Hikayenin sahibi
“skortak” nickli
İnci Sözlük yazarıdır.
Hikayenin
çıkış zamanı: 07/05/2013 20:28
•
• • • • PART 1 • • • • •
Herkese
merhaba. 34 yaşındayım. 35 yani yolun yarısına az kaldı. Şu sıralar mecburi
olarak akdeniz bölgesinde yer alan bir ilimizde yaşıyorum. bekarım ve bekar
kalacağım, sebebini hikaye içinde bulacaksınız... kimseyi kolundan çekip ne
olursun oku demiyorum... bu hususta anlaşalım. takip edenler olursa devam
ederek ilerleyeceğim, alakasız kaldığınız anda yazmayacağım.3 günüm boş ve
lanet olasıca sebebpler (bunları açıklayacağım) yüzünden normal bir insan gibi
dışarı çıkıp eğlenme lüksümde yok... quantum vs hikayelerinden gerçeğe dönmek
istiyorsanız, şimdi başlıyorum... 1978 yılında geldim dünyaya. ilkin aramızda
pek bir sorun yoktu bu kahpe gezegenle, nereden bilebilirdim ki; her saniyemi
kabir azabına döndürecek ve beni derin yalnızlıklara, bunalımlara gark
edeceğini babam devlet memuruydu ,o zamanlar babanın kravatlı olması büyük bir
ayrıcalıktı. fakat her aile gibi kıt kanaat geçinen bir aileydik bizde.bir
güneydoğu şehrinde, merkezden uzak kasabayı andıran bir mevkisinde oturuyorduk.
evimiz lojmandı. arka balkonumuz ve salonumuz aynı istikamete bakardı.
pencereden 4-5 m uzaktaki kavak ağaçları, bitkisiz toprak bir bahçe ve ardı
uçsuz bucaksız boşluk. kendi halinde sessiz sakin bu çiftin 5 yaşlarındaki tek
çocuğuydum... aslında tek çocuğu olduğumu uzun süre bilmiyordum 3 kişi için
ziyadesiyle büyük ve sobalı evimizde hiç kullanmadığımız oda da 2 arkadaşım
daha vardı ve işin ilginç yanı bunları aileminde bildiğini sanıyordum. beyniniz
yanmasın hemen sabır edin. kocaman bir salon ebatındaki odamızda küfeler,
misafirler adına yatak yorganlar ve kuru erzaklarımız yer alırdı. ben ev
oyunlarımı hep orda oynardım, lojmanda çok fazla yaşıtım çocuk vardı ancak o
odada yaşayan 'erumi'ile 'sakil' 'erumi' ve 'sakil' bahsettiğim o odanın dışına
çıkmayan,kâh büyük gardrobun kâh misafir döşeklerini koyduğumuz hurcun üstünde
oturan 2 varlıktı. insan değillerdi, eruminin vücudu toprak renginde el ve ayak
parmak kıvrımları olmayan kırmızı dudaklı ve iri siyah gözlü idi. sakil ise
yeşille gri arası bir renkte erumiye göre daha heybetli gözlerinde beyazı olan
ancak kalan yüz hatlarını hatırlamadığım bir varlıktı... bunları aileminden
bildiğinden emindim, nasıl ki gidip baba evde annem var demiyorsam yani bu olay
olağanüstü gelmiyorsa, erumi ve sakilden de hiç bahsetmemiştim.ta ki 7 yaşıma
kadar.o kısma değineceğim.. ancak merakınızı gidermek adına bu iki canlı ile
aramdaki ilişkiden bahsedeyim ne zaman odaya girsem uzandıkları yerde bana
doğru doğrulurlardı,bir iki gündelik sohbet ederdik. benimle oyun oynamalarını
istediğimde oynamazlar beni izlemeyi sevdiklerini söylerlerdi. bizim evin
koruyucularıydı bunu kendileri söylemişti. aramızda diyalogdan çok telepatik
bir iletişim mevcut gibiydi saf sevgi ve korunma hissini alıyordum onlardan.
çok yüz göz olmazları benimle. hatta bizden öncede orda olduklarını buranın
onların da evi olduğunu vs söylemişlerdi bir kez. bazen seni falanca yere
zütürelim mi derlerdi,ben de annem izin vermez ki biraz büyürsem gelirim
derdim. başlarını sallar gülümserlerdi. asla bir korkutma vs olmadı aramızda.
isimlerini nasıl öğrendim hatırlamıyorum ancak erumi ve sakil şeklinde hitap
ederdim... hatta bir keresinde oyuncak robotum (ilkel olanlardan) bozulmuştu ve
erumi onu tamir etmişti, içeri geçip oyuncağımla oynadığımı gören babam bayağı
şaşırmıştı nasıl yaptın dediğinde ,erumi kurcalarken gördüğüm, robotun içindeki
dinamo benzeri yapıyı vs kastederek birşeyler anlatmıştım... yine ikna
olmamıştı, ancak bilirsiniz çocukların bu meseleleri üstünde fazla durulmaz.
1-2 yıl içinde kardeşim olacağı müjdesini aldım, dünyalar benim olmuştu.o
süreler bahsettiğim odaya hiç girmedim diyebilirim belki 1-2 kez daha, kardeşim
doğduğu gün biraz bebeği sevdikten sonra onlarla sevincimi paylaşmaya
gittiğimde 'biz artık gidiyoruz' dediler, asık bir suratla... ağladım,
gitmemelerini istedim ancak sen bizi artık sevmiyorsun dediler... ertesi gün
odaya girdiğimde artık yoktular... aileme erumi ve sakilin gittiğini çok üzgün
olduğumu söyleyip geri getirmelerini rica ettim... ilkin kardeşi oldu herhalde
ilgi istiyor gibisine yaklaştılar, ardından babama robotumu da erumi yaptı
dediğimde bildiğiniz şok olmuşlardı. beni esas işi ruh sağlığı olmayan bir hekim
tanıdığın yanına zütürdüler, adam çocukken olur bunlar ilgi istiyor pışpışlayın
vs deyip yolladı. çocuksun ama ne dendiğini anlıyorsun aq bu da tuhaf bir iş
beyler. çocuktur anlamaz diyerek adam resmen bana ilgi fukarası muamelesi
yapmıştı. evimizin bulunduğu yer hayli ıssızdı ve o dönemler terör örgütü bu
amaçla olmasa da yine eşkıyalık vs durumları oluyordu. bizim bulunduğumuz
bölgede bir nevi onların kaçış yolları üzerindeydi. babam teftiş için turneye
gittiğinde annemle beraber korka korka geçirirdik geceleri. işte bu zamanlarda
yan dairemize babamla aynı kurumda çalışan genç bir adam ve hanımı taşındı...
çocukları yoktu... o zaman televizyon falan bu kadar dolu dolu değildi, haliyle
kadının da evde canı sıkılıyordu bize geliyordu çocuk niyetine benle kardeşimle
ilgilenip hasretini gideriyordu az da olsa dediğim gibi orta halli ailelerdik,
hatta ekonomi o zamanlar daha kötüydü... 'kemer sıkma ' sloganı ile yetişmiş
sayılırız kısmen... şimdi ki gibi her önüne gelen lokanta evlere paket servis
yapmıyor, kebap falan da bu kadar ele ayağa düşmemiş... sabah kahvaltılarında
biraz kıymalı biraz peynirli iç malzeme hazırlardı,bu bahsettiğim komşumuz
aynur abla... sabah babamlar işe gidince bu malzemeleri getirirdi ,beni fırına
yollarlardı yaptırıp getirirdim beraber yerdik vs.çocuğu gibi de ilgilenirdi
bizlerle aşırı samimi olmuştuk... sonra babam birgün huysuzlandı, misafirdir
gelsin gitsin ancak ne bu her gün evin içinde vs dedi... adamda haklı o sıcağın
altında arazi denetliyor vs,evine gelince insan donunu pijamasını çekip bir oh
demek istiyor... annem bana sen biraz dışarı çık dedi koridorlu bir yapıydı
evimiz, çocukluk işte beni göremeyecekleri noktadan dinliyorum... annem babama
bu kız evde birşeyler görüyormuş ondan pek kalamıyor dedi... babam işte sordu
soruşturdu kocasının haberi var mı gibisine... adamda biliyormuş meseleyi ancak
zaten çocukları olmuyor diye kızı ailesi istemiyormuş,bir de bu mesele
dillendirilirse aynı bana küçükken yaptıkları gibi 'ilgi fukarası' yaftasını
yapıştırırlar diye çekiniyormuş. haliyle küçük yer, başında ağrısa, gibinde
kopsa, delirsen de aynı doktora gidiyorsun. adamın ailesi de o şehirde
olduğundan pek sıcak yaklaşmamış... annemin anlattığına göre kadın yatak
odalarında 'gelin ve güvey ' görüyormuş... oturuyorlar ve ona bakıyorlarmış...
tabi o zaman gelin nedir biliriz de güvey hiç anlamamıştım beyler belirli
olayları ve tetikleyici etkenlerini de anlatmam gerektiğinden bazı kısımlar az
da olsa 'ne alaka dedirtmesin' hepsi arasında bir bağlantı var, sabredin ana
konudan sapılmayacak sadece neye neden yaklaştım, nasıl girdim gibi aşamaları
daha sonra sormamanız adına detaylıca açıklıyorum... ister gerçek, ister hikaye
deyin ama dilerim okursunuz... devam ediyorum... gelin ve güvey kelimeleri
kafama fazlaca takılmıştı ancak diyorum ya çocuksun henüz. fakat şu günkü
çocuklardan daha olgun olduğumuzu söyleyebilirim. saksı çocuğu değildik.
ortaokula giden çocuğu ay araba çarpar diye servise bindirip, dönüş saatinde
servisin gelişini beklemezdi kimse. tüm vaktimiz dışardaydı, arkadaşlarımızla
gider fırından yarım açık ekmek alırdık yanına da herkes evinden birşeyler
getirdi mi al sana aktivite.bir de o yaşlarda kız tavlardık ancak kafaya 5 kilo
jöle süremediğimizden suyla : ) bizden daha büyüklerle takılırdık bu kız
tavlama merasimlerine, tabi kız mız tavlayamadığımızdan döner dolaşır lojmanın
altındaki sur dibini anımsatan su deposu çevresine konuçlanırdık... millet
anlatırdı işte cin, peri,hortlak... çokça düşündüm ilerleyen yaşlarımda acaba
onların etkisi miydi erumi ve sakil diye... hayır sanmam, çünkü ben erumi ve
sakil'i haşa ezelden tanıyor gibiydim... şu gün tanıştım diyemem tek bildiğim
gittikleri dönemdi... hadi hepsini geç bir elinde gibik bir balta diğerinde
kılıç olan tek taku 2 adım ileri gitmek olan robotu ben mi tamir etmiştim ? içi
açılmasa dinamo tarzı yapıyı nasıl anlatacaktım babama. koruyucu meleklerdim
dedim geçtim o meseleleri zamanla... kısa sürede de hafızadan kayboldu... ya da
ben kaybolduklarını sandım belki de tüm bunlar bir felaketin, benim felaketimin
başlangıcıydı bahsettiğim şehirden terör beölgesi olması hasebiyle tayin
istedik.her türden insanın yaşadığı ancak bütçemizi sarsmayacak küçük bir ile
taşındık. yavaş yavaş bilincim oturmaya başlıyordu, artık her insanda olan
hortlaktan periden cinden korkma meseleleri bende de baş gösterdi. çocukken
ölmeyeceğime inanırdım mesela ben, azrail gelince gözlerimi iyice açarım ölmem
ki derdim... bilinçten kastettiğim nokta, hani bazı gerçeklerin farkına
varıyorsun ve kafanda oluşan tabular, çizilen ürkütücü tablolar var... erumi ve
sakil'in hemen hemen hayal olduğuna inanmışsın, inandırmışlar seni... robot
olayı mı gibtir git, belki hiç bozulmamıştı bile diyorsun kendine... artık
hayatında erumi ve sakil yerine al karısı, karabasan,ters domaltıp düz giben
yaratıkları var... onların anlattığı hiçbir yaratık sevecen değil mesela,o
halde erumi ve sakilinde gerçek olma ihtimali düşük... ya da onların
gerçekliğini kabul etmek, diğer anlatılanların da gerçekliğini kabul etmek
anldıbına geldiğinden korkuyorsun yıllar geçti bu şekilde, ortaokula başladım.
takım elbisemi çekince benden kralı yok.az çok durumumuz daha iyileşmiş, babam
girdiği sınavı kazanmış, yeni ve daha iş görür bir maaşla göreve atanmış... o
devirde okuyabilmek eskiye kıyasla çok zor olmasa da bugüne kıyasla zordu be
kardeşim. çoğu arkadaşım ilkokulu bırakıp berber, kasap bilmem ne oldu... yani
bu imkanı kullanmak lazım artık ne kadarına güç yetiyorsa, zekan yetiyorsa
okuyup bir meslek edinmek lazım. erkendi belki bu kadar uç planlar adına fakat,
dediğim gibi senaryo sana yapman gerekeni yeterince sunuyor... ortaokulda bir
arkadaş edindim, adı muhafazid di... babası vefat etmişti, sadece annesi ile
yaşıyorlardı... muhafazid'de dönemin modası olarak cinlerden perilerden
avratgiben yaratıklarından bahsediyordu... ben ona ne erumiden ne sakilden
bahsettim... erumi ve sakil, onun anlattıklarının yanında teletubies gibi
kalırdı... muhafazid işi ileri zütürdü ve babası sağ iken bu varlıklarla
görüştüğünden vs bahsetmeye başladı... açıkçası inanmadım,o dönemleri hatırlayan
bilir 'konuşan kedi' meseleleri falan, hani her kedi konuşabildiği gibi
herkeste muhakkak bu olaylarla içli dışlıydı. kendi görmese de amcası halası
eniştesi baldızı görümcesi dedesi falan görmüş oluyor ya dedemin dedesi birgün
gece geç vakitte köyden dönüyormuş,bir düğün görmüş türü zırvalar anonim
meseleler zamanında benim için düşündüklerini bende muhafazid için
düşünüyordum, babasını kaybetmiş durumu iyi değil ve bu çocuk bir çeşit ilgi
istiyor tarzında... şu anda bazılarınızın benim için düşündüğü gibi
kardeşlerim... buraları biraz kısa geçeyim, o dönem elif ve esen adında 2 kız
arkadaşla,'arkadaş' adı altında ergenliğin gereklerini uyguluyor, bacım ayağına
yavşıyoruz... o dönem her önüne gelen vermediği için, hatta bu işler kanla
bittiğinden en fazla kazayla memeye dokunmak türü işler... benim doğum günüm
için bizde toplandık, annnemi evden yolladım biz bizeyiz... tatlılar,
börekler,limonata vs keyfimiz yerinde o
sırada muhafazid tribe girdi... size birşey anlatacam diyerek, gözleri dolmuş
bir vaziyette... kızlar 'aaa noldu anlat tabi' ye bağladılar... ben de aha gene
ilgi çekmek adına ortaya ölmüş babasını falan koyacak duygu sömürüsü yapacak
diye düşünüyorum... bana görünüyorlar dedi ve yere baktı, hani muallak olaya
gizem katıyor bana kalırsa pek giblemiyorum... yine kızlar aaa nasıl,ne
görünüyor diye bu nazlı gelini oynamaya davet ediyorlar adeta... bu da benim
penceremden gözlemlediğim kadarı ile, anlatmak için can atıyor ancak hala hafif
nazlarda... en son döküldü... babama bir cin musallatmış sağken, geceleri babam
yatarken yatağını yorganını kaldırırmış, işte çimdiklermiş... en sonunda babamı
korkutup kalp krizi geçirmişler öyle ölmüş... tabi bu esnada ağlıyor, kendini
triplere sokuyor : ) baba acısı ile dalga geçmem, benimki de rahmete gitti Allah
olanlarınkine ömür versin lakin bunun yaptığı tarzı az çok anladınız, hepimizin
eleştirdiği bu tip olaylar olmuştur peki nasıl görünüyorlar diye sorduk; uzun
saçlı koca memeli siyah suratlı, siyah ve kan kurusu olan kırık tırnaklı bir
kadını tarif etti. senden ne istiyor dedik, bilmiyorum bilmiyorum bilmiyorum
yaptı... kızların ilgisini görünce hemen atıldım,bu işi araştıralım...
hemfikirdik... kızlar da inanmıyordu muhtemelen ancak hala ergenlik gereği
yavşamamızı cinni çalışmalar üstünden yürütecektik... onların da işine
gelirdi... aaa sen benim için değerlisin deyip memesini tutacağıma, memende cin
var tatlım der sıkıp öldürebilirdim : ) (araya mizah katmam, olayı sulandırmak
için değil... o zaman ki kafamın,şu an bana hayalperest diyenlerle aynı olduğunu
göstermek... kısacası bana inanmanızı bekleyemem... yaptığın şey mizahtan öte
kendimle ironi) işte evimizde bulunan kitapları alıyoruz, cinler vs hakkında
yazılanları okuyoruz... bizde bir ilmihal vardı, yeşil koca kapaklı kütük gibi
birşey... orda cinlerle ilgili bilgiler vs vardı... sara hastalığına kadar
bunların sebep olduğundan bahsederdi... işte putperestlerin puta tapma
sebeplerinden biri olarak bu varlıkların bazı zamanlar putun içinden ses verip
konuşması olduğu gibi meseleler işte... felak nas okuyorduk kendimizce
'oturumu' bitirirken. arada muhafazid'i yokluyordum bakalım açık verecek mi
diyerek, nasıl görüyordun gibisine hep aynı tarif... bir süre sonra işi iyice
ilerletti,hep bir arada otururken uzak bir noktaya mesela kapı girişine bakıp
'orda' diyor gözünden bir damla yaş düşüyordu... o ara hepimiz felak nas
ayet_el kürsi combosu ile korunuyoruz... o döneme kadar bu işler hakkında bir
kitap okumamış ben nerdeyse haklarında yazılan herşeyi biliyorum... bu
araştırmalar beni iyice cezbetmeye başladı, olay muhafazid'in yalanını ortaya
çıkarmaktan öte,bu varlıklar ile erumi ve sakil arasında bağlantı kurma
isteğine dönüştü... erumi ve sakil neydi ? hayal miydi ,gerçek miydi ? gerçekse
bu kitaplarda ki tiplerden neden bu kadar uzaktı ve dahası yeni erumi ve
sakillerim olabilir miydi ? onlarla iletişime geçilebileceği falan yazıyordu...
