.bir erkeğe kıyasla fazlasıyla narin.pek gelişememiş bir vücuda sahip. çocukken türlü hastalıklar geçirmiş muzaffer ama en ağırı manevi rahatsızlıklar muzaffer daha çok küçükken ayrılmış babasından,bir daha da hiç görememiş... sebebine gelirsek ; anası ile babası sevmişler birbirlerini, o zamanlarda da varmış aşk hemde en hakikisindenmiş. kısa mesajla ilişkiye başlayıp, kısa mesajla ilişkileri 2.katip seviyesine indirmiyorlarmış hem. allem etmiş kullem etmiş kaçırmış anasını, babası olacak delikanlı. neden kaçırdığına gelirsek, kızın (muzafferin anasının) babası namı olan bir adammış, oğlan ise çulsuz. isteseler vermiyecek olan babası,bir de musallat olmasın diyerek gönderebilirmiş kızı köydeki halasının yanına. yıpranmak paslanmaktan iyidir deyip kaçmışlar beraber.bir süre sonra adam olan olmuş diye affetmiş ikisini, yalnız bir daha yakınlarında bulunmamak kaidesiyle.en azından kan dökmeyecekmiş,öldü sayar geçerim demiş. ilk yıllar iyiymiş ilişkileri, mutlu bir aileleri varmış. muzafferin babası bir yolunu bulup almanyaya gitmiş, birkaç yıl sonrada kadını almış yanına. almanyaya gitmeden bir bebekleri olmuş, muzafferin en büyük abisi... bu bebek ile karısını kendi anasına teslim etmiş .dinleyince türk filmi tadında bir hikaye.bir süre sonra nasıl yapmış bilmem kadın ve çocuğunu da almış yanına. karı-koca sırt sırta vermiş, çalışıyorlarmış beraber... derken 2.çocukları dünyaya gelmiş gurbette,o da bir erkek... o sıralarda kızın babası vefat etmiş, parasızlıktan cenazesine bile gelememişler. birkaç yıl sonrada kadın ,ailenin son ferdi olacak bizim muzaffere hamile kalmış... işte o sırada olanlar olmuş... adam kendi bulundukları muhitten kuaförlükle uğraşan türk bir kadınla ilişki içindeymiş ve bu öğrenilmiş. kadın bir şekilde sabretmiş, haklarından yararlansın diyerek muzafferi almanyada doğurmuş,2 aylık ikende türkiyeye dönmüş. adam defalarca barışmak istemiş, yaptığının bir hata olduğunu pişman olduğunu dile getirmiş. ancak kadın barışmaya razı gelmemiş, babası da vefat ettiği için kendi anasının yanında yaşamaya başlamış. muzafferin babası ise bu kuaför kadınla evlenmiş, muzafferin iki abisi ile beraber almanyada yaşamış. amacı onları orda okutmakmış, muzafferin annesi de bunu talep etmiş zaten, evlat hasreti çekse de çocuklarının geleceğini düşünmüş... muzaffer hem kardeş hem baba sevgisinden habersiz büyümüş yıllarca. hiç tatmadığından habersiz ancak, çevresindekilere gıpta ettiğinden hep buruk... işte o büyüme evrelerinde türlü rahatsızlıklar geçirmiş. muzafferin babası bir süre sonra 2.karısı ile sıkıntıya düşmüş; muzafferin 2 abisi konusunda. onları da türkiye'ye yollamışlar. anneleri çeşitli dükkanlar açmış, çoğunu batmak üzere iken devretmiş... ekmeği zor kazanmışlar ancak bir şekilde büyütmüş onları. hatta bir dönem sıkıntıya düşmüş, muzaffer'in yaşı küçük diye ilgilenemiyormuş ve bunu başka bir şehirdeki dayısına yollamış,2 yıl kadar onlar bakmış muzaffere (yaklaşık ilkokuldayken).babası bizim tanıştığımız bu dönemden 2 yıl kadar önce ölmüş muzaffer'in.muzaffer baba sevgisi olmadan büyümüş,o yüzden dedim ya bir tarafı hep buruk... abileri ile de bir türlü ısınamamışlar, aynı evde olsa da kardeş gibi değillermiş onca yılın ardından... ben babamdan bahsederken gözleri buğulanıp sitem ediyor kendi babasına.ben de o rahatsız olmasın diye pek açmıyorum bu bahisleri.ilk başlarda aldığım genel ve temel bilgiler sadece bunlarla sınırlı... bir süre sonra teras muhabbetlerime katılıyor muzaffer. ikimiz beraber izliyoruz gökyüzünü,o babasını ben gerçekleri arıyorum aynı yere odaklı, fakat farklı arayışlardaki gözlerimizde. nerdeyse her günü beraber geçiyoruz, içli dışlı oluyoruz. ikimiz adınada nerdeyse tek ve en samimi dost oluyoruz. beraber geziyoruz, beraber yemeğe iniyoruz. ailelerimizden,geçmişimizden söz ediyoruz. buralarda normal kanka muhabbetini kurduğumuzu daha fazla yayarak anlatma gereği hissetmiyorum ve kısa geçiyorum. eve ilk gidişimize sayılı günler kala içimizde heyecan var. dışarda okuyanlar bilir o duyguyu. sohbetlerimiz daha bir renkli,eve gidecek olmanın hevesi ile. mesele bir şekilde metafizik meselelere dayanıyor bugünlerde... ona bu işleri sevdiğimden bahsediyorum. bazı genel bahisler açıyorum, gülümseyerek eşlik ediyor.bu gülüş bilginin yansıması bir gülüş ve bu çocuk sıradan biri gibi değil kesinlikle... kullandığı terimler ile bu iş hakkında bilgi sahibi olduğu çok aşikar.az biraz zorluyorum onu çözmek adına... ona kendi hikayemden bahsetmiyorum, sadece ne derece bir birikimi olduğunu tartmaya çalışıyorum. sadece teoride mi biliyor ? mesele burda. sadece teori ise umrumda olmaz, zira teorilerin büyük kısmı hurafelerdir. ancak işi pratiğe dökmüş ise o zaman çok farklı. pratiğinde seviyeleri vardır elbet.bir şekilde giriş yapma gereği duyuyorum... sen boş bir insan değilsin,cin çağırma gibi ritüellere giriştin mi ? diyorum... tasdik eder gibi gülümseyerek; aramızda kalsın, şurda yeni tanıdığım ancak kendime kardeş gibi gördüğüm tek kişi sensin... anlatmam ne kadar doğru bilemem ancak benim annem bu işleri yapıyor... ben ve kardeşlerimi de bu şekilde geçindirdi diyor yalan mı ? gerçek mi ? acaba ??? ... insanlar kendini farklı ve üstün tanıtmayı severler bu konularda o yüzden kasmıyorum, sadece hadi ya diyorum şaşırarak,ona ilgili olduğumu belli etmeye çalışıyorum. mustafa olayından bildiğim üzere bu tip kişiler ilgiyi ve şımartılmayı çok seviyor. ucunu yakalayıp gerekli gazı verdin mi eteğindekileri çok rahat dökebiliyor ortaya muzaffer detaylıca anlatıyor. annesi küçük yaşlardan itibaren bu varlıkları görmeye başlamış, kadın belirli bir çocukluk yaşına kadar da  herkesin bunları gördüğünden eminmiş... arada sırada (görünmeyen) arkadaşlarından bahsedince, annesi çocuktur uydurur der geçermiş. yemek yerken arkadaşlarının da sofrada oturduğundan falan bahsetmeye ve onlara da yemek verilmezse yemeyeceğinden dem vurmaya başlayınca ,şımarıyor diyerek dövmüşler kızmışlar fakat çözememişler. beni zütürdükleri gibi doktora değil ( o dönemde kim bulmuş doktoru, ölmeden önce gidilen birşey ) cinci bir hocaya zütürmüşler. adam kızla konuşmaya başlamış,en sonunda bu kızla bir varlık iletişim halinde, ancak kötü huylu değil. bir zararı olmaz.tam aksine ilerde bu işleri yapabilir ,bu Allahın lütfudur. fakat ergenliğe gelince durumu kötüleşebilir,o zaman sufli cinler musallat olabilir. öyle bir durumda şayet ben yaşarsam bana,ben olmazsam sağlam birine gösterirsin demiş... bana sordu peki sen hiç iletişimde bulundun mu ? çağırdın mı? birkaç kez denedim ancak başaramadım, belki beraber deneriz birde... hem seni bulmuşum bırakmam dedim... amacım onu bir şekilde sınamaktı aslında çok basit bir yolla çağrılabiliyorlar, sadece işi bilen biri olmalı dedi sen varsın ya dedim... artık gereken gazı almıştı, denemeye mecburdu. en az 2 kişi olmalı idi, birisi transa girecek diğeri ise onu zaptedecek... muzafferin istediği ile o gün okul yerine çarşıya gittik. herkes okuldaydı,biz ise bahsettiği birkaç otu alıp tütsü niyetine kullanmak üzere hazırlardık. istediği ebatlarda deri bulduk bir şekilde. metal bir objeyi gösterge olarak kullanmak üzere almamız gerekiyordu,ben yanımda taşıdığım mustafa ile yaptırdığımız yüzüğü teklif ettim.bir de defter lazımdı ... yöntemden bahsetmeyeceğim.(abi nasıl cin gibebiliriz diye soran adamların,bu konuda özel mesajın anasını skeceğinden eminim çünkü)... döndüğümüzde odanın boş olacağı 2-3 saatimiz vardı hala, içeri girdik kapıyı kilitledik muzaffer yöntemin gereklerini sırası ile uyguladı... en son tütsüyü yaktı, kısa zikre başladı, transa girmesi gerekiyordu başarısız oldu... daha önce denedin mi dediğimde, hayır ancak yöntemin bu olduğunu biliyorum dedi... sonra sen dener misin ? diye sordu sen beceremedi isen ben hiç beceremem diyerek geri çevirmek istediğim anda,  gösterge kıpırdamaya başladı... ufak salınımlar yapıp ,kendi ekseni etrafında minik daireler çiziyordu... (ipin ucuna bağlı olan yüzük ) muzaffer  ihanete uğramış bir ifade takındı sen bu işi daha önce yaptın ve yapabiliyorsun değil mi ? diye sordu... tütsüyü çekmemi istedi... çekinerek içime çektim... elimle kalemi tutmamı istedi... sonrası yine trans hali hatırlamıyorum... ilk hatırladığım  başımda şiddetli basınç hissederek istifra ettiğimdi. muzaffer kavradı beni, gözleri faltaşı gibi açılmıştı...

• • • • • PART 8 • • • • •

Hiçbir şey konuşmadan ufak adımlarla kollarımdan destek olarak arada ki lavaboda yüzümü yıkadık, üstümü değişmeme yardım etti... Beni ranzaya uzattı...  