artık benim meselem dediğim gibi tamamen muhafazid'in ilgi fukaralığından
çıkıp,bu aleme duyulan karşı konulamaz bir çekime dönüştü çocuk hergün yalanını
daha bir süslüyor yeni yeni motigler yeni yeni diyaloglar ekliyor... çok iyi
arkadaşım fakat insanın içinde şişiyor ve bir yerde yüzünde 'yalancısın ' dmeke
istiyor insan... ama mecburen tahammül ediyorsun, eskisi kadar onlarla
takılmaktan zevk almasan da... dediğim gibi dersle, geri kalanın da da cinler
alemi, büyü,fal vs üzerine artık ne bulabilirsem okumak... evdekilere de
göstermiyorum, onları okusam da ders çalışıyorum sanıyorlar... takdirlerini
topluyorum bu kısım da şahane... muhafazid lerle olan artık kabak tadı veren
toplantılarımızın birinde, 'elif' isimli kız arkadaş uzak bir noktaya bakıp,
bana da görünüyor demeye başlayınca, dedim artık bu kadar yeter hepsi yalan
dolan bunların... bana farketmediğim bir yolu açtılar... bu gibik olay yüzünden
bu aleme ilgim arttı, hakkında kulaktan dolma değil ciddi ciddi bilgi sahibi
oldum... belki de tüm bunlar 'o' varlıkların planının bir parçasıydı... belki
de tüm plan beni cezbedip, ilgimi yaratacak zemini 'hazırlamaktı' ve herşey
bundan sonra start aldı,bu işlerin uygulamalı olarak içinde yer alacağın
olaylar silsilesi ve yaşadıklarımın nasıl olduğunu ,detaylıca anlatmaya
çalışacağım... arkadaşlar kısa geçmek isterim ancak kimsenin aklında soru
kalmaması gerekir diye düşünüyorum... devam ediyorum artık bu meselelere karşı
konulamaz derecede, deliler gibi heyecan ve heves duyuyorum. çocukken
farketmeden gördüğüm, sonra kulaktan dolma saçmalıklar yüzünden ürktüğüm
şeylerin şimdi aslının hükmüne varmak adına merak sarmıştım (pek çoğumuz hala
ürküyor, ürkmesi gerekenler benim sonradan anlatacağım kısımlar gibi şansını
zorlayanlardır sadece... normal adamın ürkmesi kendi eziyetten ötesi değil)
nihayetinde zaman bir şekilde geçti, görev süremiz dolunca bu şehirden de
taşındık... yeni geldiğimiz şehirde kitap bulmak yahut bu işlerle ilgilenen
birilerine ulaşmak çok daha kolaydı... büyük bir şehir sayılabilirdi... benim
artık teoriye de iştahım kalmamıştı, tüm derdim onlarla iletişime geçmekti... o
dönem yarı siyasi bir derneğe gelir gider oldum,o dernekte başkanlık vazifesini
yürüten bir bayan vardı... Sohbetleri hoş kimselerdi, aslında kim kime dum duma
sohbet muhabbet yeri gibiydi,ki çoğu dernek böyledir... bir süre sonra bu kadın
hastalandı, doktora gidiyor derman bulamıyorlar... afedersiniz menopoz olabilir
diyorlar ancak kadın çok tuhaf hale girdi, evine ziyarete gittik
arkadaşlarımızla, kolunu oynatamıyor vücudum yanıyor diyor... tahliller ise
normal... bu olay işte benim için dönüm olacak bir hadiseye vesile oldu... bu
hayatta hiçbir şey birbirinden bağlantısız değil,bir plan var beyler şimdi
dönüp bakınca buna bir kez daha emin oluyorum... Birgün dernekte otururken
içeri iri yarı, heybetli bir adam girdi... 'ben mustafa, falanca kişi haber
verdi... başkan burda mı ? '' diye sordu...
konuşma tarzını pek tasvip etmedim emir verir gibi bir ses tonuyla hitap
ediypr... fakat bu tavrına rağmen çaycı adama karşı aşırı saygılı bir tutuma
girince acaba ne oluyor diye düşünmeden edemedim... kim bu adam ki bu kadar
ihtimam ediliyor... çaycı başkanın ev numarasını verip kendisinin evinde
yattığı söyledi... adamın ayrılması akabinde çaycıya bu adamın kim olduğunu
falan sordum, hatta biraz espriyle karışık ''bu hanzo kim ? ' tarzında bir
soruştu bu... bu ayrıntı aklınızda kalsın beyler, bayanlar ve kendini istediği
cinsiyetten tanımlayan panpalar... çaycı bu adam tuhaf biridir, şifacıdır güya
vs dedi... açıkçası bir şifacıyı giblemezdim... şifacılar genelde dualar ya da
bitkiler ile ot gib işler yaparlardı bana göre... başkan bir süre sonra derneğe
gelip gitmeye başladı... eski haline kıyasla gayet iyi ve dinç görünüyordu...
mustafa da arada bir gelir gider olmuştu... adamdan bildiğin tiksiniyordum...
oldum olası kaba saba herifleri sevmem... birgün yine dernekte takılırken 2
yahut 3 kişiydik... mustafa geldi, selam verdi ortamıza oturdu... çaycı az
birşey irkildi bundan... mustafa hal hatır sordu ama bana cins cins bakıyor...
açıkçası ben tedirgin oldum, adam hasmına bakar gibi bakıyor ve kavgaya
girişmem mümkün değil boyu rahat 1.90 civarında en az 100-110 kilo var
yanımızda bir de kız arkadaşımız var o gün biraz bunalımlı hali var... Allahım
diyorum ya bu adam bana ters bir hareket yaparsa ve rezil olursam... derken
bakışlarını benden çevirdi... kıza döndü... rengin sapsarı hayırdır ne derdin
var dedi kükredi... ulan diyorum bu harbi hanzo, tanımadığın biri hem de bayan
bu nasıl hitap... kız kekeledi bilmiyorum, üşütmüşüm herhalde dedi... kıza
ayağı kalk dedi... beyler o an çok tuhaf bir konumdayız hepimiz... hani adam
kızı neden ayağı kaldırdı... bizi oracıkta gibse giber ha,o derece putlaştık...
adam kaba saba ama tuhaf bir herif... kıza elini uzat dedi, şehadet ve
başparmağı ile kızın elinin şehadet ve başparmağı arasındaki bölgeyi sıktı kız
bildiğin ciyaklıyor... sessiz ol diye kükredi mustafa... akabinde diğer eline
yaptı aynı işlemi daha sonra omuz ve dirsek arasına eli ile ufak fiskeler attı
en son şakaklarına birşeyler yaptı... sonra elini kızın başına koydu gözlerini
kapa dedi, kız söyleneni yaptı sanki hipnoz olmuş gibi... 3-4 dakika
kaldılar... aynı yeşil yol filmindeki gibi elini kızdan çekti,,o adam nasıl
havaya üflüyorsa mustafa da avuç içini başına koydu ve ovuşturmaya başladı...
• •
• • • PART 2 • • • • •
Allah’ım küt
küt küt, çat çat çat sesler geliyor kafadan kemik kırılıyor gibi ancak yok böyle
ses ben hayretler içinde kaldım... adamın bakışından belli beni sevmiyor ancak,
yine de hem can korkusu hem de olan olayın hayreti ve heyecanı ile sordum... abi
ne yaptınız ? siz diye... bana alaycı bir tavırla baktı... boşver beni dedi,
senin baban neden sinameki içiyor, söyle içmesin bir işe yaramıyor... nasıl lan
bir dakika ? babam bağırsaklarından rahatsızdı ve afedersiniz iyi gelir diye
sinameki isimli bir otun çayını içiyordu... bu herif bunu nerde bildi... abi
dedim nerden bildin, yüzündeki sert ifade avını ele geçirmiş avcı gibi
tebessümle değişti... hanzolarda bilir dedi ... vay dıbına koyayım dedim
içimden..o lafı ettiğimde bu adam binadan çıkmıştı, duymasına imkan yok...
yıllardır aradığım tip bir adamı karşımda bulmuştum ancak herife hanzo demiştim
abi ben demedim size birşey falan geveledim... bak dedi seni hiç sevmiyordum,
kaçtır gelip gidiyorum böyle boğazlı kazak falan takılıyorsun ukala bir tipin
var... ancak dedi özünde iyi bir insansın bunu biliyorum... babana de onu
içmesin yanıma gelsin... abi dedim beni yanlış tanımışsın (yalanımı gibeyim)
ama babam imkan yok gelmez bu tip işlere... ama dedim ben çok meraklıyım
benimle paylaşırmısın bildiklerini... o işler kolay değil be aslanım dedi,
elbet kıza da kur yapıyor hareketleriyle... ancak kız zaten sevgilim değil,
isterse orda gibsin umrumda değil... ben kaç yıldır aradığım adamı buldum... beyler
hep diyorum yine diyeyim, hayatta hiçbirşey tesadüf değil... herşey ilintili… edit
: boğazlı kazağın o ara çağrışımları sadece giysi değildi arkadaşlar... takılan
olursa belirteyim mustafa'ya birkaç soru sorup soramayacağımı söyledim... bu
tip adamların en hoşlandığı şey gereğinden fazla ilgi alaka görmektir...
işinizi hep bu pohpohlama ile yapabilirsiniz bunu da aklınızın bir yerine yazın
kardeşlerim. kızın yanında sor bakalım vesaire deyince ben abi özel diyerek
direttim... açıkçası dernek gibi bir yerde metafizik öğelere bağlamak mantıklı
bir iş değildi... ne olur ne olmaz... iç odaya geçtik, masaya kuruldu... yine o
iri gözlerini gözlerime dikti sen neden cunüpsun dedi... yine kısa bir 'oha aq'
çektim ama normaldir dedim içimden... bunu tahmin etmesi için evliya olmasına
gerek yok..bu yaşlarda çoğumuzun yaptığı bir numara... şimdi değil ama o
zamanlar gusülsüz dolaşıyorduk tabi... her dakika banyoyu nasıl yapacaksın...
haftada 2 başından fazla... suyu kim buluyor ona meramımı anlattım... erumi ve
sakil den bahsetmedim... ben dedim bu yolda ilerlemek istiyorum... sen nasıl
bunları bilebiliyorsan, başkanı iyi edebiliyorsan ben de istiyorum... sen dedi
şifa için istediğine emin misin ? senin gibi çoluk çocuk ( o zaman çokta çocuk
sayılmazdım yine 17-18 falandım ) bu işi ya karı kız için kullanır ya para için
kullanır ya şöhret için kullanır dedi... içimden be hey avradını gibtiğim ya
sen ne içtin kullandın, kıza yapmadığın kur kalmadı diye geçirdim ve anında
pişman oldum... bu herif nasıl yapıyorsa geçen sefer ta bina dışından hanzo
dediğimi duymuştu ki,hanzo öyle akla ilk gelen hakaretlerden de değildir... bir
de kötü bir düşüncen olunca söylemesen bile lafı oralara çekip kendini savunaya
geçiyordu... mesela solculardan nefret ederdi, Allah vatan kuran derdi ama büyü
yapardı.. büyü kısmını çok çok sonra ki kısımlarda öğrendim onlara da
geleceğim... işte ilerki zamanlarda ben büyü haramdır dediğimde o inatla bu
yaptığının büyü olmadığını savunurdu... ne haltlar döndü, dudağınız uçuklar
yine söylediğim gibi mustafa tarzı adamların en sevdiği şey
azizleştirilmektir... mesela hatadır bu bilirim,tek kutsanacak olan Allahtır...
peygamber bile değil... inançsız arkadaşlarıma burdan bir sataşma yapmıyorum
yanlış olmasın sadece kendi inancım için bahsettim mustafa ile olan bahsettiğim
ilk detaylı konuşmamızda benim de bu işe girmek istediğimi söyledim...
bahsettiğim ara meselelerden sonra madem çok girmek istiyorsun bunların
bedelleri vardır dedi... emin misin ? diyerek sordu... bu yola girerken ortalık
ışıl ışıl sanırsın ama bir anda elinde bir kibrit kıvılcımı bile kalmaz dedi...
eminim dedim, nasılsa bir gün öleceğim,en olası ölümdür herhalde... ah dedi
gülerek sadece ölüm olsa sadakat sandığın kadar kolay değil... ben hala
diretince, beni çekip karşısına aldı... gözlerime iyice bak dedi... 1 dk ya
yakın öyle kaldık bana insanların gözlerinde 'hare' olduğunu söyledi... beyler
başka bir kelime de olabilir şimdi net hatırlamıyorum... ancak kendisinin
dünyayı bir nevi 'matrix' filmindeki stille gördüğünü falan anlatmaya
çalıştı... 'matrix' demedi : ) aha buldum diye gelmeyin, hani o kendi üslubunca
kelimeler kullandı üstünden 20 yıla yakın zaman geçmiş aklımda kalanları kendimce
yazıyorum... aklınızda matrix olsun işte, adamın görüşü bu tipmiş... işte
gözümüzde onlarla olabilecek irtibatsal enerjiyi görebiliyormuş... sende var
ancak korkuyorsun dedi... bu korku bir engeldir ve girersen sana zarar verir...
seninkini biraz ertleyelim... yok dedim seni bulmuşum bir yere bırakmam abi,o
zaman madem bana vermiyorsun bu işin sırrını o halde arada senle takılalım...
peki dedi gülerek... zütlerinin kaldırılmasına bayılırlar... bende bu kaba saba
adamdan sırlarını almak adına biraz onu yücelttim... her kısmını çok deşeleyip
sızleri sıkmak istemem... mustafa ile sohbetlerimden sırf 200 entry
girebilirim... ancak olayları karıştırmamak daldan dala atlamamak adına en
önemlilerine gireyim... bir de bugünlük bitirince haber verecem, sorusu olanları
öyle cevaplayayım arkadaşlar... okuyanı bekletiyorum tepki oluyor mustafa ile
sıkı fıkı olmuştum... artık dernekten çok kahvelerde, çay bahçelerinde,
parklarda ya da onun takıldığı bir oyun salonunda sohbet ediyorduk... bunları
haber alan başkan beni uyardı birgün... annemiz gibi bir kadındı, oğlum onla
fazla takılma gibi birşeyler söyledi... içim bir garip oldu mustafa tıbbın bir
şey yok dediği kadını bir şekilde eski haline çevirmişti... neden böyle birşey
söyledi... haklıymış sonra anladım, onların da sırası gelecek mustafa türlü
hünerlere sahipti... ufak bir masajla ve akabinde elini alnıma koyup, dernekte
ki kız arkadaşa yaptığı ritüeli yaparak beni ferahlatabiliyordu... gözümün önü
açılıyordu tabiri caizse... iş bitince elinin avuç ile ile şakaklarını ovalıyor
ve yine kemik kırığı ile statik elektrik sesi karışımı olan o çat çut sesleri
çıkıyordu... bu ses normal kemikten gelse anlarım fakat adamın kafatasından
gelmesi ilginçti... bahsettiğim hünerlerden biri eskisi kadar olmasa da
dernekte ara sıra takıldığımızda durup dururken bak 5-10 dakika sonra falanca
gelecek demesiydi... adam cidden çat diye çıkar gelirdi... telefon yok bir şey
yok mesajlar haber alsın... bunları beni cezbettirmek adına yaptığı da
kesindi... ben de farkındaydım... ağzımın suyu ne kadar çok akarsa onu o kadar
çok şımartacaktım... ne kadar hevesimi arttırır bu işin kazanımlarını
gösterirse o kadar çok şey talep edebilecekti... o işinin kurduydu ben ise
merakı uğruna herşeyini verecek erumi ve sakilin merakı ile daha fazla yaşayamayacak
bir adam... o döneme kadar sadece 1 kız arkadaşım olmuştu ve ben bu işten
dertliydim... mustafa ile birgün laflarken kız arkadaşın var mı diye sordu
malesef abi ne gezer dedim... dönemdaşlarım bilir o jenerasyonun da dıbına
koyan parçalardan biridir 'tamirci çırağı'... o modla takılıyoruz... olmaz tabi
dedi pis pis sırıtarak... bak dedi bu işi millete söylemek adına büyük paralar
veriyorlar yine de ses etmiyorum... ama artık sen kardeşim gibi oldun... sende
2 adet süryani cin var ve bunlar senin cinselliğinden faydalanıyor... o dönem
süryani den kastının ne olduğunu anlamadım,ona sorduğumda ise zamanla öğrenirsin deyip geçiştirdi...
ben yolumu aldığım vakit çok araştırdım bu tanıma pek rastlamadım fakat kastettiği
ya bildiğimiz süryaniler idi yahut ta sufli dediğimiz kötü niyetli cinlerdi...
her neyse netice şu ki benim 2 belalım vardı... bi dakika lan 2 tane ? 2 tane ?
rengim limon gibi oldu... Beyler size nasıl anlatsam... kankalarınızı düşünün, ya
da sizi çok seven 2 yakınınızı onlara duyduğunuz muhabbeti... uğrunda yediğiniz
deli yaftalarını... akabinde tüm işinizi onları bulmaya adayın ve günü gelince
sizi onlara zütürebilecek birini bulun... bu adam da size 2 tane belalın var
desin... size saçma gelebilir... çocukça gelebilir... ancak inancım
sarsıldı..bu ikisi benim her zaman 'iyi' olduğunu savunduğum 2 si olmasın ? hiç
soru sormadım... korktum sormaya... kendisi yapmam gerekeni anlattı... bizzat
yazıyorum... herhalde salak değilim yalan söyleyecek adam bunu yazmazdı 1 adet
bakır levha ve 1 adet alüminyum levha alacaksın... bunları kaşık şeklinde
kıvıracaksın... kızgın kor haline sokacaksın afedersin üstüne 5-6 damla
sidiğinden damlatacaksın, bunun dumanını içine çekeceksin bir nebzede olsun...
akabinde kaşıkları zütürüp ıssıza gömeceksin... ben ise sana gereken okumayı
yapacağım dedi... elbette şimdi anlatınca iğrenç geliyor... ancak bir sürü
harikasını gördüğüm bu adama inanmak zorundaydım... boş beleş iş için içime 2
damla sidik dumanı çektirip eğlenecek adam değildi... denemeye karar verdim...
okuma ve işlem saatlerini söyledi anlaşıp ayrıldık ben malzemelerimi temin
edecektim... ertesi günü bana muska tarzı birşey getirdi... içini asla
açmayacaksın... işlemi yap şu saatte akabinde heladan çık boynuna bunu tak...
banyo da dahi çıkarma dedi... işlemi yaptım, evden çıktım gömdüm kalıntıları...