Hiç gocunmadan alt kattan paspas alıp benim pisliğimi temizledi, camı açıp havalandırdı odaya... ortalıktaki ekipmanları toplayarak dolabına kaldırdı... içerde hala hazırladığımız tütsünün ağır kokusu vardı... sandalye çekip başımı okşamaya beni teskin etmeye çalıştı... ikimizden de çıt çıkmıyordu, dalgın ve derin düşüncelerde olduğu belliydi, yerdeki sabit bir noktaya odaklanmıştı... ben ise tüm enerjimi yitirmiş bir haldeydim, saçlarımı karıştırırken uyumuşum akşam yemek saatinde kaldırdı beni... tuhaf bir yüz ifadesi ile hadi yemeğe iniyoruz dedi... ne olduğunu sormak istiyor ancak cesaret edemiyordum... şuna emin olun ki insan bilmediklerinden çok korkar... üzerinden onca yıl geçmesine rağmen o yemek saatini asla unutamıyorum... gözgöze gelmemeye çalışarak metal tabildotlardaki yemeği yedik ve yemekhaneden dışarı çıktık.bu sefer teras yerine dışarda yer alan banklara oturduk... suskunluğu bozmanın vaktiydi bir sigara verir misin ? dedim... paketi uzattı yine aynı tuhaf ifade... korkunun ecele faydası yok... bir tak olduğu belli... ne oldu ? dedim erumi ve sakil kim ? diye sordu... hani boşluğunuza yumruk yersiniz ya,aynen öyle bir his... çok tuhaf... ne saçmalıyon olum sen dedim... neden dedim ? sende yaparsın, salak bir mekanizmadır... nedeni yok kayıta bakalım mı ? dedi. iyice rengim attı... içlerinde ne yazdığını bilmiyordum ve dedim ya 'bilinmeyenler korkutur... '' benim terasa çıkmamı, kendisinin kayıtlarla geleceğinden bahsetti... terasa çıktım, hava hafif kararmaya başlamıştı... her zaman gökyüzünü seyrettiğim köşeme geçtim... kollarımı bende yaslayıp bir sigara daha yaktım o anda bir ses daha duydum sırrı aşikar etmeyecektin ! seni defalarca uyarmıştım... herşeyi mahvettin! uğultu ve cızırtı arası bir ses... hani bazen durduk yere dııııııııttttt gibi bir şey duyarsınız ya ha işte aynısı... içim korku ile doldu kayıtları getirdi ; tek tek, benim el yazımla yazılmış fakat  düzensiz  kelimeler ve 1-2 cümle. müjgana zütür senin çaren onda , necm58,dede, miras, erumi,sakil, süryani,kefen, meclis,kitap, yüzük bunları ben mi yazdım ? diye sordum. el yazılarımız apayrı...  sence ? dedi. ufakta olsa yalan yalandır. hayatında hiç dostluk kuramamış bir adam olan muzaffer bu mesele hakkında kandırılmış olmanın sıkıntısını yaşıyordu,bu belliydi. zarureten söyleyemediğimi yine zarureten söyleyemezdim.bu da bir şekilde onun gözünde beni savunmasız bırakıyordu. insanlar her zaman çıkarı adına ya da oyun olsun diye yalan söylemez, bazen gerçekleri saklamak zorundadırlar ve bu yalan gibi kabul görür. dediğim gibi hafif kırgındı, bana karşı olan inancına şaibe düşmüştü fakat başımda bir bela olduğu belliydi, bunun adına da tedirgindi. tuhaf duygular içinde olduğu yüzünden belliydi.hem aldatılmanın öfkesi, hemde merhametli bir insanın hissebileceği acıma hissi. müjgan benim annem dedi. sanırım ona gitmemiz lazım .henüz kısa süreli dostluğumuz adına bu biraz fazla samimi bir olay olacaktı. belki bilinç altımdır dedim annemin adını bilmiyordun, böyle bilinç altı mı olur... yeterince dürüst değilsin, sakladığın bir şeyler var ve bunlar açığa çıkmalı... emin ol ! yazdıkların bir tesadüf değil,bu meselenin burda açılması bir tesadüf değil. annemin adını yazman bir tesadüf değil. çaren onda diyerek ne kastettiğini anlayamadım ancak bir şekilde gitmeliyiz... annemi arayıp durumu bildireceğim dedi çok mahçup oldum. gerçekten hem tedirginlik hem mahçubiyet. tüm bunların yanında ifritler yaşadığımız son diyalog ve vukuatlar, bugün  duyduğum sesin tehditkâr tutumu... allak bullak oldum... hepsinden önemlisi erumi sakil yazmış olmam, beni çok etkiledi... annesini aramak için  yurttaki büroya indik. yurt görevlisi adamdan özel olduğunu, biraz uzun sürebileceğini isterse ücret verebileceğimizden falan bahsettik. adam sıkıntı değil dedi ve ricamız üzerine  odayı terketti. ben ve muzaffer başbaşa kaldık. muzaffer numarayı çevirdi.bir yanda eli ile saçlarını karıştırıyor bir yandan da açılmasını bekliyordu. bazı anlar vardır her saniyesi beynine nakşedilir,bu da onlardan biriydi.her saniye bir dakika gibi. annesi telefonu açınca 1-2 dakika kadar hal ,hatır sordu... akabinde anne sana anlatmam gereken birşey var diyerek sözün ,meseleye getirdi kısa bir şekilde benden ve arkadaşlığımızdan bahsetti. böyle br iş yaptığımızı ,yaptığımz yöntemi ve  yöntem sonucunda da kağıtta annesinin isminin yazdığını belirtti. annesi sanırım onu biraz azarladı bu işi neden yaptığımız hususunda ... bir kere oldu anne,ilk kez denedik gibisine kendini savunup, durumu yatıştırmaya çalıştı. kağıtta yazan kelimeleri aynen okudu. annesi telefona beni istedi. ağzımda rahmet niyetine tükürük kalmamıştı, kalbim yerinden çıkacak gibi kısa bir hal hatır sordu,ona karşı dürüst olmamı istedi. doğum tarihimi ve annemin adını istedi, doğum saatimin tahminen kaç gibi doğumun gerçekleştiğini sordu. bunları seri bir şekilde cevapladım erumi ve sakil denilen şeyler ne diye sorunca ,o seriliğim kayboldu... ben kemküm edince, kısacası bu isimler, yerler ya da artık herneyse ; haberdar mıydın daha önce ?... bu isimleri duymuşmuydun ? dedi... evet diyebildim. sadece... tamam, endişelenme sen diyerek telefona tekrar muzafferi istedi, muzafferle konuştular ve telefonu kapadık. muzaffer'e ne konuştuklarını sordum annem seninle görüşmek istiyor. gidene kadar mesele hakkında bana hiçbirşey anlatmayacaksın. şimdi gidip bir iki malzeme alacağız, onları bir şekilde kaynattıracağız ve içeceksin.3 gün sonra bize gidiyoruz dedi durumumum farkındaydım, yardıma muhtaç olduğumu elbette biliyordum. ancak gerek çaycıda yaşadıklarım, gerek mustaf gibi bir adamın başına gelenler, gerek kegib başım beni gitmemeye sevk ediyordu. hiçbir çıkar yolum yokmuş gibi geliyordu ve yaptığım her hareketin beni bu bataklıkta sadece daha çabuk ölüme yaklaştıracağına inanıyordum. sana dayatılan bir çaresizlik, hiç bir hamle yapmanı öngörmeyen tehditkar tavırlar... kegib başın, trans halinde ölümü iliklerinde hissetmen... müjgan ...senin çaren onda...  kelimeleriacaba ? dedirtmiyor değildi.ilk kez oyunun bir parçası olan mustafa dışında biri sorunuma eğilmişti. acaba tüm riskleri göze alıp gidersem ; müjgan bana bir çözüm olabilecek miydi? tüm bunların yanında bu gidişim hakkında beni engelleyen bir hususta ailemdi... bahsedilen boşlukta, eve gitmem lazımdı ve ailem beni bekliyordu... onlara gelemeyeceğimi nasıl söyleyecektim ? hangi bahane uydurulabilirdi ? ... kaldı ki; bahsettiğim gibi babamın rahatsızlık serüveni sonunda ona karşı tarifsiz bir bağımlılık oluşmuştu bende... sıkışmış bir vaziyetteydim, kapan kısılan fare ne hisseder dersen ? sanırımkesinlikle budur !  '' derim bir taraftan yıllardır sadece isimlerini bildiğim erumi ve sakil tekrar aşikar olmuş, bir taraftan ifrit beni daha önce olduğu gibi tekrar tehdit etmişti, bir taraftan olayın içine müjgan dahil olmuştu. müjganda benim gibi çocukluktan gelen varlıklar görmüştü. kaderlerimiz ortak olduğundan,ona sebepsiz bir güven duyuyordum. damdan düşenin halinden damdan düşer anlar nihayetinde ne kadar yazarsam yazayım,o anki duygu ve düşüncelerime tercüman olamaz. sanırım ancak empati kurarak  hissedebilirsiniz.o an siz ne hissederseniz ? düşünün bunu...  hemen hemen aynılarını hissettim sanırım... bazen sözler yeteri vurguyu sağlayamaz ve hisler tüm sözlerden öte bir manadır çok fazla duygu ve düşüncelere dalarak işi uzatmayı sevmiyorum, ancak kendime engel olamıyorum. hayatımda ilk kez öykümü anlatıyorum ve içimde hapsolan onca duyguyu kusabilmenin huzurunu yaşıyorum.o sebepten affedin. normal hayatımda kısa işi severim, gibiş hariç aileme gelemeyeceğimi bildirmem lazımdı. biraz düşündüm, karar verdim gidecektim... sorunuma çözüm bulacaktım belki, fakat onları görmemekte içime oturdu. aradım.saat geç sayılırdı baba benim skortak. nasılsınız ? dedim, moralimi iyi göstermek adına canlı bir tonla giriş yaptım iyidir oğlum,sen nasılsın.bir yaramazlık yok inşAllah ?  ne zaman geliyorsun ,annen kardeşin falan seni çok özledik be oğlum ne zaman geliyorsun deyince boğazım doldu. içim şişti '' baba dersler ağır, burda kalmaya karar verdim .bende sizi çok özledim, ancak gelirsen çok kopukluk olacak. çalışacak vakit bulamayacağım' falan dedim. babam mesele 'ders' ve 'istikbal' olunca tüm duyguları bir yana iterdi peki oğlum,o zaman gelme zaten dedi... telefonu kapadım, başımı kapıya yasladım hıçkıra hıçkıra ağladım.o pgibolojiyi yaşayanlar bilir ne olduğunu. görevli geldi ( görevli dediğim o atarlı çocuk değil ) kardeşim ne oldu, kötü bir meselemi var dedi hayır dedim,eve gidemeyeceğim... biraz teselli etti, çay ikram etti. işte dışarda okumak insana bunları öğretir vs dedi odaya çıktım, muzaffere kaş göz işareti yapıp terasa çıktım. tamam geliyorum, yarın gidip bilet alalım bana da dedim onun biletini de iptal edip, yanyana 2 koltuk aldık... benim çayı hazırlattık, adam cins cins bakıyordu bunla ne yapacaksınız,ne işe yarıyor diye... birine yaptırıyoruz dedik, örttük... çok pahalı tutmamıştı. yurda geldim eşyalarımı hazırladım ve uyudum, yine kuvvetli bir istifra hissi ile uyandım bu kez tuvalete kadar tuttum kendimi... bunlar normal, annem olacağını söyledi... gidene kadar içmeye devam edeceksin dedi muzaffer yola çıktık çok uzun bir yolculuktan sonra istanbula, ordan da başka bir vasıta ile onun şehrine ulaştık.eve gitmeden evvel bir kahvaltı yaptık dışarda. börek aldık bir çay bahçesinde yedik,eve koyulduk. annesi geceleri ritüeller ile uğraştığından ancak öğleden sonra uyanıyordu. amaçlı ritüellerin saatleri vardır, çoğu gece yarısında sonradır genelleme yapılamaz ama en bereketli zaman gece 3 civarındadır.eve geldik, kapıyı açtığımızda muzafferin köpeği karşıladı bizi.