1-2 gün sonra mustafa ile tekrar buluştuk... bu arada mustafa o zamanlar benim
şu anki yaşlarımdaydı... her olay birbirini takip eden zincirler gibidir...
tesadüf yoktur... belki de birinizin mustafası benimdir.. erumi ve sakilden
başlayan halka, muhafazid ve elif'in yalanları ile beni araştırmaya, mustafa
ile uygulamaya itmişti ve bu çemberi kapatacak 1-2 zincir halkasına daha gerek
vardı... onlar da gelecek... devam ediyorum mustafa bahsettiği işlemi yapmamdan
ötürü artık çokça rahatlayacağımı söyledi. önümün açılacağından ,bahesettiği 2
süryani cinin inşAllah yok olduğundan söz etti... ikili insan ilişkilerime ipotek koymalarının
artık mümkün olmadığını ve kendimi her konuda rahat bırakmamım bana fayda
getirecek olduğunu tembihledi... bana itimatı tam olduğu vakit,el vereceğini ve
aynı özelliklere sahip olabileceği vaad etti. karşılıksız birşey vermek Allah'a
mahsustur dedim, karşılığı ne olacak. karşılığı şu olabilir dedi mustafa.ben
kendim ve benim kanımdan olanlara derman olamıyorum aramızdaki anlaşma gereği
bu böyledir... işte bu sebepledir ki,sen bu ilimle benim kanımdan olanların
sıkıntılarını çözebilirsin, ödeşmiş oluruz.hem sana şifa olayının enerjisel
kısmını da öğretirim, belki durumum ağırlaşır bana yardım edersin... bu
anlattıkları aslında basit ve kısmen insancıl meselelerdi. benim için elbette
olur dedim, lakin asıl amacı bu değilmiş her alanda olduğu gibi bu meselede de
çok geç öğrendim artık abi kardeş ilişkisinden öte hafif hafif usta - çırak,
halef- selef ilişkisine dönmeye başladı aramızdaki bağ. derneğe hemen hemen
uğramaz olduk,hep ikimiz ve bazen mustafa'nın yancısı bir kaç elemanla beraber
takılıyorduk. mustafa'nın cebinde taşıdığı ufak telefon rehberinde onlarca
kadın ismi duruyordu alt alta sıralı. şehrin orta yaşa yaklaşmış tüm ortam
kadınlarını tanırdı mustafa. bizim zamanımızda adı ortam kızıyken şimdi sosyal
olmuş ya neyse.pek yakışıklı sayılmazdım ancak kendime has bir havam vardı
benim de.mustafa ile takılırken yolda çat pat durup selamlaşırdı kadınla,
kızla.mustafa ta o zamanlarda geçmişti kanka muhabbetine kısaca. çağın ötesinde
bir adam, tabiri caizse hem farklı bir ilim sahibi hem de am bitiydi mustafa.
yine 'kız kankaları' ile ayak üstü lafladığı bir esnada, kadın yanımızdan
ayrıldığında döndüm mustafa'ya, sende heybetten öte birşey var dedim, yanlış
anlama ancak çok yakışıklı değilsin.ne buluyorlar sende diye de ekledim. artık
halef-selef, usta-çıraktan da çıkıp iyice ahbap-çavuşa bağlamıştık. şirinlik
dedi... şirinlik nedir usta ? diye sorduğumda,bir tür tılsım dedi.ne işe
yarıyor diye sordum, cazibe oluşturuyor dedi... aşk esasen anlık birşeydir
beyler, enerjisel bir çekimden ibarettir bu alana göre. işte o tılsım,
vefk,muska ya da siz her ne diyorsanız o sizin enerjinizi yükseltir... karşıdan
bakan siz barzo dahi olsanız sizde bir çekim hisseder, bunun bir diğer adı
karizmadır.bu enerji çeşitli yollarla sağlanır. bunlardan birisi de bahsettiğim
usuldür. şimdi bu iş adına karıştırılan çok ince bir nokta vardır, uygulayıcaları
tarafından. hangisi büyüdür ? hangisi büyü değil. kesinkes emin olunan nokta ;
büyü bozmak ,cin çıkarmak yahut dualarla ,bitkilerle tedavi etmek büyü sınıfına
girmez ve laneti çekmez. fakat evden kaçan karıyı evine döndürmek adına bile
bir çalışma yaparsan bu büyüdür. diyeceksin ki ve diyorlar ki ; burda ki amaç
hayırlıdır. amaç hayırlı dahi olsa 'kişinin hür iradesini' etkilemeye yönelik
olduğundan haramdır.o yüzden esaslı adamlar sadece büyü çözer ve okurlar.
kalitesiz dümbükler ise haramı helal, helalı haram diye gösterirler. işte
verseniz de vermeseniz de sizden aldıkları 1.bedel budur.en basiti görünür
ancak temele dökülen beton gibidir.o olmadı mı üstüne ne dikersen dik sağlam
kalamaz lk taviz olan bu bedel yani kendi menfaati yahut şöhreti ve kazancı
adına helali haram, haramı helal göstermek büyük musibettir. haşa Allah adına
hüküm koymak gibidir. şeytani varlıkların amacı da budur zaten. sana kepçe ile
verir ancak kendi amacına hizmeti kazanladır.ve seni de bu kazanda
kaynatacaklardır zaman ilerledikçe mustafa'da her insan gibi çözülmeye işi
aşikar etmeye başlamıştı.bu insanoğlunun engellenemez zaafıdır.bu ilmi ve
sırları nerden nasıl öğrendiği konusuna geldi mesele... mustafa meslek sahibi
değilmiş ilk gençliğinde, bu dediklerim belki 20 li yaşlarının başında yani 80
lerde.o dönemler çok meşhur kolaydan parayı vurma alternatifinden biri de
define. define işine meraklanmış, heveslenmişler 2 arkadaş. elde ki
imkanlarıyla, çorum ve yozgat'ta çok uğraşmışlar bir şeyler bulabilmek ndıbına
sağdan soldan duydukları efsanelerle. mümkün olmamış, olmasını bırak nere
olduğunu bulamamışlar bile.en nihayetinde kendi köyleri civarında eski bir
kalıntı civarına yönelmişler... 9-10 tane kadar eski dönem altını ile 1 tane
zedesiz yekparça heykel bulmuşlar (kendi köyleri de yozgat civarında ).amaçları
1-2 güne kadar adam bulup istanbul'a gidip ganimeti okutmak. fakat işte orda ne
olmuşsa olmuş. birileri görmüş bu ikisinin bir şeyler karıştırdığını...
görüldüklerinin farkına varmışlar ,arkadaşı paniklemiş bu işin sonu pis diye.
başımdan uzak olsun diyerek payımı da sana veriyorum demiş. sende istersen göm,
istersen at,istersen sat. başımı belaya sokma benim. adamlar durur mu ?
mustafadan pay istemiş bu görenler devrisi günü. insanca bölüşelim ,aksi
takdirde ihbar edeceğiz seni diyerekte şantaj yapmışlar.o da düşünmüş taşınmış
zaten elde yok avuçta yok.pek akrabası da yok. bir dayısı varmış adana'da...
adana'ya kaçmış akrabası yanına, sonra adam işin aslını öğrenince durma
buralarda demiş elbet eni sonu bulurlar, hatay'da şu adamı git bul onlar seni
sınırdan kaçırsınlar hem de elindekini üç beş okut nereye kadar kaçacaksın.
ihbarcılara ganmetten pay verirmiş devlet teşvik adına,o yüzden mustafa'nın
içinde hep aynı korku ya ihbar ederlese. içine sinmemiş bunun da adana'dan
basıp gitmiş hatay'a... orda dayısının
dediği kişileri bulmuş, adamlarda defineci zaten ki hatay bu işlerde üst
sıralardadır .bir şekilde okutmuşlar heykeli, altınlarında birkaçını almışlar
hak olarak. kalan altınları ve heykelden payına düşen parasını almış mustafa ve
bu adamlar aracılığı ile kaçmış suriye'ye... orda da adres vermişler şunun
yanına var, orda takıl birkaç sene kim ne ispat edecek sana zaten hakkında bir
işlem yok birşey yok.en azından bir şekilde çalışırsın 3-5 para kazanırsın
kaçak maçak sorun değil... (-ki mustafanın anlattığına göre adamlar aman aman para da vermemişler
heykele,git devlete sat diye de alay etmişler üstelik) ... ta anadoludan kalk,git
adana'ya ordan bir tık öte hatay'a,sınırından suriye'ye... ne hikmetse
suriye : ) diyorum ya işte bu hayatta tesadüf yok,her
olay ilintili biraz. suriye'de dedikleri adamı bulmuş mustafa. suriyeli ,kendi
halinde ancak tuhaf bir adammış. millet hasta çocuklarını falan getiriyormuş
buna. mustafa bakmış ki ,suriyelinin odasında kalın bir kitap, akşamları bizim
suriyeli hep onla meşgul. merakına yenik düşüp sormuş nedir bu diye. suriyeli
önce bitki kitabı şu bu,işte ilaç alamayanlara ottan taktan karışımlar için
falan dese de işte bir acaiplik var... kitabın içinde çizimlerde var üstelik.
mustafa'da aslen arap kökenli,ana babasının esas dili arapça pek itibar etmemiş
suriye'linin ot palavrasına... ordaki
şekillerin sadece bitkiler ile olmadığına, normal dilden farklı bir yazı ile
yazıldığına ta ilk gördüğüm zamandan emindim diyor. gel zaman git zaman
ahbaplığı koyultmuşlar bizim suriye'li ile. adamın elde yok avuçta yok, bitap
bir tip... işte hasta getirenler 3-5 ne verirse onla idame ettiriyor hayatını,
günlükte normal basit ücretli bir iş. birgün mesele açmış suriye'li demek ki
canına tak etmiş onunda. o kitapta yer alan bu ilimden açmış bahsi, belki de
mustafanın inceden inceye süren merakından bıkmıştır.o altınların yarısını bana
verirsen sana bu ilmi öğretirim bu kitabı da veririm demiş adam.ben bunla kendi
adıma para kazanamam, define bulamam. bulsam da yedirmezler demiş, anlaşmamız
budur onlarla.sen zaten bulacağını bulmuşsun, ikimizde de hem para hem ilim
olsun.ver bu altınların yarısını bana, yarısını da sen al.karşılığında ben de
kitabı vereyim sana.ne istersen var içinde ölüme çare dışında. yalnız kendi
kanına ve soyuna faydası geçmez bir de para kazanamazsın bununla. (hani gömü
gibi işler, çünkü yer altındaki malları cinler sahiplenir derler ve bu adamlar
yine o tayfa ile anlaşıyor... bağlantıyı siz kurun artık beyler ) herşey
birbiriyle bağlı... ya da en azından benim dünyamda suriyeliye de, kitabı iran
kökenli bir adam vermiş. güya mustafanın elindeki kitap kendi ile beraber en az
3.el hükmünde. nüshaları bir şekilde çoğaltılmış ve kökeni eskiye dayalı bir
kitap yalnız orjinali nedir ne değildir bilen yok. gün yüzüne çıkartırlarsa
ellerinden alınacağından korkmuşlar. bunca zaman mustafa gibi bir insan
azmanının benim gibi bir adamdan saklama sebebi bile belki buydu. o kitap bir
bebeğin emziği gibi. kaybettiğin anda yine en baştaki haline dönersin bu kitap
ve mustafa bir başkaydı... ben böylesini ne gördüm ne duydum... gerçi sanırım
duydum... fakat bizim mustafa'nın, quantumun atakan tiplemesinde ki kolyesi ya
da yanan bir kitap yoktu.o zamanlar quantum olsa, mustafa abi ; erkek adam
kolye mi takar ? ipne misin sen ? der , bana bak huur çocuğu dünyanın
neresinde fotografta göz yerine mavi boncuk
görülmüş demoncu, özenti zütveren diye tokadı aşk ederdi... zütün başın
ayrı oynuyor efsaneleri okumuş yannan kafası deyü kükreyip, onun deyimi ile
yüksüğü ile giberdi suratını... en sonda küfrederek mırıldanır ve uzaklaşırdı hayır
dıbına koyayım, kolyedeki resimde göz yerine mavi boncuk nedir yannanım ?
fantezini gibeyim cık cık cık... mustafa'nın gücünün kaynağı bu kitaptı demek
ki.peki bu kitapla neler yapmıştı ? sadece şirinlik adı altında insanları
cezbetmekle mi sınırlıydı,ya da gelecek kişiyi tahmin etmekle... sınırları
nereye kadar uzanıyordu, kendi deyimi ile ölüm dışında herşeye bir dermanı
vardı.bu iddialı bir söylemdir arkadaş. eğer bu kadar büyük bir iddiası varsa
neden ,tomarla para saçacak adamlara bu ilmi öğretmemişti. neden pazarlamamıştı
. buralarda hala ketümdü. sormama rağmen sadakat önemlidir deyip geçiştirdi.o
dönem polat alemdar olsa ondan etkilendi diyecektim yeminle.ne lan bu kısa öz
cümle kurma hevesi, uzağa bakmalar derinden cigara çekişler, elif dedim
dinlemeler.ya da gerçekten adam poz kesmiyordu da diyebileceği bu kadardı.onu da
göreceğiz. onlarca yıl çocuğu olmamış bir çifti çocuk sahibi yaptığından
bahsetti muhabbetimiz sürerken. tüm taşları döküyordu eteğinden ve bende ilk
kez züt görmek hevesiyle değilde o dökülen taşların sırrına ermek adına
eğiliyordum eteğin altına. çocuk sahibi olmasına vesile olduğu adamın zengin
bir toprak ağası olduğundan bahsetti, adam buna para vermek istemiş fakat o
ilim gereği para almamış.bir hafta kadar sonra evine altından bir tesbih
yollamış ağa. kendi gönlü ile verirse kabul edebiliyormuşsun.ya da daha önce de
bahsettiğim gibi bu kılıfına uydurmanın bir türüydü bu... çocuğu olmayan çiftin
aynur ablalar olduğunu sandınız değil mi ilk okurken ? yok aynur değil aq o
kısım sadece bana bir dayanktı. demek ki o ıssız bölgede gerçekten bir tuhaflık
vardı. kısacası bu beni kendi içimde haklı çıkardı. sizden ziyade benim gözümde
peki eyvAllah... diyelim ki ; mustafanın
tüm dedikleri, bunların hepsi yapılabiliyordu. fakat sistemin nasıl işlediği,
açıkçası yürütme mekanizmasını merak ediyordum. herhalde kitabı her eline alan
sesli okuyunca olacak iş değildi. cevap basitti, kitabın evveliyattan gelen
görevlileri var.o kitabın evveli sahibi kişi de el vererek bu zamana kadar
sürdürmüş.ona nerden gelmiş der isen o kadarını bende bilmiyorum. ancak ana
prensip bu... maksadım aklınızda derin soruların kalmaması. sizi inandırıp
inandırmamak değil. sürekli söyledim amacım bu değil.ben en başta gerçektir
dedim ötesi size kalmış. bahsedilen ilim devir ile geçip süren birşeymiş ve bu
kitapta o ilmi kullanmak adına bir rehber. kısacası el verilerek o ruhanilerin
seninle iletişimine ait bir işlemi gerçekleştiriyorsun ve neticede büyük
ihtimalle aralarına kabul ediliyorsun. elbette bu olayın, kabul edilme
garantisi olduğu söylenemez. veya belki de kabul edilmek yahut seni o kabul
ritüeline sürüklemekte bir başkasının bedelidir nerden bileceksin. işte bu
işler bildiğiniz ip yumağı gibi birbirine dolanmış olaylar, birbiri içinde
erimiş hayatlar.bir hedefe gidiyor tüm bu olanlar bu kesin ancak nereye ve
nasıl bir süratle. tehlikeli olacağını sezmedim mi ? elbette senin şu an
düşündüklerin aynılarını bende düşündüm. fakat merak ... o merak ki adem ve
havva yı cennetten kovdurdu merakta tuhaf birşey. ilimsiz olursa ve ilim
gerektiren hususlarda cahil cesareti sergiler isen seni sadece ve sadece
felaketlere sürükler. insan hakkında tam bilgisi olmadığı fakat kulaktan dolma
duyumlarla az çok anlamlandırdığı olayları beyninde öyle bir çizer öyle bir
yansıtır ki;en kral korku filminden bile daha sağlamdır. aslında şu an
birçoğunuzun işemek için bile tuvalete gidememenize sebep olan olay cinler
değil. sizin çocukluktan beridir biriken korkularını, kulak dolma efsaneler ile
birleştirip kafanızda yarattığınız ve adını 'cin' koyduğunuz varlıktan ötedir.