şu ufak olanlardan. muzafferin en yakın dostu ve arkadaşı oymuş, benden önce. sevecen bir köpek, hemen yanıma koştu. havlama huyu yok, böyle garip işler yapılan bir evde böyle garip bir köpek olması tuhaf. tenasühe inansaydım bunun önceki hayatında bir insan olduğuna inanırdım, manalı bakışları vardı. muzafferin odasına girdik, müstakil evde. yatağında uyumamı söyledi, kabul etmedim... yere bir döşek açtı ve uyuduk. acı bir feryada uyandım, sarsılmıştım.yan odadan yakarışlar geliyordu. muzafferde fırladı yerinde. bana dönerek, korkma hasta vardır içerde dedi. sesin kesilmesini ve muhtemelen hasta olan kişinin ayrılmasını bekledik. muzaffer odadan ayrıldı bir iki dakika sonra kapıda annesi ile göründü. eğilip annemden daha büyük,50 yaşlarındaki bu kadının eline öptüm. halimi hatırımı sordu, içeri gelin birşeyler yiyelim dedi. hiçbir mesele açmadan yemeği hazırladılar,hep beraber yedik. muzaffere sen git bir çay yap dedi, kayıtlarımızı eline aldı baktı kısaca sonra bana döndü bahsettiğim gibi odada ikimiz başbaşa kalmıştık, çay bahane idi. rahat hissetmemi sağlamak adına muzafferi çıkarmıştı odadan skortak, öncelikle bana karşı dürüst olacaksın. aksi halde hiçbir şey fayda etmez. medyumlar çoğu şeyi bilgiler doğrultusunda yaparlar.sen baştan yalan söylersen, yaptığımız tüm eylemler amacından sapar dedi kadın oldukça kültürlü bir insandı bu arada evet anlamında başımı salladım bana hikayeni anlat fakat kısım kısım gidelim dedi... erumi ve sakil ? nedir, kimdir - çocukken gördüklerimi anlattım, detaylıca.(hikayede bahsettiklerimi birebir tekrar etmemek adına böyle geçeceğim) peki onları daha sonra hiç gördün mü ? dedi hayır dedim görmek adına bir çaba sarfettin mi ? evet ne mesela ona mustafa olayını en incesine kadar anlattım. ifrit dediğiniz kadından ve yaşananlardan söz ettim bu kadını en son ne zaman gördün, ya da haber aldın ? dedi ona babamla yaptığım seyahatte duyduğum sesten,ve bu ritüel akabinde duyduğum sesten bahsettim… bir aşama daha katettik hımm dedi ve not aldı. sonra söylediğim sözü de gülümseyerek yazdı açık etmemeliydin kısmını aylardır görünmüyor değil mi ? dedi... sadece sesini duyuyorsun evet dedim... biraz daha sohbet ettik. tamam dedi,sen sakin ol yeter ki bakacağız... şimdi siz çıkın muzaffer sana biraz şehri gezdirsin. akşam uzun olacak muzaffer ile şehri gezdik,pek konuşacak mesele bulamadık. ikimizinde aklında aynı mesele vardı, kafa dolu olunca laklak için vakit kalmıyor. istenilen saatte eve döndük akşam eve döndük. kadın odasındaydı, muzaffer içeri girmeye çalıştı ancak kapı kilitliydi. çalışırken hep böyle yaparmış kendisi. kaldığı oda aynı zamanda ofisi gibiymiş. 1 saat kadar sonra kapı açıldı, muzaffer içeri gelin dedi. tütsü yaktı, içine çek bunu dedi... muzafferin ise eline defteri tutuşturdu, sana önemli noktaları işaret edeceğim not alacaksın dedi. bir süre sonra transa geçtim... çok farklı bir aleme yani... ilk ritüelde bahsettiğim topluluğu gördüm. içlerinde benimki yoktu, hepsi birden bana döndü. çok çok farklı simalar. birisinin yüzü keçi suratına benziordu, kulakları ise bir fil kulağı gibi. vücudu kıllı fakat üstündeki kırmızı entari sebebi ile tam göremiyorum.ne insana ne hayvana benziyor simaları. ancak,duruşları bir insanı andırıyor.bu keçi suratlı bana hitaben; anlaşmayı bozdun! ben hiçbir şeyi bozmadım diye haykırdım yakalayın diye bağırdı... bir anda hepsi üstüme hücumlandı... yaptıkları ise koşmak denemez, koşmuyorlardı. hızlı kuş sürülerini andırıyorlardı etrafımı sardılar...  ellerimi arkadan tutarak diz üstü çöktürdüler, ardından yere kurbanlık gibi yatırdılar... ellerinde bakırdan baltayı andıran aletle gelen birkaç varlık başımda dikildi.bu keçi suratlı bir taht üzerine oturarak izliyordu olan biteni.o esnada benim ifrit çıktı ortaya... eline bakır rengindeki baltayı aldı... sana mustafanın akıbetini anlatmadım mı ? benden başkası ile görüşmeyeceksin demedim mi? ben kimse ile görüşmedim dedim, feryat figan yalvarıyordum o yaptığın ritüel neydi o zaman ? kaybettin dedi. tam baltayı başıma indirmeye hazırlanırken, tüm varlıklar o keçi suratlının ismini zikretmeye başladı... vialon... hep beraber bağırıyorlar. vialon!!!... bu aynı bizim dervişlerin zikrlerine benziyor, büyük bir coşku ve vecd ile bu ismi tekrarlıyorlar. artık ölmeme ramak kaldı, ifrit baltayı indirmek üzere bekliyorken; bir ses yankılandı Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh (o esnada durumumu takip eden kadın okuyormuş. necm58) vialon oturduğu tahttan ayağı kalktı hışımla... ellerini fil kulaklarına bastırarak durun diye bağırdı. hepsi adeta buz kesmişçesine sustular vialon başını sürekli sağa sola sallayarak, yerine oturdu... elini alnına götürdü... uzun süre böyle kaldı... serbest bırakın! Dedi üstümden ayaklarını çektiler. ifrit ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.  