yine söylüyorum; insan herşeye bir bahane bulur ve bulmak isteyecektir.
başarısızlıklarınızı dünya dışı veya daha mantıklı olarak insan dışı varlıklara
bağlamadan evvel her imkanı düzgün bir şekilde kullandığınızdan emin
olmalısınız. mustafa'dan bu kadar çok ve detaylı bahsetmeye çalışmam , yeni
doğmuş bir bebek dünyayı nasıl izliyorsa
o da benim için elimden tutup gördüğüm nesneleri olayları tarif
edendi... kuş diyordu... kusss diyordum tabiri caizse onda şu an çoğunuzun bu
hikayeye sarma amacı olan şey vardı, eğer böyle bir ilim varsa bu ilmin en
sağlam adamlarından biriydi mustafa. anlatacaklarım kafanızda bu işi yapan
kişilerin nelere muktedir olabildiğini yahut daha çok ne işleri yaptığı ile
ilgili fikir yaratacak.bu sebeple bir falcı, büyücü,yahut havasçı ne üzerine
çalışır, genelde ne işlerle uğraşır kısmen öğreneceksiniz ve daha doğrusu
kendinize pay çıkaracaksınız.bu işler bende şu var demekle olmaz. doktora gidip
şuram ağrıyor hemen söyle neyim var diyemediğin gibi. aynen bu işte böyledir.
uzaktan uzadıya çoğu kez bir şey söylemek zordur. mustafanın görüş açısından
bahsetmiştim matrix gibi diyordum,ama kısaca kendi gözü ile röntgen çekip o
varlığı tespit ediyor ve o suriyeli vasıtası ile devraldığı varlıklarla da işi
bitiriyordu işi nasıl bitiriyordu bu varlıklar ? aynen dünya üzerindeki gibi...
bazen kanlı, bazen kansız, bazen zarar vererek, bazen tehdit ederek... insanlar
arasında nasıl ki; güçlü -zayıf, alim-cahil, soylu - avam varsa onlara arasında
da üç aşağı beş yukarı bu hiyerarşi mevcuttu. insandan farklı olarak bir çoğu
,birbirleri ile savaşa yol açacak fiillere kendi istediği ie girmemiştir.
falanca adam büyüsü için ya da işlemi için 'vakti zamanında' yahut 'sonradan'
buyruğu altına aldığı cinlerine işini gördürüyor, bunu çözecek adamda kendi
emrindekilere... bu iki büyücü, havasçı,majisyen, sihirbaz (artık nasıl
adlandıracağınız size kalsın) komutan gibi tepenin üstüne kuruluyor ve
ordularının cenk ettiğini izliyorlardı. peki o cenk eden askerler ? onlar neden
boyun eğiyordu veya neden senin benim değil de o adamların boyunduruğuna
giriyor? dediğim gibi sebebi aslında basit. avrupalı sömürgecilerin örnek
vermek gerekirse fransızların zencileri hayvan gibi getirip köle olarak
kullanması gibi. vahşi bir atı ehlileştirip üzerine binmek gibi.bir eşeği deh
,çüş giderek arada sopalayarak yük taşıtmak gibi... kim üstün gelirse diğerine
hükmediyor bu işlerde. majisyen aslan ise ve karşısındaki varlıklar onun
heybeti karşısında ceylan gibi ürkekse, hiç ithimal yok ki o majisyene boyun
eğmesinler... lakin bir tehlikesi yok değil... ya bir gün bu hoca,
majisyen (adına ne dersen de ) zayıf bir
konuma düşerse ve o ceylana bile yem olacak pozisyona kadar alçalırsa...
• •
• • • PART 3 • • • • •
İşte o
ihtimal içinde yanında yavru bir aslan yetiştirir... Bu yetiştirme olayını bu
işlerle uğraşan herkes yapar... sen yıllarca bir varlığı kendine köle
etmişsin,'senin hükmettiğin' bakın bu kısma dikkat senin hükmettiğin hiçbir
varlık kolay kolay senden razı gelmez... şunu yap diyorsun ve yapmazsa ona çile
çektiriyorsun, itiraz etme şansı yok çünkü bu işler katıdır onu kendi yaşamsal
formu içinde ölüme terkedersin yaşattığın şey bir kölelik hayatı bir kafes
hayatından ötesi değildir onlar için. gün gelince öcünü almak ister, zira senin
ömrünün kat be kat üstünde yaşamaktadırlar. aslında seni zayıflatan ihtiyarlık
sadece kemiksel, fiziksel olarak değil aynı zamandan hükümsel ve enejisel
olarak yok eder. enerji kısmı çok önemlidir,bu işin birbirine galip gelme
kısmına sebep olan enerjidir. tüm majisyenler belirli günler ya da saatlerde
kendini kuvvetlendirmek adına okumalar yaparlar, işlemler uygularlar. insanlar
zanneder ki ; bir kere ele aldın mı ötesi kolay... hiç değil... bazen bilsen de
susman gerekir, bazen görsen de anlatmaman... nasıl ki küçük bir çocuğu
kızdırırsan, son çare olarak sana tükürür
ve aslında bu daha onur kırıcıdır... onlarda aynısı yaparlar... haşa ve haşa
rüyanda en kıymetli insanları iğrenç haller altında görürsün, ölümleri haber
alırsın, rüya ile gerçek birbirine karışmıştır. sıradan hayatı olan insanlara
imrenirsin. kıskançtır bazıları, gönül eğlendirmene müsade eder de saadeti çok
görür sana... yılmazı emesenden sileeecesin diye zırt diye çıkabilir sevgilinin
önüne... ah ah hele ki bu sevgili olayı... kaç kez gözümü kapadığım an hologram
gibi yüzler belirdi önümde. kaç kez onu alamazsın diye direttiler önümde...
(zamanı var sadece trailer... son falan söylemek değil) dernekten haber geldi
birgün, falanca ilçede bizden olan bir amcanın oğlu evlenecek. topluca
gideceğiz düğüne kendi derneğimizle. mustafa ile ben oturduk otobüsün en
arkasına (tam otobüs sayılmaz yarı minibüs gibi) sohbet ede ede yolu çekiyoruz.
mustafa gideceğimiz yerde güzel bir kadın olduğundan bahsetti. muhtar lakaplı
birinin karısı.bu muhtar denilen adam, düğün sahibinin kardeşi. mustafa bunun
karısının çok güzel olduğundan işte mustafaya bir kaç kez iş attığından
bahsetti. açıkçası ben utandım,hem evli bir kadın hem de bu meselenin ucu
bakalım nereye gidecek diye bekliyorum. beklemek kötüdür çoğu kez kafanızda
kurar kurar lakin ,alıncak olası cevaptan ürküp soramazsınız. içiniz içiniz
yer. düğün yerine geldik, bizi karşıladılar... uzun masalar ve üstleri yeşil
tentelerle örtülü... hemen hoşgeldiniz faslından sonra masalara geçtik ,anında yemek ikramı
başladı... yerken mustafa yine o alayacı sırıtmasını yapıyor... ancak kime
neden yapıyor, kestirmek güç... çünkü o gemlik zeytini gözleri tabağındaki
pilava bakıyor... bakıp bakıp hafif sırıtıp kafasını sallıyor... bu halde yemek
yerken ,muhtar denilen adam masamıza geldi... ister istemez düğün sahibi
sayılır o da... tebrik ettik, sefa getirdiniz bir arzunuz var mı ? dedi...
mustafa buna dönerek ya muhtar kusura bakma bende tansiyon var herhalde sıkıntı
oldu... bana yatacak bir yer gösterirsen iki dakika uzanayım dedi. muhtar ne
demek, emrim başım üstüne çekti.ben ise garipsedim ne alaka yahu ne oluyoruz
diye daha demin etli pilava kaşığı sallayıp sırıtan mustafann ne ara tansiyon
problemi çıktı. mustafa hafiften rahatsızmış moduna girip başını kolları
üzerinden masaya dayadı.abi ne oluyor diye sorduğumda hala sırıtıyordu yarım
ağız... bir iki genç çocuk gelip 'abi hasta varmış, muhtar amcanın evinde
dinlenecekmiş' diye haber verdiler.bu hafiften doğruldu,sen de gel ama şimdi
düğün var içeri girme evin oralarda kamelya tarzı yapı var orda takıl,hem
bunlar sana meyvedir, çaydır birşey ikram ederler, yemek masasında sıkılırsın
tek dedi.. bende eyvAllah abi çektim... geldiğime pişman olmadım değil o
düğüne,bir sohbetdaşım mustafa idi o da öldüm, bayıldım belasına kendini attı
bir köşeye... koca bir kamelya da tek başıma otururken bir kız geldi elinde
meyve kasesi ile.o esnada sigara içiyordum, içimden garip birşeyler ona doğru
akıp gitti. kız yaşıtımdı, giyimi kuşamı yerindeydi... haşa haddim değil köylü
şehirli ayırmam ancak şehirliden şehirliydi... konuşması düzgündü... yahu dedim
sen zahmet ettin bunu ikram ettin,ben de sana bir sigara vereyim tellendir...
nasılsa üstte asmalar var görünnme... o dönem sigara içmek çılgın bir aktivite
idi, hele ki kızlar adına... bilmem ki falan dedi tatlı tatlı gülümseyerek,bir
taneden birşey olmaz diyerek uzattım sigarayı aldı ince parmakları pamuk
elleriyle... nerden mi biliyorum, elif ve esen olayından hatırlayın çaktırmadan
meme sıkmak konusunda ihtisas yapmıştım... neyse eline dokunmakla tutmak
arasında bir hamle yaptım, ulan kız eli çok güzel birşey içim bir tuhaf oldu... bu arada bu paragrafı
okuyup asılan varsa hakkımı helal etmiyorum,ben onu çok sevmiştim aq sapıkları
kızla biraz okudu mu ? işte kaça kadar ? kostüm çok güzel prenses mi ? gibi
muhabbetlere girdik... çok cevval bir adam değildim ama bugün bana bir haller
olmuştu, sanki daha rahattım. normalde benden birkaç yaş büyük (hani teyze diye
hitap edilmeyecek) bir akrabamız bile öpse kulaklarıma kadar kan kesilirdim.
tanımadığım bir kızla sohbet muhabbet etmem zaten imkansızdı,ne diyeceğimi
bilemezdim. ancak bu gün tuhaf bir gündü.ya bu kız senelerdir hayalini kurduğum
'görünce kanımın ısınabileceği' kişimiydi : ) sevgi neydi ? sevgi emekti ?
samet'i kamyonla kaçırmaktı... (hep germeyelim, bazılarınızın kaskatı olacağı
anlar da gelebilir) kız muhtarın kızıymış... muhtar mustafadan 5 yaş kadar
büyük bir adam... muhtarın karısı da en fazla mustafa kadar olsun... biz kızla
oturur sohbet ederken işte bir 15-20 dakika sonra mustafa çıktı sallanarak
içerden... böyle başını falan tutuyor,ne oldu dedim... ya hadi kalk gidelim
başım beni öldürecek ilacım da evde kalmış, yola çıkalım senle bizim o tarafa
giden bir otobüs, minibüs bulur döneriz. bunlar 3-4 saat daha kalırlar ben
öleceğim falan dedi. peki o zaman dedim, kızla saçma sapan bir görüşürüz vedası
ile ayrıldık. biraz yürüdük karayoluna çıktık, mustafa kaş göz yaparak avradını
gibtim o amcık muhtarın dedi... lan nasıl aq,bi gibtir git diyorum içimden...
olum dedi o kız senin yanına babasının hayrına mı geldi, bizimkiler sağolsun evi
boşalttım, kusuyorum ayağına banyoda hallettim işimi dedi. hocam yeminle o an
midem kalkmıştı... Allah kitap diyorsun zina haram değil mi ? dedim... zina o
demek değil ki vs karman çorman açıkladı yok işte onun da gönlü vardı
vs.kısacası siz anlattığımı anladınız kendi muhitimize döndük. mustafa yarın
buluşmamızı istedi... sakın ha ! olanlardan kimseye bahsetmeyesin... sakın ha ! dedi, senin de payın gelir elbet
dedi sırtıma vurup gitti. evime doğru yürümeye başlarken,o yaşın getirdiği
romantiklikle ve daha önce böyle bir hıyanete göz ucuyla bile meyletmemiş olan
benim yaşadığım tesirle hala midem bulanıyordu. uçkuru için bir haramı çiğneyen
adam bana ne öğretebilirdi. daha önce konuşurken hep nefsten, şehvetin şeytanın
oyunları olduğundan falan bahseden adama ne olmuştu 2 dakikada. peki benim
sonumun böyle olmayacağı ne malumdu, benim de orjinim erumi ve sakilin özünü
öğrenmek ile başlayıp daha sonra bunun erdiği noktaya ererse ? ebedi bir hayata
inanan benim buna tahammül sınırım ne olurdu ? yoksa ben de mustafa gibi türlü
kılıflar mı üretirdim yediğim nanelere... kadını tatmin edemiyordu, kadın onla
evlenirken gönlü vardı,ben yapmazsam başkası yapacaktı belki kadın muhtarın
kardeşi ile bu haltı yiyecekti gibi kelamlar benim içimi soğutmadı. sürekli düşünüyordum
? bu işlerin özü bu muydu ? bende herkes gibi bu işleri hacıların hocaların
yapacağı işler olarak biliyordum. evet mustafa da kendini kısmen hacı hoca gibi
tanıtmıştı, ilkin süslü kelimeler etmişti. hatta ben de girmek istiyordum
dediğim vakit ; senin gibiler karı kız için, para için, şöhret için girer bu
işlere ,şifa için istediğine emin misin falan deyip beni bozmuştu. içimde
muhakemesini yapıyorum ve hani mustafa şifacıydı, bilemedin zorda kalana yardım
ediyordu... bu kadını giberek mi şifa verdi diye hem öfkeleniyor hem de sinir
bozukluğum sebebi ile acı acı gülüyordum... ilk çıkarken herşeyi kabul ederim
dediğim yolda daha ilk ciddi manzara karşısında midem ağzıma gelmişti. aslında
bu iyiye işaretti demek ki hala insanlığımı koruyordum ve hala vicdan ,ahlak
sahibiydim.şu saatten sonra hele ki böyle bir olaya şahitlik ettikten sonra
geliş gidişi kessem, adamın evinde karısını düdükleyen bana neler yapmazdı.
hadi haberim olmasa neyse adam birebir olayı bana anlatmıştı.bir paranoya
başladı ya bu olay duyulursa ya muhtar ikimizi de gelir bulur vurursa. öyle
ya;mustafa ile aynı masada takılmış,o eve girerken ben bahçesinde oturmuş (-ve
öğrenilmesi halinde adamın kızını oyalamış gibi görünmüş) akabinde de mustafa
ile apar topar terketmiştim.bu acabalar adamın ömrünü çok kısaltır beyler...
herşeyin birbiri ile ilintili olduğunu vurgulayan ben size şunu da tavsiye
ederim ki her şey göründüğü gibi olmayabilir... kaybedecek neyim var dediğim bu
yolda, beni ikaz eden mustafa'yı dinlemeliydim... ölümden beteri de var,
sadakat zordur minvalinde ettiği kelamı şimdi daha iyi anlıyordum... mustafa
şeytan'a hizmet ediyordu... bu lafımı şimdi farklı anlayacaklar olabilir lakin
şeytana hizmet etmen illa satanist olman gerektiği anldıbına gelmez... şeytan
ne diyor kovulduğu zaman 'elbet senin doğru yolun üzerine oturacağım ve onlara
pusulara kuracağım, senin ayırdıkların hariç pek çoğunu şükreder
bulamayacaksın''... aynı şeytan bugün dinde olmayan birçok meseleyi bidat'ı
nasıl dinin içine soktu ise ve bu bidatları dini daha iyi yaşamak gayesi (daha
doğrusu bahanesi) ile yaptırıyorsa, mustafa gibi adamlara da türlü kılıflar
hazırlatıyordu... karısı tatmin olmuyormuş, belki gider kaynına verirmiş,hem
karının adamda gönlü yokmuş... kısacası hatasını kabullenmeyi bırak, eylemini
meşrulaştırıyordu... haşa ve haşa Allah_u teala yerine koyuyordu kendini,
karıyı bafileyerek faciaları önlemişti güya. bütün gecem bu düşüncelerle
geçti,bir bakıma da o kız geldi aklıma... insanca bir muhabbet hissettiğim
kızın anasına kaymıştı mustafa... yahu şimdi okurken sana basit geliyor ancak
pgibolojisi çok farklı... aklıma red'in bir parçasında sözler geldi... ne lanet
badireler atlatırsan atlat koçum anlatanda bitmiyor iş , biz ne dersek dümen
dicen... şimdi 35 yaşındaki adam rap müzik mi dinler diyeceksin... ben
dinlerim... inanırım ki sözler yaşanmışlıkları ifade eder,ne kadar çok söz
varsa o kadar yaşanmışlık... empati kurmaya çalışırım... 'yatcaz kalkcaz ' bana
uygun değil ertesi günü mustafanın takıldığı oyun salonu ile kumarhane tipli bir
yere gittim... hani normalde tek ve büyük odalı dükkan tarzı olur ya bunlar,
işte burası pek öyle değildi... bir apartman dairesiydi.. sıradan bir daire...