efendim, serbest mi bırakacağız ? sana ne diyorsam onu yap ama efendim, anlaşmam? beni mi sorguluyorsun! peki dedi... biraz sonra iki yaratık belirdi. bunlar erumi ve sakildi. vialon onlar gelince ayağı kalktı. birbirlerine hışım ile baktılar. erumi ve sakil bana doğru döndüler. dilim tutuldu. peygamber efendimizin yaptığı senetten aldığım hakla, sana emrediyorum.onu serbest bırak dediler vialon kaybetmiş bir ifade ile getirin dedi... beni tahtın önüne getirdiler... oldu mu dedi vialon ifritin hakkını da ver dediler vialon istemeyerek te olsa, tamam manasında başını salladı. ifrit çığlık çığlığa kendini yerlerde sürüklenirken, erumi ve sakil kollarından tuttular bunu. sen yargılandın hükmün idamdır dediler, hepsinin bedelini ödeyeceksin! uyandığımda burnumdan kanlar fışkırıyordu, delirmiş gibi hissediyordum kendimi. muzaffer üstüme çökmüş halde, nerdeyse bedeninin ağırlığını kullanarak ile beni yere yapıştırma gayretindeydi. ondan iri yapılı olmam sebebi ile çok zorlandığı belli idi müjgan muzaffere çekilmesini söyledi... bana elinden hazırladığı karışımı içirdi... hiçbirşey soracak durumda değildim ardından büyük bir soğanı göğsümün üzerine koydu... bir çakmak yaktı ve toplu iğneyi ısıttı... 99 kere bir ismi zikretti,100.de ise tekbir getirerek iğneyi soğana sapladı.o an sanki kalbim yerinden sökülmüş gibi bir acı hissettim... kalkabilirsin dedi, geçmiş olsun... ne oldu bana dedim git duş al ve gel dedi... yorgun ve perişan bir hali vardı onunda... banyoya gitmek adına valizimden çamaşır alırken muzafferin odasındaki saate gözüm takılmıştı, odaya girdiğimden bu yana 2 saate yakın zaman geçmişti. banyoya girdim, soyunurken iç çamaşırımda ve aletimde bir miktar kanla karışık sperm kalıntısı gördüm... boy abdesti aldım, hala titriyordu vücudum... saatlerce ağır bir işte çalışmış gibiydim. bilhassa belim ve göğsüm darbe yemişçesine ağrıyordu duş aldım ve çıktım. şimdi olayın aslını öğrenme zamanıydı... kadın uzunca anlattı,ben toplamaya çalışayım... dedem, Allaha inanan ve ibadet ehli biriymiş. Allah'a sürekli maksudum sensin, hazine senindir bana imanımı arttıracak deliller ver dermiş...  ona erumi ve sakil dediğin bu iki varlığı deneme vasıtası ile göndermişler. erumi ve sakil dedeme ; bu işten vazgeç sana ün, şöhret ve mal verilecek diye teklif etmişler. oysa deden aynen peygamber efendimizin dediği gibi 'bir elime ayı,bir elime güneşi de verseler ben bu işten vazgeçmem' diye cevap vermiş... onlarda sen kazananlardan oldun, Allah bizi sana hizmetçi olarak yolladı. sana ilim öğreteceğiz. Allah yolundan ayrılmadığın müddetçe seninle beraberiz demişler... bir süre ilişkileri böyle devam etmiş, dedem onlardan sadece imanını arttıracak deliller ve işler istemiş. olayların içyüzüne vakıf olmuş.ona sürekli bizden istediğin halledilmesi mümkün bir iş var mıdır ? diye sorarlarmış ... dedem ise her seferinde imanımı arttıracak deliller dermiş... ona bu güzel davranışından ötürü muhabbetleri artmış... ben doğduğumda, dedem çok mutlu olmuş. çünkü babamın abisinin yıllarca çocuğu olmamış, torun özlemine ben son vermişim. senin adını ilim sahibi peygamber olan peygamberin ismi ile şereflendireceğim demiş. adım süleyman olmuş. bu varlıklarda süleymanına manevi bir hediye vermek isteriz,sen seç diye tebriğe gelmişler. ona da bana verilen gibi hakikatı ve imanı arttıracak deliller verilsin demiş dedem... Allah’ın izni ile bu mümkündür,o saparsa felakete düşerse en azından imanı adına nispetince yardımcı olacağız, lakin inanıp inanmayacağı onun nasibi nispetincedir... Allahın emirlerinden caymaz inşAllah demişler... çevresinde çokça sevilen, temiz biriymiş dedem... her sabah namazını kılmak için camiiye gidermiş o kadar yol tepip... birgün camide çaresizce ve ağlayarak dua eden bir adam görmüş... ona derdinin ne olduğunu sorunca adam  ;bir kızı olduğunu, bunun mecnun gibi olduğunu falan söylemiş... kız sürekli kendini damdan atmak için teşebbüs ediyormuş ancak şuuru yerinde değilmiş... çok sefer uyku vakti evden çıkıp koştuğu olmuş, Allah bir şekilde engel olmuş ki her seferinde yakalamışlar kızı... ya kayıplara karışacak,ya da canından olacakmış kız... dedem düşünmüş, adamın haline acımış... bu derdine rağmen Allaha isyan etmiyor ,camiye gelip dermanı yine Allahtan istiyor buna yardım etmek lazım... alimin zekatı ilmidir diye geçirmiş içinden. herşeyi veren Allahtır ancak bunu dünya hayatında yine yaratılanlar