illegal miydi ondan emin değilim lakin üstünden bunca yıl geçmiş herhalde
illegal olsa dahi başıma bir iş gelmez yazdığımdan ötürü... arada bir masa var
üstünde telefon eski tip metal küçük anahtarla açılan çekmeceler,iç odada
ilgili adamın masası artık ne ile ilgiliyse bilemem orayı ama makam gibi bir
koltuğu vardı... arka cepheye bakan 2 odada da oyun oynanıyordu... sanırım o bahsettiğim makam odası gibi olan
,arada daşşaklı abileri ağırlamak falan içindi... her neyse buraya geldim,
orada sürekli bulunan 30 yaşlarında kutlu adında bir elemanın yanına çöktüm, mustafayı
beklemeye başladım... o zaman telefon olmadığı için,ya da herkesin değil de
sadece zengin ve üst düzey adamların olduğundan ötürü (-ki çağrı cihazı vardı
sanırım) haberleşemiyorsun ben geldim şu bu diye. kutlu ise arada sırada 2 oda
ya uğruyor birşey isteyip istemediklerini soruyor vs... kırk, kırk beş dakika
sonra dış kapı açıldı mustafa ve yanında 3 kişi içeri girdiler... adamlar kutlu
ile tokalaştı beni es geçti... mustafa yine o klagib alaycı tavrı ile elini
omuzuma attı ve adamlara beni gösterek bu da benim çırak dedi... o muamele hiç
hoşuma gitmedi... adamlar merhaba gardaşım falan dediler, hafif toka ettik ve
peşlerinden o bahsettiğim makam odasına girdim... içlerinden kısa boylu, pala
bıyıklı olanı gidip çöktü baş köşeye, kutluyu çağırıp bira falan almasını
söyledi... soran olursa toplantıda falan dersin çekti... ben mustafanın yanına
sandalye çekip oturdum. ayaklarım birbirine çengel gerdeğe yeni girecek kız
çocuğu gibi. adam bana birkaç sual sordu, adın ne,nerelisin, baban ne iş
yapıyor ,sen ne iş yapıyorsun gibisine... mustafa arada lafa girip beni
övüyordu, işte çok değerli bir kardeşimiz falan ... benim hiç alışık olduğum
bir ortam değildi o şehre çok yeni gelmemiştim fakat adamların kim yahut ne
olduğunu zerre kestiremiyordum... tek bildiğim makam koltuğunda oturan kısa
boylu pala bıyıklı adamın 10 kilo daşşak sahibi olma ihtimali idi... zütü yere
yakın olandan korkacaksın derler ya, doğrudur kutlu biraları getirdi yanına da
2 tane kızarmış piliç, lavaş falan yaptırmış. benim de önüme koydular ben içmem
dedim... iç iç delikanlı falan yaptı pala bıyık,abi dedim ben kullanmıyorum...
günahtır da diyemeiyorum, adamlar her halinden belli harama batıp çıkmış...
günah dersen orda posta koymak gibi olur... bu tür hususlara maruz kalırsanız
aklınızı başınıza alın... ortama illa katılmanız gerekmez lakin görüşlerinizi
de çok ön plana çıkarmayın... midem yanıyor falan dedim... iç diyorum ula !
dedi... bu 'ula' hitabını sevmesemde ,onun benim çekinmemem adına samimiyete
bağlama cümlesi olduğunu bildim, fazla aldırış etmedim... hanzolar böyle
iletişim kurarlar birbirlerine... sevgilisine 'huurm' diye iltifat eden adam
gördü bu gözler güç bela elime aldım
şişeyi,az yemekten yedim... yaklaşık 1
saat muhabbet döndü,hep atarlı konuşmalar... diğer elemenaların isimlerini
versemde olur fakat çok önemli meselelerde yer almadılar, sadece 1-2 yerde
geçerler... bahsettiğim kısa boylu, masaya çöken, beni ula diye çağırana 'pala'
diyelim akılda daha kolay kalır... uzun boylu pörtlek gözlü olana hakan, diğer
elemana da ali diyelim.bir de bizim barzo mustafa... neyse, pala mustafaya
dönerek o kadar muhabbet sonunda , ''hocam yarın öğleden sonra yozgat'a
gidiyoruz o zaman'' dedi. mustafa'da gidelim abi,ben geceden gerekenleri
hazırlarım, hakan da arabayı getirir 5 kişi gideriz dedi... adam delikanlı da
mı gelecek deyince, mustafa elbet ya onsuz olmaz dedi... yozgat'a ne için
gideceğiz haberim yok tabi.bu arada yozgat gerçek yozgat isim değişmedi burda.
aralarında şöyle yaparız, böyle yaparız falan dediler... mustafa aslen
yozgatlıydı... tahminen 3-4 saatte varırız falan dediler... pala dedektör tarzı
birşeylerden bahsedince duruma uyandım... mustafa'nın o taraflara gömüye
gidecektik... hocam çok tuhaf bir duygu hem heyecan hem korku hissediyorsun...
define işine de hevesim var, mustafaya kitap getirmiş nihayetinde falan. bayağı
heyecan yaptım. mustafayı zütürme amaçları bazı gömüler korunur, cinlerin ise
onlarla irtibat halindeo olan adam hoca her ne taksa anlaşma yapar. onlardan
müsade ister, karşılığında birşeyler verir... mesela bizim değerlerimizle o
varlıkların değerleri bir değildir... senin dünyanda kıymetli birşey onun için
anlam ifade etmez... örnek vermek gerekirse hayvan kemiğine ve et artığına
yahut leşe bayılırlar... pirinç ya da bulgur artığını severler... hatta bunları
peygamber bile hadisinde bildrmiş... eee peki skortak madem bunların aleminde
değerli olan bizde aynı değerde değil o halde neden altına hevesliler... valla
anladığım kadarı ile kıskançlar, çocuk gibi benciller... orda amaç verip almak
değil,o gömüyü bırakan bunlara karşılığında bir şey vermiştir onlarda karşılık
olarak onu muhafaza eder... ha anlaşmalara her zaman sadıklarmıdır ? eğer
anlaşmayı yapan bahsettiğim gibi aslan gibi bir hoca değilse, anlaştığı adamdan
dahi malını kaçırır... zarar görmekten ziyadesi ile korkar bu mahlukat... en
korktukları canlarını yanmasıdır... her neyse mustafa dedi ki bu senin için
önemli olacak lakin biz bir pay almayacağız bu işten. eğer birşeyler çıkarsa
pala karşılığında kahveyi bize verecek (kahvede denemez ya )... benim çıkarım
ne olacak dedim, bende sana bu ilmi vereceğim dedi... yine bir pazarlık...
görüyor musunuz... sürekli birşeyler el değiştiriyor... karşılıksız veren
sadece Allah_u tealadır... aslında bu herkesin bir şeyleri alması paylaşma
usulünden çok, mecburiyettendir... mustafa ilmi gereği bu gömüyü şahsına
alamıyor, pala ve arkadaşları gömüyü tek başına çıkaramaz korkuyorlar ya tılsım
varsa diye, kaldı ki başka hoca zütürseler adam ihbar mı eder birşey mi olur
bilemiyorlar... bu işler sakattır. seni oraya zütürür hoca dediğin adam, anlaştığı
diğer adamlar gelir alır elinde... bilemezsin hiçbir şeyi... yozgata yola
çıkacağımız günün sabahında mustafa ile buluştuk. çarşıdan yiyecek, içecek türü
erzaklar aldık öğleden sonra pala ve arkadaşları bizi meydandan aldılar ve
yozgata doğru yola koyulduk. üstünden epey bir sene geçmiş olduğundan ötürü
mustafa ile evvela köyüne uğradık, babası anası vefat etmiş o geçen sürede
fakat küçük kardeşi ve bacısı hala köyde. ikisi de evlenmişler vs.tarlaları
falan yok sadece hayvancılık şu bu,birde erkek kardeşi yakın bir mevkide
çalışıp akşamları köyüne dönüyor. bacısı ile selamlaştı tabi araya yılların
soğukluğu girmiş, erkek kardeşinin evinde kaldık mustafanın. milletin avradına
atlayan mustafa yengesini, bacısı gile yolladı tabi.az biraz yemek yedik, sonra
planlaştık akşam saatleri olduğundan şimdi çıkmamızın bir anlamı yoktu. mustafa
daha evvelden kazdığı yerde bir miktar daha bulunacağını düşünüyordu. eğer o
ilk olayında onda pay isteyenler mevkiiyi öğrenip deşelemedi ise, artık ilmi
var olan mustafa kalanını bir şekilde çıkarttıarabilirdi. benim hiçbir işe
karışmamamı sadece birkaç parça eşyamızı taşımamızı istediler... gece saat 3 te
oralar gidecektik... diğer köyleri bilmem fakat burda jandarma falan gibine
takmazdı köylüyü... ne terör bölgesi,ne başka bir tak,ne de çok sakini var ben
ilmi, mustafa kahveyi, pala ve arkadaşları ise parayı bulacaktı. gittik
elimizde 2 adet şu kuvvetli yanan fenerlerden vardı. saçmalığa bakarmısın...
ağzımızı eski elbiselerle çaputlarla kapadık... hafif ay ışığı vardı... ancak
gibtiğimin bölgesinde hayvan bile yok... hafif bir tepenin dibinde kalmış bir
yer... mustafa fenerleri aldı yere çöktü bize uzaklaşın az dedi, kitabını
çıkardı... birşeyler yaptı,bir takım malzemeleri kullandı... bakır malzemelerle
bir işler etti durdu... en son palaya döndü,abi dedi bunda korkulacak birşey
yok aramızdan biri elini falan kesecek kanını bu levhanın üstüne bulayacaz...
amaç malın kime gideceğini belirtmek minvalinde laflar etti... hakan arabada
idi farlar kapalı biz de hemen arabanın dibinde sigara içip izliyoruz...
bilmiyorum size ne kadar korkunç gelir, insanlar neden korkmadığımı sorguluyor
fakat orda sizde korkmazdınız... adam cebinde ufak bir jilet çıkardı hafifte el
içine vurdu avucunu levhaya bastırdı... mustafa tamamdır dedi, sonra pala da
yanımıza geldi... hakan ve pala mustafanın dedikodusunu yapmaya başladı...
mustafa bir oraya bir buraya gidip geldikçe, hele bak hareketlere falan diye
kıs kıs gülüyorlardı... pala ; bu kadar para harcadık bir bulamazsın gibecem
ecdadını falan diye tatlı sert söyleniyordu... dedektör tarzı aleti neden
kullanmıyorduk anlamadım... mustafa rahat yarım saat gitti geldi, arada yere
yattı... görseniz koparsınız ancak adam bildiğin transa girmiş vaziyette. hala
korkmuyoruz çünkü ortada birşey yok pala öne oturdu hakan direksiyon geçti...
mustafa ben ve ali arkadayız, mustafa ortamızda adam bildiğin normal duruyor
ancak hareketle çok ağır çekim... pala sordu hocam nereye gidiyoruz falan düz
sür dedi mustafa... yaklaşık 5 dk sürdü hakan... bildiğin düz yola çıktık hani
karayolu eee daha nereye kadar gideceğiz arkada mustafa başını öne eğmiş,
uyuyor mu iletişimde mi belli değil... pala yine huysuzlanmaya başladı, olum
yoksa birşey oyalama bizi dedi... mustafa biraz yükseltti sesini 'biraz sus'
falan mırıldandı... tuhaf bir şekilde isimler seslenmeye başladı mustafa çok
çok tuhaf isimler, karıştıranlarınız varsa eğer muhakkak okumuştur bir
yerlerde... isimleri tekrarlıyor ve her seferinde daha kuvvetli bir nara,tam
ortamızda oturduğundan korktum cinnet mi geçiriyor ne oluyor buna diye... içine
kuvvetlice nefes çekiyor avazı çıktığında böğürüyor... harbi ağlamaklı oldum,
pala bile lan ne oluyora bağladı sen hesap et ki adamın belinde emanet var...
hani mustafa bir tak yese ne bileyim saldırsa çeker vurur o tip bir adam,ona
rağmen herif tedirgin oldu... Allahım ne naralar atıyor ben ve ali bildiğin
camdan çıkacağız o derece uzaklaşmaya çalışıyoruz artık ne kadar mümkünse sanki
beyler gözünden boncuk boncuk yaşlar dökülüyor adam zaten iri hulk'a dönüştü...
dur dur dur diye bağırdı, feryat etti... hakan çekti sağa... inin dedi mustafa,
hocam deli gibi koşmaya başladı yolun kenarındaki ıssız araziye ama nasıl
gidiyor, çarpıldı herhalde dedik pala da eli belinde koşuyor ben ne
gidebiliyorum ne kalabiliyorum... ne tak yedim dedim içimden... yahu öyle bir
durum ki tek tanıdığın adam mala bağlamış diğeri de ödü takuna karışmış
korkusundan her an vurabilir bunu... velhasılı bilenler bilir eskiden yol
üzerinde yalak gibi yapılar vardı ,böyle ana yoldan hafif uzakta... orda durdu
bu elini o sulağın taşına bastırdı... 'altın, altın,altın, altın,altın'' bu
kelimeyi belki 30 kez söyledi, ceza yanında tak yemiş... bir yandanda zangır
zangır titriyor... pala ve diğerleri bunu tuttular oturttular, pala 1-2
tokatladı su falan döktüler kafasından... yere uzandı hala titriyor elleri
kenetli... yalan olmasın orda korkudan ağladım, ancak hüngür hüngür değil
gözlerim yaşarıyor... pala ya dönüp,abi bu ölüyor falan dedim... bana kalırsa
ölüyor ya da içine birşey girdi hepimizi katletecek orda... kendi ölse şahit
yazarlar,biz ölsek o daha tak cesedemizi bulmaları zor..yol kenarı ancak çalı
çırpı gençler yalan olmasın ayılması uzun sürmedi... kendine geldi ama sima
değişmiş estağfirullah... gömleği falan su içinde, çamura yatmış birde suyu dökünce...
buramı emin misin dediler... eminim dedi... hazılardığı karışımı, bu kanlı
levha üzerine yedirdi oranın arkasına sarıp bıraktı... arabaya döndük... eğer
yarın gece gittiğimizde orda yoksa mal artık bizimdi... kısacası kabul
etmişlerdi... arabaya bindik kimsede ses yok, mustafa biraz neşelendirdi
korkmayın lan diye,ali dedi mustafa az daha pala abi vuracaktı seni falan...
öyle zoraki gülüşmeler vs ortalık ışımıştı eve geldiğimizde çok ses etmemek
adına arabayı evlerden uzağa biraz dışarı ağaç altına çektiler... çıktık...
normalde uyursun o zahmetten sonra, kimse uyumadı mustafa hariç mustafa uyandı
birkaç saat sonra, pala ve diğerleri sohbet ediyorlar ama neşe kaçmış dünkü
manzaradan sonradan öğrendim ki onlarda ilk kez giriyorlarmış bu işe... mustafa
geldi hortlak gibi... abiler birşey konuşmamız lazım dedi uykumda ziyaret
ettiler falan... mesaj ilettiler... palanın deliği o an 5 cm e yaklaşmamışsa
bende birşey bilmiyorum... hakan ve ali rahat kan onun kanı diye... ne oldu lan
dedi pala... valla önemli be abi dedi... hepimiz kalktık içeri girdik
mustafanın etrafına dizildik yerde bağdaş kurup... bakın abi dedi dün bize çok
öfkelenmişler... hediyemizi kabul ettiler ,bugün gidip çıkaracağız fakat
karşılığında falan yerde bir hoca var ona payını verecekmişiz... ona
bağlılarmış vs dedi... pala sordu vermezsek ne olur diye... abi vermezsek sen
ve ben pek yaşamayız, yaşasakta bir tat almayız dedi... peki kim olum bu hoca
falan dedi pala... hakan ve alinin gibinde değil mesele, korkuyorlar fakat
mustafa palayı muhattap alıyor... abi dedi adana'daymış... adı şu şu... ona
zütüreceğiz... isterseniz beraber zütürürüz isterseniz ben... orayı koruyanlar
bize ses etmese dahi, benim tarafıma geçse dahi o hoca alayımızı giber vs dedi
peki dedi pala... hele bir çıkaralım da kolay... diğer akşam doğrudan sulağın
oraya gittik... gerçekten mustafanın sahiplileri için bıraktığı emanet orda
yoktu... mustafa, şurayı kıracaksınız dedi... ali ve hakan kırdılar arka
taraftan içi boş beton tabakasını... minik bir sanduka gibi... ancak dış yüzeyi
yağ içinde.. Allah Allah dedim hadi muhafaza adına yağlamışlarda bu kadar süre
nasıl kalmış burda... mustafa üzerine yine palanın kanını akıttı ve aldık...
kimse ellemesin dedi mustafa çuvala koyduk bagaja attık eve döndük içinde bir
yüzük,2 kolye ,5-6 altın çıktı... hay anasını gibeyim bunun için mi geldik
buraya kadar dedi pala... mustafa baktı abi dedi bunlar kıymetli şeyler...
birisi bulmuş muhtemelen sonra yerini değiştirip saklamış.. çünkü kırdığımız
yer bildiğin ek gibi duruyordu zaten... eee nasıl yapacağız dedi pala, senin
adanalı hoca bunun için mi gibti belamızı... abi dedi ganimet hakkıdır 4 e
böleceksiniz 1 ini ona vereceksiniz... o halde sen seç dedi hangi parçayı
verelim... mustafa baktı bence yüzükle,bir altını verelim dedi... pala kabul
etti diğerleri zaten ses edemez... benim konuşma hakkım zaten yok palaya tekrar
sordu abi dedi burdan doğru adanaya gidelim, yoksa gazabını falan çekeriz...
ben buralardan gelemem dedi pala, sana itimadım tam... kendi şehrimize dönelim
sen ordan git otogarla... peki dedi mustafa transa falan geçti, güya cinleriyle
o hocaya payını yolladı... üstad getiriyoruz emanetini, bırrrrrr falan yapıyor
arabada... korkuyoruz ama gülesi de geliyor insanın... lakin pgibolojimiz
dağılmış... şehre geldik... bizi indirdiler mustafa kitabı ve hocanın payını
aldı... Gel gitme eve takılalım dedi...
•
• • • • PART 4 • • • • •
Abi çok
yorgunum dedim... kaş göz yaptı, peki dedim ve beraber ilerledik... evine ilk
kez beraber gittik... biraz oturduk ne günlerdi ya belamız gibildi falan
dedi... hala meraklımısın bu yola vereyim mi payını dedi... biliyorsunuz benim
payım ilimdi... abi dedim açıkçası cesaret edemiyorum senin o halini gördükten
sonra... o zaman dedi sana bır sır... ben kendimi o moda kasten soktum...
adana'da hoca falanda yok... seninle adanaya gidip bunları okutacağız... abi
hani dedim sen ganimetten pay alamazdın,bu ganimet değil zaten ortaya çıkmış
sonra saklanmış onun artık üstünde hüküm yoktur dedi... beyler beni sırrına
ortak etmesi artık tatlı gelmiyordu... o sırları vermesi onun adına bir
güvenceydi... bir bela olursa belki beni öne atacaktı... bu kadar sırrı
vermesini şerefsizim ki istemiyordum... artık dedi herşeyi öğrendin,
hazırsın... bu işler böyle yürür... hala almak istiyorsan vereyim... yoksa neler
yapabileceğimi biliyorsun, almazsan bile bir sırrı açık edemezsin... sadakat
önemlidir dedi... gerçi başka menfaatleri de varmış, beni bu kadar ortak
etmesinde işte orda bizzatihi gördüm; insanların nelerden nasıl
nemalandığını... o gerçekten altınların yerini bulmuştu, fakat numaradan aşırı
transa geçerek hepimizi düdüklemişti... adamlara ölümü göstermiş ve sıtmayı
kabul ettirmişti... artık midem o kadar bulanmıyordu... herkesin birbirini
tokatladığı bir alemde ,hangisine acıyacaksın... diğerleri de haramzade,bu da
elinde bir ilim var ama doğruya kullanmak varken kendince kılıfına uydurup
yoluna bakıyor... işin tuhaf tarafı şeytan elinde oyuncak... gerçi o zaman bu
kadar keskin düşünemiyorsun bana yolunu yorddıbını öğretti, malzemeleri
verdi... eve gidecektim, gereken şifrelemeleri okuyacaktım ki bunlar bayağı
uzundu hemde 2 saat kadar... akabinde onlarla trans haline geçecektim,
referansım mustafa olduğundan icabet edeceklerdi... bir grup yaratık ellerinde
metalden taslar kimisinde süt kimisinde su kimisinde kan yahut içki... tipleri
o kadar tuhaf ki kimisi çok çirkin kimisi o kadar sırıtmıyor kimisi erumiyi
kimisi sakil i andırıyor... bahçe gibi bir yerdeyiz.. yanlarına adımlar attım
bana döndüler... dileğin nedir, neden zorladın dediler... bende ilim öğrenmek
dedim... ne ilmi dediler ne için istiyorsun... insanlara yararlı olmak için
dedim... peki dediler... bir sepet getirdiler bak dediler... içinde kegib
başımı gördüm, şartı budur dediler... susacaksın, görmeyeceksin,sormayacaksın,
ince etmeyeceksin... biz sana gerekeni veririz... çok tuhaf bir duygu, rüya
desen değil gerçek desen değil... zerre yalanım varsa namerdim... ancak ara
kısımlardan bahsetmeyeceğim. Anlaşmayı sağladık ve yine aramızdaki iletişimi
sağlayacak sembolik objeyi yaptırdım. gümüş bir yüzüktü bu. iç tarafında bir
kelime ve bir sayı dizisi yazılıydı. size ilginç gelecek ancak ucuza sinema
bileti almanız adına yollanan şifreler gibi. tabi ki normal bakan bir insan
günümüzde şekilleriyle var olan sayılar olduğunu anlayamaz ve motif sanır.
kitabın kısmi şifreleri ile aynı düzenektedir. kitabın 1 bölümü hariç
hepsi mustafada kaldı. yeteri düzeye
gelirsen teslim ederim dedi. neden böyle yaptığını anlayamadım ve hoşuma da
gitmedi. artık onun kitabı kafası idi, fakat bencillik etti vermedi. herkes bu
ilmi çeşitli sırlara şahit olan 2 bilemedin 3 kişiye öğretebilirdi. o kitabı da bu ilme sahip olmayan kimseye
veremezdi. ilme başlamak ve sahip olmak bu manada hemen heman aynı şeylerdir.
ders kitabı gibi düşünün, neyi nasıl yapman gerektiğin yazıyor.o varlıklarda
öğretmen gibi... bu sistem böyle işliyor. suriyeli para karşılığı vermişti,
mustafa ise sadece sırlarına ortak etmişti beni. belki o da suriyeli gibi
kitabı satacaktı, satabilir mi ? ondan da emin değildim mustafanın ilk olarak öğrettiği kişi bendim. onun
pisliklerini bilmem neticesinde hem kendi istediği paraya kavuşmuş hem
yıllardır uyguladığı ilmi tabir-i caizse ezber etmişti. bende para yoktu, fakat
ilim vardı.bu ilim sayesinde belki de o ilk başta bahsettiğim varlıkları bile
bulacaktım... şu zamana kadar ekstrem şeyler anlatmamama rağmen yalanıma
sokanların,şu saatten sonra okumamasını tavsiye edebilirim sizlere bu kitabın
sadece 1 bölümünde yazan şeyleri çözmek belki 1 sayfasını anlamak cidden bir
günü alabiliyordu.her kelimenin yazılışı ve diline denk düşen karşılığını
bulmak, bazı kelimelerin çift ses vermesi gibi. haşa benzetmek olmasın kuran
dilini öğrenmek gibi. bendeki bu bölüm, neyi ne zaman yapacağımdan, hangi
varlığa hangi aşamda davet yollayabileceğimden, yüzyüze olduğum ya da dikkatini
çektiğim bir kişinin, daha o konuşmadan kafasındakileri sezinleyip düşünceleri
ona aksettirebilmemden mütevellitti.son kısım o kadar mühimdir ki;bu ilme sahip
olmadan bunu kullabilen insanlarda çoktur. falcıların sıklıka yaptığı iştir.
ilimsizde yapılabilir ... belki de
hiçbir varlığa gerek kalmadan tüm dilekleri bu son yöntemlere gerçekleştirme
şansın var düşünsene karşındaki kızın ya da erkeğin, dostun ya da tüccarın
senin için ne düşündüğünü hissedebiliyorsun. kısmen önlem alabiliyor yahut sözü
kafasında şüphe kalan o noktaya getirerek açıklayabiliyorsun... hayranlık
uyandırıcı şeyler... mustafanın şu kişi 10 dakika sonra burdadır demesi
olayının altyapısı diyebilirim... kafasındakileri okumak kısmından kastım,
sezinlemek... altıncı his yahut adına ne derseniz ondandır... elbette birebir
düşünceleri okuyamıyorsun ancak kim seni seviyor ,kim kin duyuyor, yahut ciddi
anlamda yalan mıdır anlıyorsunuz uzun bir süre bu kitapla debelendim. fakat hem
önceki izlenimim beni ürkütüyordu ,hem de ciddi manada daha 1 partını çözmekten
acizdim.bu şekilde cidden uzun bir zaman geçti. mustafa ile çok ama çok nadir
görüşüyorduk. kendisinin de pek isteği yok gibiydi, birşeylerden rahatsız olmuş
yahut tedirgin bir ruh hali seziyordum ondada... daha orda bahsedilen
aşamalardan birini bile geçememiş ben ciddi anlamda büyük bir hayal kırıklığı
ile karşılaşmıştım. elinde yüzük var fakat uygulayacağın bir nokta yok, çünkü
olduğun yerde milimlerle kıvranıyorsun. yine de ilgimi çekiyordu. bahsedilen
malzemeler ise bulunması kolay şeyler değildi... kara karga beyni, beyaz horoz
ödü, bilmem ne dili. hele ki ot ya da toz şeklinde satılan 2 madde var ki şu
gün 4-5 kullanımlığı milyarlara denk. nerden bulacaksın. hayat kısmen normale
dönmüştü. birşeylere olan tutku kavuşulana kadarmış demek ki dedim. hiç
arkadaşım yok gibiydi,bu işlerle uğraşırken ciddi anlamda asosyal bir adam
olmuştum. arada sırada muhtarın kızı aklıma geliyordu, Allah affetsin elde
kitap az da olsa var fakat kendime yakıştıramıyorum. yalandan bir mutluluk satın
almak çok saçma geliyor. Allahın hikmetidir ki birgün karşılaştık merkezde. hoş
beş ettik, dedim buyur birşeyler içelim öyle gidersin evine. çay falan
içtik,pek konuşacak nokta bulamadık. havadan sudan meseleler işte. olsun bir
şekilde karşımda oturuyor ve
gülümsüyordu bana işte... o da
yeter diyordu gönlüm... giderken bir cesaret hafta sonu sinemaya falan gidelim
mi dedim, dudak büktü bilmem ki dedi. yani işin yoksa güzel olabilir,hem
arkadaşım falanda yok dedim. diyorum fakat sanki yürek yutmuş gibiyim.ya
yılların birikimi ile baktım ki kız yumuşak huylu bastırıyorum boyna,ya da
cidden vardı 2 cin ve çıkarılmıştu vücudumdan onun rahatlığını yaşıyordum. kız
biraz ne desem ki moduna girince, korkma dedim sapık değilim. kıpkırmız oldu,
aşkolsun falan dedi nihayetinde kabul etti. o gün gayet mutlu döndüm eve,
klagib bir şekilde akşamı ettik gece ve uyku zamanı... uyudum ama bir tuhaflık
var göğsümde kalp krizimi geçiriyorum diye paniklerken,iç içe geçiyor gibi
kaburgalarım. hiçbir şey düşünemez bir konumda, daha evvel hiç yaşamadığım bir
hissiyatla ,çaresizlik içinde teslim oldum... teslim olduğum şeyin ne
olduğundan habersiz... bir 10 dakika kadar nerdeyse yarı şuursuz kalakaldım...
anlam veremedim kendimi teselli etmeye çalıştım, sigara falan içiyorum ondandır
ya da gaz sancısıdır dedim. kalktım 2 tur attım evde,su içtim geri uzandım.ama
içim nasıl huzursuz nasıl anlatamam. uykuya daldım rüyamda arka fon simsiyah
zifr_i karanlık... karşımdaki görüntünün sol altında muhtarın kzı hüzünlü,
yıpranmış bir halde başı önünde. karşımda kızıl saçları saçları dalgalanan bir
afet belirdi... gözler bile hani tuhaf bir renk vardır ya kırmızıya yakın o
renk... ama ne güzellik,o rüya içinde eridim bittim... insan rüyada aşık olur
mu oldum... sanki o an büyülendim... karşımdaki kız bana öyle bir bakıyordu
ki,o bakışı bu hayatta görmedim, göreceğime de ihtimal vermem uyandığımda
aklımda tamamen o kadın vardı. arkadaşlar en deli aşkınızı hatırlayın emin olun
zerresi bile denk gelmez. haşa tüm benliğim ile ona aitmişim gibi geldim. çok
çekici bakışlar ve sanki bir parçammış gibi o derece özümsedim bir anda. anlam
verilemez bir halde muhtarın kızı gözümde sıfırlandı uykudan uyandığım anda.
şuursuzca bir hareket farkındayım ancak, tamamen beynim ele geçmiş gibi günler
boyu çıkmadı aklımdan o kız... her gece yatarken tekrar görmek ümidi ile geçti
tüm vakit... muhtarın kızı ile randevulaştığımız gün gitmedim oraya, şimdi
düşünüyorum da hayvanlığın daniskasını yapmışım. kendi kuyumu kazmışım.
randevuya gitmediğim gece rüyamda tekrar gördüm bu kadını. deli gibi seviştik,
ancak gerçek gibi o kadar tuhaf bir histi. titreyerek değil belki ancak yatağa
kerkinerek boşalmışım tüm aklım fikrim bu rüyadaki hatun oldu, tarifi
imkansız... nerdeyse haftada 2-3 gece görüyorum ve sürekli yiyişiyoruz. bu olay
sürekli olmaya başladı. mustafa'ya danışma ihtiyacı hissettim. bende ne malzeme
var ne birşey.se-le-na deyince gelmiyor bunlarda yardıma. saati var ,ona uygun
tütsüsü var,otu tak ,taku var. karar verdim gittim mustafa'nın evine bulamadım
yerinde. doğaldır,pek şaşırdığım da söylenemez hani. oyun salonuna gittim
sadece kutlu var görmediğini söyledi mustafa'yı uzun zamandır. derneğe uğradım,
adamlar sitem etti nerelerdesin diye. başkan çekti kulağımı 'o adamın peşine
takılma demedim mi ? ' falan diye
fırçaladı. onlar da bilmiyordu. birkaç yere daha baktım orda da yok ve bilen
gören yok adamı.bir ara ciddi ciddi düşündüm şizofreni falan mıyım diye.bu adam
yok olmadı ya.üstelik mustafa nerde diye sorduğum an bakışlar değişiyor. pala
ve arkadaşları zaten nerde oldukları belirsiz adamlar. eve döndüm aldım kitabı,
olmayan malzemeler ile büyük ruhani varlıkları çağırmaya giriştim,bir sonuç
alamadım. yavaş yavaş aklımı oynatma noktasına gelmiştim. rüya dışında tuhaf
bir durum yoktu lakin sürekli bir boşluk,bir bıkkınlık içine girmiştim. sanırım
anladınız neleri demek istediğimi.1-2 gece sonra yeniden bu geldi rüyama. ancak
şuna dikkat çekmek isterim ki ben normal hayatında çok sık rüya gören bir kimse
değilim ve bu rüyadan öte birşey. teninin sıcaklığını falan
hissedebiliyorum.'ne istiyorsun benden ? ' diye sordum, kırk yıllık ahbabım
gibi... 'bir şey mi istiyormuşum senden ? ' dedi gülerek... 'korkuyorum
dedim,ama seviyorum seni... gerçek değilsin halbuki... keşke gerçek olsan' yine aynı şekilde boşalttı beni kardeş...