eli ile yaptırır, yoksa bu hikmete aykırı olurdu. Allahın hikmetinden sual olunmaz bu yüzden. kızın yanına gitmiş, erumi ve sakil vasıtası ile kızın derdine baktırmış. kız cinli imiş,bu cin ise bana musallat olan ifrit dediğiniz varlık. erumi ve sakil onu uyarmışlar, insanların içine girmesinin yasak olduğundan bahsetmişler. kadın bu hangi inanca göredir diye sorunca peygamberimizin sizlerle yaptığı senet üzeredir yanıtını vermişler. kadın kahkaha atarak,düşmanı olduğumuz bir inancın senedi mi ? bu ancak sizi bağlar... biz onun yolu üstünde pusu kurup, insanlara azabı süsleyerek vaadedenlerinizdemiş... dedeme durumu iletmişler... eğer bu ilim bana Allaha itaat üstüne verildi ise andolsun onu ordan çıkarın, sizin göreviniz hakkı savunmaktır demiş... ifrit çok büyük ızdıraplar çekip, tamam hükmünüzü kabul ettim beni öldürmeyin demiş ... serbest bırakmışlar, kızı da terketmek zorunda kalmış... erumi ve sakil dedeme bunlar sözünde durmazlar yine geleceklerdir demiş. dedem ise ben Allaha inandım, beni koruyan ona olan imandır ve odur demiş... erumi ve sakilancak sana olmasa dahi kanınla uğraşırlar demiş. dedemkanımdan imanı varsa onlara da bulaşsa da bu bir kaderdir, lakin nihayete erdiremezler... eğer nihayete erdiriyorsa o zaten benden değildirdemiş... kısa bir süre sonra ömrü vefa etmemiş,son konuşmalarında öleceğimi hissediyordum,ona sahip çıkın'' demiş küçüklükten itibaren erumi ve sakili görme sebebim işte tam olarak buymuş. gün gelirde ifritin tacizine maruz kalırsam diyeymiş. çünkü onları sevecen ve iyi olarak görmemden ötürü, içimde hep bir merak besleyecekmişim. onların gidişi ardından onları ararken ise bilgilenecekmişim. gitme sebepleri 6-7 yaşlarına ve duruma göre biraz daha geç yaşlarda çocukların göz perdesinin inmesindenmiş ifrit zaten birgün ne yaparsam yapayım gelebilirmiş. kısacası onlara olan merakım yüzünden ifrit bana musallat olmamış.tek hatam mustafa üzerinden sırf güç kazanmak hissiyatını dile getirmesemde bu işlere girmem olmuş. Allahın haram kıldığı bir usulle,ucu harama varacak işler yapmak. kısacası kılıfına uydurmaya çalışmakmış. mustafa şerri işlerle uğraşan bir adammış, suriyeye gittiği ve bu işleri orda öğrendiği doğruymuş ancak suriyeli diye bir kimse yokmuş. mustafa  daha öncesinde bulduğu ilk defineyi şansla bulmuş birazda. bugün nasıl ki define bulanlar var, aynen o şekilde bir bulmakmış bu.evet defineyi kaçırmak için suriyeye gittiği ve orda bu işleri öğrendiği doğruymuş. şamda kalmış mustafa, bilen bilir ki en çok olaylar şam ve mısırda görülür. manevi yaşanmışlıkları fazla, enerjisi yüksek yerlerdir. mustafa öğrendiği bazı şerri bilgiler ile nam salmış, ancak gücü asla ve asla define çıkarmaya yetmezmiş. diyeceksin ki bu şerri işler sonucu mustafa define bile çıkaramıyorsa şeytani varlıklar ona nden yardım etmişler de insanlara şifa dağıtmış... çok basit, şeytani varlıkların eli ile deva bulan bu varlıklar mustafayı tıpkı benim yaptığım gibi ilahlaştırmışlar. bunu kabul etsemde etmesemde böyleydi. ilah kelimesini araştırır iseniz anlarsınız.her şirk açıktan Allahı inkar ile olmaz. Allahtan başkasından medet dilersen ve onun eli ile olduğuna inanırsan bu da bir şirktir. kısacası deva bulan insanlar da Allahtan değil mustafadan bilmişler. mustafanın kaydığı muhtarın karısı bile kocasını eve bağlamak adına kendini sunmuş mustafaya.var sen hesap et. şeytanların amacı budur zaten, seni hakk yoldan alıkoyup bu tür harikaları rabb edinmeni sağlamak. palada mustafadaki harikaları haber alınca, acaba bu işi yapar mı diye onu yedirmiş içirmiş maddi olarak beslemiş. mustafa bir yandan rahatın tadını çıkarırken öte yandan bu işi nasıl yapacağını kara kara düşünüyormuş. adam sakat, göster kerametini der mal gibi kalırsan; tatlı tatlı yediklerini acı acı kusturur sana. işte bu esnada o şehirde bulunmamı fırsat bilen ifrit mustafaya yaklaşmış onunla anlaşmış. mustafa ile tanışmamı sağlamak adına başkanı rahatsızlandırmış, hatırlarsan tahlilleri normal bir insandı. mustafanın başkanı iyileştirmesi ile ona tav olan ben onun gibi olmak tan şifayı kastetsemde amacım kibrimi yüceltmekmiş.(-ki öyleydi,her insan öyledir ) bu sebebple Allahın haram dediği işlere girmişim ve ifritin ocağına düşmüşüm.bir anlaşma adına ortada imza gerekmez,bu işe girmek zaten kabul etmek demektir mustafa hile ile çalacağı ganimet adına beni onlarla zütürmüş, hani bunu anlatmıştım önceden. muhtarın evinin önünde benimde bulunmamı sağlama amacı da gün gelir karıyı düzdüğü mesele açığa çıkarsa beni öne sürmekmiş. beni de türlü yalanlarla kandırmış, elindeki kitap dediğim gibi zaten yalanmış. insanlara bir hazine sahibi gibi görünmek adınaymış bu kitap. kızın ırzına geçme arzusu da ; ne bahsettiği erkek ifrit ne de başka bir sebepleymiş, sadece hevesmiş ancak beni de susturmanın bir yoluymuş bu bahane. palanın olayını fırsat bilmiş ve girişmiş sonuda gebermiş.