uyandığımda gerçek mi hayal mi anlayamıyorum... tıpkı 'onlar insansa biz neyiz
? biz insansak onlar ne ? ' diye
haykıran nihat doğan sendromu yaşıyorum... bunu sanırım ne yaparsam yapayım
tarif edemeyeceğim... çok sonra anladım ki onlar rüya değilmiş... çoğu zaman
uyumuyormuşum bile... tüm bu olaylarla meşgulken , ortaokuldan beri bahsettiğim
hedefimden yani okuyup bir meslek sahibi olmaktan da o derece uzaklaşmaya
başlamıştım. lise bitmişti . bahar ayları ve yaz tatilinde girdiğim bu ipsiz sapsız
mücadele neticesinde derslere de pek alaka göstermemiştim. zaten iyi bir okul
kazanabilecek puana sahip bile değildim. aklımı başıma alıp eğitimime dönmeye
ve ailemi de ikna ederek kursa yazılmaya karar verdim. babam öyle baskıcı bir
adam değildi,o dönem lise mezunları da abartılı olmasa dahi çeşitli
memuriyetlere atanabiliyordu. aklını başına al ve sende benim gibi memur
ol,sırtını devlete yasla demişti.ben ise hem yaşadığım duygusal açlığı tatmin
etmek,hem de dışardan çok ışıltılı anlatılan üniversite hayatını tatmak adına
tercihimi şansımı denemekten yana yapmıştım. Allah razı olsun çok diretmedi
,sonradan beni suçlamasın düşüncesi ile gereken ücreti vererek kaydımı
yaptırdı. sürekli kendime aynı telkinleri veriyordum. bunların çoğunun beynimde
yarattığım şeyler olduğunu,bir tür şartlanma olduğunu telkin ediyordum. elbette
bazı insanlar farklı güçlere sahip olabilirdi, buna bir itirazım yoktu. fakat
geldiğim noktada artık olmayan varlıklarla rüyalanmak ciddi bir pgibolojik
bozukluğa işaret ediyordu. kitabın bendeki bölümüne hiç ilişmemeye karar verdim
uzunca bir süre. öncelikli hedefim bir şekilde ,gücüm nispetince gayret edip
üniversite kazanmaktı.o dönem yaş olarak liseyi yeni bitiren biri olduğum
doğrudur, fakat şimdiki liseliler ile kıyaslanamaz bizim jenerasyon.18 yaşında
evlenip, aile kurup, sorumluluk alacak olgunlukta bir nesildi eskiler. şimdiki
gibi sanal alem olmadığından, gerçeklerle daha çok yüzleşiyor ve hayatı kısmen
öğreniyordun.ben istisna sayılabilirim, kısacası bu işlere takılarak yapabileceğim
en büyük aylaklığı yapmıştım... meseleden uzaklaşınca rüyalarımda ve
sıkıntılarımda azalmalar oldu. sadece ara ara gelen ani sıkkınlıklar, öfleyip
pöflemeleri saymazsak. onlarda her insanda olurdu her ne kadar sınırına
erişsemde hala ergen sayılırdım. dediğim gibi tüm gücümü ve konsantrasyonumu
derslere vermeye niyetlendim.bu işime de yaradı, kursta yeni arkadaşlar edinip
farklı meselelerden sohbet edip ufkumu genişletmeme yaradı. kozmopolit bir
şehir olması hasebiyle çok farklı kültürlerden arkadaşlarım oldu. mustafa ile
bu süre zarfında çok ama çok nadir görüştüm.ona geçen yaşadıklarımdan zerre_i
miskal bahsetmedim. çünkü onun konuşmalarının beni bir şartlandırmaya ittiğine
inanmıştım.ne kadar çok sohbet edersek,ne kadar ilginç mevzular anlatırsa
bilinç altı bunları emiyor ve uyku gibi durumlarda da kusuyordu. yıllardır
görmediğim bir rüyayı görmüş, belki de hafızamda yarattığım ideal kadın tipi
ile beraber olmuştum. bunların hepsi olasıydı. insanın fiziki uzuvları
rahatsızlandığı kadar ruhu da türlü rahatsızlıklar geçirebilirdi. mustafa ile
artık paradan puldan, kadınlardan bahseder olmuştuk.o malları ne yaptığını
sorduğumda, okuttuğunu söyledi bir şekilde. palalar ile görüşüp görüşmediğini
sordum, pala dükkanı mustafaya devretmiş ve odun işine girmişti. fakat bu
devretme işlemi tam olarak gerçekleşmemişti, arada sırada bir şekilde haracını
yiyordu. işletmesini mustafaya vermiş diyelim. pala kendi payını nerde nasıl
bozdurdu o konuda bilgisi yoktu mustafanın. hakan ve ali'de pala ile beraber oduncu
ile ilgileniyordu. oduncu derken aklınıza ufak bir yer gelmesin. cidden o
dönemler sağlam para vardı bu tip işlerde içimde biriken onca şey olmasına
rağmen ,asla ve asla mustafaya soramıyordum.bu şeyler az önce açıkladığım
mistik unsurlar falan değildi. kısmen hükmümü koymuştum ; bunlar kendi kafamda
yarattığım yahut karşıdaki kişinin bana empoze ettiği şeylerdi. fakat muhtarın
karısı meselesini merak etmiyor değildim. yeniden ahbap – çavuş ilişkisine
dönmesi korkusu ile birşey soramıyorum fakat dediğim gibi merak tuhaf bir şey.
yine ufak görüşmelerimizden birinde , çay içip laflarken dayanamadım. abi , sırrın bendedir. fakat ne oldu o
kadınla hala görüşüyormusun ? diye sordum. ben sana bunları unutmanı söylemedim
mi kardeş ? diye terslendi. hayır, sadece merak ediyorum. kimseye birşey
anlatmışlığım yok dedim... 'hele bir anlattttdedi sahte bir gülümseme ile.aba
altından sopa göstermek dedikleri budur... söz veriyorum... ne badireler
atlattık senle,bu meseleyi mi gidip deşeceğimdedim... yaaaa, madem öyle
diyorsun o halde tamam. aramızda kalsın, onun kızı çok hoşuma gitti ya... geçen
yolum oralara düştü, muhtara uğradım kız pek bir tatlı geldi... ben buna
çakarım ' falan yaptı başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki... Allahın
'aşırı gidenlerden' kastının ne olduğunu gözümle gördüm bizzat... cehennem
varsa bu adam kütüğüydü işte oraların. ne oldu lan ? tipin değişti seviyor
muydun yoksa aslanım ? dedi kahkaha ile... bu lafı beni daha bir incitti,o
aslanım hitabı falan.ben sevsem bile onun için bir önemi yoktu,ben çocuktum ve
böcek gibi ezebileceği biriydim onun gözünde... senin yaptığın ayıptır yahu ,
ben seni böyle bilmezdim... dini kitabı geç, vicdanın yok mu senin deyince, bana
bak kitabın 1 bölümünü aldın, zütün kalktı kendini ne gibim sanıyorsun lan sen
dallama ? peşimde gezerken, sana herşeyi görmen adına vakit ve imkan tanıdım...
o zamanlar beni bir güzel yağlıyordun,ben hala aynı benim... o zaman aklın yok
muydu ? gözlerin mi kördü ? Allah kitap şimdi mi düştü aklına ? yoksa dediğim
gibi 2 sayfa kitap aldın, icazet verdik diye mi bu efelenme ? sen bir hiçsin
lan dedi... daha 1 bile aşama katedemedin, bağın var ancak hükmün yok... böyle
sabit bir şekilde yerinde saydıkça, onlarda senle pek durmaz üzülme dedi...
adına ister şeytani de,ister rahmani... sen meleklerle falan mı görüştüğünü
sandın... sadakat ve sır nedir ? bunları unutmadedi... kendimi tutamayıp sordum
mustafa'ya... ''rüyamda her gece bir hatun görüyordum ve bunun yüzünden o kızla
olan ilk ve son randevu imkanını teptim... buna sen mi sebep oldun ? ' peki !
ben sana şunu sorayım, seni kolundan çekerek illa bana uy diye zorladım mı ? abi
sorumun cevabı bu değil ! gözünü seveyim hasımmışız gibi davranma. neden bu
şekilde davranıyorsun bana ? dedim... '' bak dedi mesele sandığın gibi güllük
gülistanlık bir olay değil... gözünde kadın düşkünü bir pekekent, yahut
kendisinden 'insanlara yararlı olmak' maksadı ile ilim isteyen birine zehir
satan bir adam imajı oluşmasın. aslında oluşsa da ne fark eder... ancak belirli
meselere bağlı kalmak adına, bazen kurban seçebilirsin... o kurban ise kendi
ayağı ile gelirse, boynuna bıçağı vurmaktan başka bir şansın yoktur kurban ben
miyim ? kendi ayağı ile gelen sen misin
? ben sadece bilinmeyenin aslını öğrenmek istedim ! sabahtandır yaptığın din
kitap muhabbetleri var ya... madem çok hakimsin, orda (gaybı bilen sadece Allahtır)
demiyor mu ? kafan çok dar ve basit düşünüyorsun... sen gaybı sadece gelecek
olarak mı düşünüyorsun ? ''' 'peki beni
kurban olarak aldın ise,o gördüğüm rüyalar neden ? bu tip bir rüya ile ne
istiyorlar benden ?... hani bu nasıl bir etkidir ki,beni mecnun etti? bak! emin
ol şimdi,bu kadar muhabbetin ardından ,o rüyandaki varlığın sırf bu kızı
kendime çekmem adına olduğuna inanıyorsun ... doğru mu ? büyük bir yıkım
içindeyim, aklıma başka birşey gelmiyor... işin böyle olduğunu aklımın ucundan
geçiremezdim... randevulaştığım günle çakıştığı için, bundan başka bir
düşünceye sahip olamam defineye neden seni zütürdük ? sadece 2 poşet eşya
taşıyasın diye mi ? ( elim ayağım buz kesmişti... ) devam etti... bu işlere
hepimiz girerken türlü bedeller ödedik... birçoğumuzun haberi olmadı, sonradan
yaşadı ve hüsranı izledi... eli kolu bağlı bir vaziyette hemde... senin şu an
ki ruh haline bir dönem çoğumuz sahip olduk... sen kurban ettiğimsin, tıpkı
suriyelinin beni kurban ettiği gibi... sana dışı süslü ve hoş paketlenmiş bir
hediye sundum... sen dışına aldandın, içinde ne olduğundan habersizdin... dışı
güzelse elbet içinde harikalar vardır diye düşündün... hz süleymanı bilir misin
? o cinlere ve türevi varlıklara koca kazanlar yaptırırdı... hem de öyle
kazanlar ki her biri bir havuz büyüklüğünde... onlardan ordular kurardı...
birkaç saniyede sebe melikesi belkıs'ın tahtını çalıp süleymana
getirmişlerdi... bu senin inandığın, beni sürekli eleştirdiğin kuran'dan kelamlar... Allah bunları süleyman
eli ile ıslah etmişti... süleyman öldüğü vakit, şeytan ve ordusu insanları
ayartmayı başardı... aralarına fitne soktu, düşüncelerine girdi... birbirinin
ağzı ile diğerlerine duyurdu... 'ey insanlar, süleyman bu hükme nasıl kavuştu ?
'' sandınız diyerek ,onlara 'kendilerini besleyen ' türlü uygulamalar
yaptırdı... evet, insanlar bundan kısmen menfaatleniyordu... bunlardan
ulaşabilenler, birbirilerini aşık ediyor,ara açıyor,kâh doğru kâh yalan
istişarelere bulunuyordu... söylediklerini fısıldayanlar şeytanlardı ve unutma
şeytanda bir cindi... en başlarında iblis, azazil,lucifer her ne dersen de o
vardı... onun askerleri de şeytanlardı... 'almadaan vermek Allah'a mahsustur,
çünkü ondan eksilmez'... oysa bu varlıklar, senden bir şeyler temenni ediyor
... bu temenni ve arzularını gerçekleştirmeleri adına ise sana önce birşeyler
vermeleri gerekiyor... insana verilebilecek en nefsani ödül,
büyüklendirilmektir... hayranlık uyandırmak... o yüzden en başından beri herkes
bir 'süleyman' olmak ister... bu varlıkların erişebildikleri noktalar senin
tahayyül edbilecğinden çok ötedir, kafan almaz... çok hızlıdırlar, senden çok
yaşarlar... geçmişi görmüşlerdir, iştişareleri kuvvetli ve keskindir... Allahtan
korkup onlara ilişmezsen, kendilerini sana rahmani olarak adlederler... sana
iyilik ve güzellik hususlarında yardım edeceklerini belirtirler... o kadar
süslü , o kadar hoş kelamlar ederler ki bunlar ancak meleklerdir dersin...
yavaş yavaş nefsini okşarlar... sana insanların kafasından geçenleri
hissettirirler... nasıl oluyor deme... peygamberin demedi mi ? 'onlar kanınızda
dolaşırlar' diyerek... işte bu şekilde... Allahın ilk emri olan onlardan uzak
durmayı es geçersin... seni Allah ile kandırırlar... akabinde birşeyleri bilmeni
sağlarlar... bu bildiklerin seni diğer insanların gözünde büyütür... çünkü
insanın özünde 'bilinmeyene' derin bir merak yatar... bu merak için değil mi ki
? bana hanzo diyen sen, türlü yağ çekmelere giriştin... dedi... bu anlattıkları
karşısında, kapana kısılmış bir fare gibi hissettim kendimi... cidden betim
benzim attı... evet, dilimde sürekli Allah olmasına rağmen onun yasakladığı bir
işe 'yine onun rızası' için falan girmiştim... aslında amacım onun rızası
falanda değildi, kılıf uydurmuştum kendime... sordum; bu define işi ,bendeki 2
süryani cin, rüyamdaki kadın bunlar
nedir? derin bir offf çekti, sigara yaktı... elini omzuma attı ve gözlerini
gözlerime dikti... sende 2 süryani cin falan yoktu... yaptırdığım işlem
aslında o rüyanda gördüğün kadın ile
(-ki kendisi cindir ) bir anlaşma sebebidir... çıkardığımızı sandığın şeyin
aksine, o kadını senle iletişime soktum... karşılığında o da bana definenin
yerini gösterdi... senin cinselliğinden faydalanması hikayesi doğru, yaşadığın
şey tamamen beynindedir lakin ikinizde bu işten zevk alırsınız... onu gördüğün
an bilesin ki uykuda değilsin... uyku ile uyanıklık arasındasın, enerjin farklı
boyutlara açıldığından onun bedenine girişi gerçekleşir... onlara
dokunamazsın,onu madde halinde becermene zaten imkan yok... çünkü maddesel bir
bedeni yok... rüzgarı düşün, elektriği düşün... tenini hissedersin, kokusunu
alırsın,haz duyarsın oysa bunların hepsini beynine sinyal göndererek yapar... o
anda senin vücudundadır, şehvetle artan enerjinden zevk alır… devam ederek bu
işler böyledir... 2 kişi kısmına gelince... o da doğrudur ama sende olduğu
kısmı değil... ben pekekent bir adam gibi ,ahlak düşmanı gibi görünebilirim...
belki de öyledir,ne olduğumu ben bile bilemiyorum... fakat bunları bana intikal
ettiren adam suriyelidir... 2 adettiler, biri erkek bir dişi... dişi olanı daha
kuvvetli idi,ona işlerimi yaptırmam zordu... erkek olanı kandan haz duyar,bu
yüzden palanın kanını aldı... karşılığında palayı yok edene kadar onla
eğlenecek... sadisttir... dişisi ise cinselliğe açtır,bir beden istedi seni
sundum... böylelikle onlardan kurtuldum... anlaşmalı bir kurtulma oldu...
muhtarın kızına gelirsek,onu erkek olan istiyor ,bu yüzden beni kullanıyor...
dişi olan ise senden hoşlanmış,o kıza gitmemen adına kendini aşikar etmiş...
ona hükmedebilirsen çok ama çok geniş imkanlara sahip olursun... şu dakikadan
sonra etmeme lüksün yok... hatırlarsan senne olursa olsun istiyorumdemiştim...
gözlerine odaklandığımda, gözlerini kullanarak içine girdi... akabinde define
işimiz adına seni beklettim... dişi cinin sana görünmesi herşeyi berbat
edebilirdi... o da anlaşmamıza sadık kaldı... defineyi gösterdi, seni aldı...' dedi...
kafamın içinde parçaları birleştirmeye çalışsamda mümkünü yok... doğru
bildiklerinin yalan çıkmasının ne kadar derinden yaraladığını ilk kez tattım o
an... ulan rüyamda gördüğüm karı bile bir rüya değildi, sanal bebek gibiydim...
tamamen başkaları elindeki bir değiş tokuş metası yahut dolandırılmış bir
tüccar... tüccar elbette, herkesin pay alacağı bir işe girip aslında görmediğim
ortaklardan birine pay olarak ikram edilmiştim. söyleyecekleri daha fazla
incitemezdi. yine de aklımda kalan birkaç soru işaretine cevap bulmak ümidi ile
kıpırdadı dudaklarım... peki bu kitabı neden bana verdin ? dedim ahh o
kitap dedi acı bir tebessümle, sana
birşeyler vermeliyim ki ,seni ikna edebileyim dedi... yani bu da mı yalandı ?
dedim, cevabının hayır olmasını bekleyerek ''hala o küçük kafan almıyor değil
mi ? seni başka nasıl ikna edebilirdim diyorum sana... beni nasıl kandırdılarsa
ben de seni öyle tava getirdim. aslında tüm işi bu cinler yapıyor. biraz geniş
düşünmeyi öğren artık.o kitap, elindeki gibik yüzük hepsi gereksiz birer
ritüel... hepsi sana birşeyler yapılıyor izlenimi vermek adına uğraştırdığımız
boş beleş işler.iş ne kadar komplike olursa o kadar çok “bir mertebe” sahibi
sanacaktın kendini...