(kız ne haldedir haberim yok) mustafa orda ölmüş çünkü bahsettiği üzere onu koruyan kimse yokmuş, ifritin uydurduğu gibi de ifritle olan anlaşmasını bozduğundan falan ölmemiş. sadece ifrit birinden yardım alırsam sonumum mustafa gibi olacağını göstermek ve benim çıkış yollarımı kapamak istemiş. namaz kıldığım gece gerçekten zarar görmüş, Allaha dönmem erumi ve sakil'i harekete geçirmiş. ifrit ise son bir oyun oynayarak çaycıda yaşadığım olayı gerçekleşmiştir. otobüste bir aşama daha katettik demesi ise, iyice saplandığımı kabul edeceğim bu işin içinde kabullenme yaratmamı sağlamakmış. hatırlarsanız bir zamanlar aidsli insanlar başkalarına da bulaştırıyordu bu mikrobu.ha işte benimde aynı duruma düşüp, insanlara bulaştırmamı sağlamak adına imiş. özel bir durum yok,o şehri yazmam adına ondan kaynaklanan bir durum falan. sınava hazırlanırken içimde beliren x şehrini yazma sebebimde erumi ve sakilin ilhamı ile olmuş, muzaffer ile tanıştıracaklar ve çözümüme vesile olacaklarmış. kısacası ilhama sebep olan erumi ve sakil iken, imanı ekgib olan ben bir aşama daha katettik diyen ifritin oyununa yine gelmişim. imanım ekgib olduğundan erumi ve sakille iletişime geçememişim. kısacası her olayı şerri işlerdeki mustafa ya da ifrit kendini yontmuş senin çaren onda derken kastedilen '0'  ben değilmişim.bu kişi muzaffermiş. muzaffer küçük yaşlarda sıkça cin tacizlerine maruz kalmış. geçirdiği fiziksel rahatsızlıklarda bundamış. hakk işler yapsan dahi canını yaktığın şeytaniler sana bir şekilde bulaşır. kadından ötürü de muzaffer'i taciz etmişler.bu işlerle uğraşanlar kendi kanına hüküm edemezler, sorunlarını çözemezler. kadın benim sorunumu çözünce ,dedemden miras kalan erumi ve sakil de ona armağan olarak muzafferin perdesini kapamışlar. kadın bana tüm bunları anlattı. yalnız dedi bunların bir bedeli oldu. hayatın boyunca evlenemeyeceksin, seni musallattan kurtardık ama onlar bu acı ile tahammül edemezler. evlensen de kanına intikal ederler. zaten hiçbir şekilde ciddi bir ilişki yaşayamayacaksın.bir de dikkatli olmalısın, maddi kayıplara sebep olabilirler. ancak yıkılmamalısın, Allahtan dönmemelisin. aksine hayatında bir daha görmemen tüm bunlardan yücedir.en sonunda öldürecekti seni. haşa belki annene bacına sarkacak derece tuhaf işler yaptıracaktı sana. insanlara bir bak,ar ve namusun bu kadar kaybolduğu bir noktada herkes bunların etkisinde. hayvanlığın en ilersinde dedi. o günden sonra ifriti bir daha görmedim. erumi ve sakil ile devam ettim yoluma. onlarla inanç ekgibliği ya da bunalımda olan insanları teselli ettik. mustafa gibi onları şerre davet etmemiştim. insanlar merak ettikleri bazı şeyleri bildiğimi görünce ve inançlı olduğumun bilincine varınca bunu Allah'a yordular. kısacası durumlarını düzelttiler.ve bunun Allahtan olduğunu bilip hakk üzere oldular... bana zararı oldu elbette bu ufak yardımların.şu şekildeki ; insanlar duygu ve düşüncelerimi değilde kısmi yeteneklerim sebebi ile dost olmaya çalıştılar.fal bakmadım, büyü yapmadım. sadece çok ama çok sıkıntıda olan kimselere erumi ve sakil yardımı ile faydam dokundu. okul bittikten sonra müjganın bahsettiği olası bedelleri ödedim,bir kaza neticesinde sol bacağım büyük ölçüde hissiz kaldı. 2008 de türlü emeklerle giriştiğim ilk binam çöktü. tüm bu olayları öc almak için bir kere yapma hakları vardı, aslında ölebilirdim bacağım kopabilirdi ancak erumi ve sakil'in vesilesi Allahın yardımı ile bunla kurtuldum.mal kısmına gelirsen, giden mal olsun. kısmende olsa beni bu badirelerden en az hasarla kurtardıkları için, sonunda erumi ve sakil'i özgür bıraktım. birbrimizden razı olarak ayrıldık... hala mühendislik yapıyorum, çok param olmasa da yetecek kadar. ancak yaşadıklarım neticesinde insanlarla dost olamıyorum, hafif bir paranoya bıraktı bende. dışarıya çıkıp uzun süre takılamıyorum. annem ve babamı kaybettim. kız kardeşim ile ise kırgınlık sebebi ile görüşmüyorum... ben sözümü tuttum ve bitirdim, istediğine inanabilirsin... umarım zevk almışsındır. fakat hala yalan mı ? gerçek mi ? kısmında bana gelme.en başından beri sana söylüyorum. yalan demen beni incitmez, gerçek demen ise bana kazandırmaz. eleştiriye açığım ancak dalyaraklığın lüzumu yok. Ne dediğimi dalyaraklar anlar, diğerleri alınmasın saygılar. Son...