• •
• • • PART 5 • • • • •
Elbet kaçarı
yok, bir gün öğrenecektin. O da bugünmüş. onu geçtim bu kitap içindeki onlarca
şekil,bir anlam çıkan saçma sapan harfler? madem ki beni kandıran kişisin ve
seni de birisi kandırdı,o halde onu kandıranı kim nasıl kandırdı ? onu
kandıranda süleyman'ın bu harikalar ile insanlara hükmettiğini yayan kişinin
zihniyetindeydi... benden pek uzak sayılmazsın hatada, beni suçlamayı kes ! bana 1 bölüm verme amacın ne peki mustafa abi
? madem bir taka yaramayacaktı ve tamamen kendini sıyırmak adına beni belaya
bulamak içindi. kalanlarını neden vermedin ? çektiğim belanın bir bedeli olmalı
değil mi ? evlenemediğimi biliyormusun ? heryerde büyücü, şifacı yahut hanzo
olarak anılmanın bedelini... 2 kuruş para için kırk adamın ağız kokusunu
çekerek taaa suriyelere kaçmayı ? hiç bir tak bilmiyorsun... madem sordun
söyleyeyim, birkaç ay daha fazla benim yanımda kalacaktın, palalar ayıkırsa öne
seni sürecektim define olayı için... şehir dışına çıkmıştım,her şekilde beni
arayacaktın. bulamazsan mekanlarına gidecektin. ayıkırlarsa en fazla kahvenin
işletmesini alırlardı bende,ama seni giberlerdi... aslanım kusura bakma fakat
,aslan olacaksan o gibtiğimin vicdanından uzak duracaksın... her şekilde
yannanı yiyeceksin diyorsun dedim ve kendimi tutamadım gülmeye başladım...
sinir boşalması yok,şu saatten sonra yemen gerekmez... akıllı olacaksın... karı
kız düdüklemeyiver, ananı babanı görmeyiver... bu hikaye üstünden bak dalgana..
mustafa ol sende, günü gelince bir skortak bulup rahata kavuş.bak benim son bir
aşamam kaldı, kızı bafileyip erkekten de kurtulacağım. zaten bir şekilde namım
var, insanlar bana inanmış bir kere... gelmeye yine devam ederler, param zaten
var... artık bir kahvem var, adı her ne kadar kahve ise de şehrin daşşaklı
elemanlarının mekanı uzun bir süre sessiz kaldık, çaylar tazelendi sigaralar
devam. süleyman demirel gibi bir adamdı mustafa. saatlerce konuşup,bir çözümden
bahsetmemişti.tek anladığım bu takun içine gayet güzel battığımdı. itiraz
hakkım yoktu. mücadele gücüm yoktu. tavsiyelerine açıktım, bilmediğin bir
ıssızda kalırsan ilk gördüğüne yol sorarsın seni ölüme bile yollasa başka çaren
yok.her şekilde öleceksin zaten.bir an düşündüm ? ya bunlarda yalansa… hocadan
falan yardım alamam mı ? dedim çekinerek...
o an tek bir cümle istiyorum
,evetdese inanın ki 1000 km ötede olsa yaya giderim.o umut nedir bilir misiniz?
içindeki cini giberek öldürecem der zütüne kayar,bir de cebindeki parayı alır''
dedi bir kahkaha patlatıp... bildiğiniz celladımla oturmuş, akibetim hakkında
malumat istiyordum... bir 10 dakika kadar oturduk ve içim karardı ben gidiyorum
dedi mustafa... tahta masaya bozuklukları atarak... türk filmlerindeki kızlar
gibi hissediyordum kendimi. kaybedecek neyim vardı ? arkasından seslendim...
abi taka battım, senden başka çıkar yolum yok bende geliyorum senle
deviyerdim... 'ya sen ne mal adamsın, herif kendini kurtarmak için seni
pazarlamış, celladım diyorsun... şimdi de peşinden gidiyorsun diyebilirsiniz...
siz olsanız ne yapardınız ? emin olun aynı şeyi yapardınız... o önde ben arkada
evinin yolunu tuttuk... içeri girdi zulasından ot çıkardır,ilk defa gördüğüm
bir dalga... herif bunla kafa yapıyormuş,al sana bir sır daha dedi... yaktı,
derin bir nefes çekti, istermisin dedi... karşılığında ne alacaksın,bir
kulağımın arkası kaldı... ben hiç ot kullanmadım, kafası nedir bilmem... ancak
etki ettiğinden olsa gerek bu lafımın üstüne babacan bir tavra büründü... gel
buraya gel dedi... bak dedi, seni nasıl bir işin içine soktuğumu emin ol
biliyorum... bana bak lan, aynılarını bende yaşadım. emin ol tek çıkar yol o
kadınla (bana vurgun olan cinden kadın diye bahsedeceğim) uyumlu olmak... sana
fırsatlar sunacaktı emin ol,bir süre sonra sende yerine başkasını bulursun...
cinde olsa kadın kadındır huyları aynı çabuk sıkılırlar dedi... bu konuştuklarımızı
duymuyor mu ? dedim... burdaysa duyar,ama bu saatlerde burda olmaz... hem duysa
ne olur, bazen vücudunda olur da farkına bile varmazsın... kafanın içindekileri
biliyor, sana beynen emir veriyor diyorum sen hala ne diyorsun dedi... normal
bir kadınla yattığın gibi yatmıyorsun bunla, nasıl rüyalanıp boşalıyor aynı şey
işte başka çarem yoksa, sabredeceğim... hem belki başkasını yerime bulmam
gerekmez dedim vereceğin bedeller emin ol ufak olmaz yine de dedi... o halde
ihtiyacım olduğunda seni bulacağım, kaçıp gitmeyeceksin şu saatten sonra sözüme
ne kadar itimat edersin bilemem, ancak söz dedi... sustuk o cigarasına vurdu,en
son kusuyordu... 1-2 saat sonra evime gittim... gözlerimi tüm olacaklara hazır
bir şekilde kapadım, kendimi uykuya ya da artık tüm olacaklara teslim ettim...
tam uykuya geçerken, tatlı bir esinti hissettim. yine tüm şuurumu kaybetmiş
gibi o çekime teslim oldum.bir tür uyuşturucu gibi olmalı, kullananların
anlatımları ile böyle olabildiğini söyleyebilirim sanırım.o kadar tuhaf bir his
ki;dünyada değilim, rüyada değilim.o an ben 'ben' bile değilim. gözlerim kapalı
elbette, fakat bir başka alemde gibiyim. anlatılması imkansıza yakın. karşımda
belirdi kızıl saçlarını bir omzu üzerinden sarkıtmış, kiraz gibi dudakları ile
bana bakıyordu. ne istiyormuşum senden dedi ,ilk sefer ki gibi aynı gülümseme. satın
almışsın beni, kölen olmuşum dedim köle ? ne kadar çirkin bir söz, hani beni
seviyordun dedi... inanması çok güç biliyorum ama dünyadaki en nazlı kızdan
daha nazlı,en güzel sohbeti olan kızdan daha güzel kelamı vardı gerçekten
seviyorum, bilmiyorum bunlar bir tılsım mı ? büyü mü ? fakat seni kimseyi
hissetmediğim bir bağ ile hissediyorum... lakin artık ne rüya ne de insan
olmadığını biliyorum,bu canımı o kadar yakıyor ki dedim insan ? insanlardan bu
zamana kadar ne bulduğunu söyler misin ? ben varım,var olmam önemli değil mi
dedi ancak korkularım var, deli miyim diye düşünüyorum. özlemlerim var, seni
koluma takıp bir yerde gezdiremem, bağışla beni ama bir tenin bile yok dedim gözleri
doldu, hiç öyle başkalarının anlattığı gibi kat be kat büyüyüp simsiyah
kesilmedi... o gözlerini bana dikti ve yanağımdan öptü benden korkarsan, aldığın
her nefesten kork dedi, kırgın bir ifade ile... mutsuz bir kadından daha mutsuz
bir ifadeyle insanoğlu olsa,bir saat geçirmek için servetinizi vereceğinizi bir
varlık var karşınızda... ancak... işte bu soktuğumun ancakları neden ben,
çirkin değilim fakat aman aman yakışıklı da sayılmam dedim... kendini aynada gördüğün gibi mi zannediyorsun
sen ? ne kadar anlatırsam anlatayım anlayamayacaksın... sizin deyimizle enerji
ve soy dedi... hayal kırıklıkların, mutluluğa açlığın besliyor beni... yanlış
anlama, çıkardan öte birşey... benim için aşkın hammaddesi bu dedi.. sende
olanı bilemezsin, çünkü senin dünyanda değersiz ne zamandan beridir beni
izliyorsun diye sordum... doğduğun andan beri '' dedi doğduğum andan kastın
nedir ? diye hafif bir ürperti içinden yönelttim sorumu aynı sizler gibi
kabilelerimiz, kavimlerimiz,ırklarımız, soylarımız,ailelerimiz ve dinlerimiz
var... kendi içimizde evlenir, kendi içimizde çoğalır ve bir dönem gelir aynı
sizin gibi gideriz öte alemlere... sizin toprak bedeniniz gibi bir ölüm olmaz
bizimkisi... ancak formumu anlayabilmen çok zor... enerjisel görürüz, enerjiye
geliriz, enerjiyle yaşarız... aslında salt enerjiden öte, enerjisel
değişimlerdir bize her türlü şevki aşılayan... bu da senden öncekilerde
vardı... büyük deden dedi, sana büyük bir miras bıraktı anlayamıyorum, dedemle
ne bağlantısı var diye sordum sırrıma ortak mı olmak istersin diye yanıtladı
gülerek bende güldüm,sanmıyorum ancak anlamaya gayret ediyorum dedim... zamanı
olanın zamanı var dedi... öyle bir iştir ki; ne söylese beni bağlıyor bir
şekilde... biraz sizden bahseder misiniz ? diye sordum sizden daha ilkeliz,
sizin gibi büyük hislerimiz yoktur fakat bencilliği bizden öğrendiğiniz
doğrudur... ilk bencili hatırlar mısın ? sizin deyimizle şeytandır... tanrıya sevgisini
sizle paylaşmak istemedi... sizden önce halifeler bizler ve atalarımızdı.bu
dünyayı bu evreni ya da yaradılan olmayı bile sizle paylaşmak çok çok ağır
şeyler. savaşı kaybetmenin incitici yanı.siz şeytanın sınavı oldunuz, aslında
şeytan sizle sınanmadı... emin ol kainatta herşey bir sebep-sonuç döngüsü ile
var... dedi sen istemedikçe sana ilişmeyeceğim. aramızdaki sevgi sürsün, sana
istediğin yola giden tüm anahtarları elimle teslim edeceğim erumi ve sakil
adında iki varlık hatırlıyorum. sırf bu yüzden çocuk yaşımda deli damgası
yediğim oldu.bu anahtarlardan birisi onlara giden yoldaki kapıyı da açabilecek
mi? erumi ve sakil ??? tanımıyorum... hayallerin olmasın... hem isimlerini
nerden hatırlıyorsun, gerçek olsa dahi isimlerini vermezlerdi nerden hatırladığımı
bilmiyorum. mesele de bu ya zaten... kendi uydurduğum hayali arkadaşlar mı ?
yahut gerçekte var olanlar mı ? tüm bu pisliğe bu yüzden bulaştım beni hala
pislik olarak mı görüyorsun ?... sanırım sen haddini fazlası ile aşıyorsun,
sabrımı ziyadesi ile zorluyorsun... istersen koş kitabına bak bakalım, belki
benden kurtalmanın formülü yazıyordur... ne kadar kıymet bilmez bir
mahlukatsın, cidden sen kendini ne sanıyorsun... varlarsa gelip alsınlar seni
elimden... sanırım sürekli gevelediğin köle-efendi ilişkisini arzuluyorsun...
peki o halde bu sözleri işittim ve vücudum o kadar tuhaf bir sarsıntı yaşadı
ki; uyanmamın ardından 5 dakika kendime gelemedim... dediğim gibi paranoyanın
dibine vurduğum zamanlardı... hangisi gerçek, hangisi yalan... doğru diyemem
artık birşeye çünkü tüm doğru dediklerim bir zaman sonra geniş çaplı bir
komplonun halkalarından ibaret oldukları açıklanıyor... birşeyler bulabilir
miyim ? bence araştırmalıyım... kitabı elime aldım, şifreleri çözmek adına bir
kalem ve defter ile yere bağdaş kurdum... güven hissi verecek ancak anlamsız
bir eyleme girişerek sırtımı duvara döndüm... güya arkamdan gelebilecek
saldırılara hazırdım ... şu an pek çoğunuzun ara sıra arkasını kontrol ettiği
gibi... (dön önüne birşey yok, genelde pat diye burnunun ucunda beliriler...
çok fazla korku filmi izliyorsun )... o an Allah'a yalvarma ihtiyacını en çok
hissettiğim anlardan birisiydi. kitabın yalan olduğu söylenmişti, fakat dediğim
gibi belki bu da bir yalandı... ilahi bir işaret bekler gibi elimdeki bölümün
daha önce pek karıştırmadığım bir kısmını rasgele açtım... böyle anlar vardır
bilirsiniz,ya da hepimiz çok fazla film izlemişiz... insan o an çıkacak sayfada
senin durumunla alakalı bir husus bekliyor... kelimeleri yavaş yavaş deşifre
ederken,bir yandanda her an karşıma çıkabilecek bir yaratığın zulmünden
korkmuyor değildim... kelimeler bir anlam ifade ediyordu, ancak uçuk
malzemeler... şunu şöyle yap,şu saatte yap... artık emin oldum ki,bu kitap
uydurma olmasa dahi benim bunları yapabilecek gücüm kuvvetim yoktu... başımı
ellerimin arasına aldım, kafatasımı ufak ritimlerle duvara vurdum... keşke
patlasaydı kafam ve kan mecralarımda dolaşan bu aşağılık şıllık defolsaydı
vücudumdam... hürriyet nedir çok iyi anlıyorsun, parmaklıklar yok fakat bir
mahkumsun... tek çare intihar etmekti, oysa deli gibi korkuyordum ölmekten...
salak adam, hani eninde sonunda ölecektin... lafta adamsın, yalancı pehlivan
diye geçirip, kendimi suçluyordum içimden... belki kendimi bir hamlede aşağı
bırakabilirdim, kısa süreli bir panik ve özgürlüğe süzülürken çarpma anında
dağılan onlarca organ yanında özgür kalacak bir ruh... denemeye değermiydi ?
kesinlikle değerdi, lakin yemiyordu... ulan bir meta olsam, yolda düşürsen
eğilip almaya tenezzül etmeyeceğin ben,bir sex objesine dönüşmüştüm... giberken
gibilmek bu olsa gerek,bir boynumda tasmam ağzımda topum ekgib Allah_u ekber
sesleri çınlatırken siyah gökyüzünü,ben de içimden tekrarlıyordum Allah_u ekber
o ekberdir ki; beni kurtaracak... hayyal el-felah diyor yani haydi kurtuluşa diyor...
en sonunda ise esselatu hayrun minen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) ..anlamı
tam olarak namazı teşvik etse de,insan o an durumuna uyarlıyor... uyku kelimesinin
çağrıştırdığı malum... cidden, madem müslümandım neden namaz kılmıyordum...
parmak ucunda banyoya ilerledim, tüp mutfakta olduğundan pek ortada gezinmem
doğru olmazdı. evdekiler zaten şüpheleniyordu tavırlarımdam... bayram değil
seyran değil nedir bu din iman derler, gerçi ondan ziyade saatlerdir
uyumamış... kendiyle oynamış oynamış, şimid de kaça kaça banyoya koşuyor
derler... uzun bir bahçe hortumumuz vardı,onu taktım musluğa buz gibi suyla
yıkadım bir cesedi andıran bedenimi... su her değdikçe kesilen nefesim, ölümün
pek uzak olmadığını hatırlatıyordu bana... kendimin gassalı olmuştum,bir de
zütüme pamuk tıkasam gitmeye hazırdım bu dünyadan... gusülü aldım, temiz bir
nevresimimi yere serdim... tekbir aldım Allah u ekber ! o büyük olan kurtaracak
beni... fatihayı okurken nasıl bir ağlama tuttu beni iyyake nabüdu ve iyyake
nestain derken, şirke saplandığımı hissettim... suratıma suratıma vuruyordu
iyyake nabüdü ve iyyaka nestain oysa ben ne yapmıştım... beni ''sırat'el
mustakim' e eriştirmesi dileği ile , ilk kez anldıbını hissede hissede kıldım
bir namazı... bir 5 dakika secdede kaldım, nevresim sırılsıklam olmuştu... öyle
bir haldeydim ki; tüm benliğim tek noktada toplanmış o an kesseler kanım
akmaz... yoğun bir ruh hali... sünnet üzerine sağ omzum üzerine uzandım,
gözlerimi kapatıp içimden Allah diye zikretmeye başladım... içim resmen kaynıyor,
tuhaf bir yükseliş hissettim sonsuz bir huzurla uykuya daldım… (inancı ayrı
olan arkadaşları kırmak incitmek ya da din tartışması yapmak gibi bir niyetim
yok ... herkesin düşüncelerine saygım var ancak bendeki böyle) rüyamda ,
mustafanın bahsettiği üzere yaptığım ilk ritüelin bahçesindeydim... sanırım
hatırlarsınız.. tuhaf tuhaf yaratıklar olan ve bana kegib başımı gösterdikleri
trans hali... her biri bana sırtlarını dönmüş bir halde... kayıtsızlar,
öğretmen yüzümüzü tahtaya döndürüp nasıl bekletiyorsa, aynı şekilde dönükler...
bir istikamete bakıyorlar yavaş adımlarla ilerliyorum ... ilerliyorum...
yaklaştıkça daha net algılıyorum, sıcak ve nem gibi huysuzluk veren bir
durumdayım... ancak geri gidemiyorum,bir çeşit akıma kapılıyorum her adımda ...
tam arkalarına kadar yaklaşıyorum... çok az bir mesafe kala ,bir tanesi ortaya
geçiyor... diğerleri ise etrafında sıkı bir çember kuruyorlar evet yüzlerini
görebildiğim,ilk ritüeldekiler... ortalarındaki ise göz pınarlarında kurumuş
kan birikintileri olan benimki... elinde bir sepet, sepetin kapağını açıp yere
doğru bırakıyor... kafam ayaklarımın ucuna yuvarlanıyor dehşete düşmüyorum,
neden düşmedim bilmiyorum. tüm duygular, düşünceler anldıbını yitirmiş
yeterince.bir anlam veremiyorum, benim bir vakit namazımın ona bu zararı
verebilme ihtimaline. klagib tekrar uyanıyorum, dilimi ısırmışım ve ağzım kan
içinde... ağız dolusu tükürüyorum lavaboya, tüküreyim böyle hayatın içine o
olaydan sonra uzunca bir müddet görmüyorum rüyalarımda, hala bir üniversite
kazanma telaşındayım.8 kilo vermişim, suratım o kadar ufalmış ki mesut özil
gözlerine sahip olduğumu yeni öğrenmişim... namaza bağlıyorum bir şekilde,o
kurtardı herhalde diyerek... mümkün olabildiğince kılmaya başlıyorum, ancak
herhangibir cemaate tarikata gitmiyorum... sadece farzları kılıyorum... ufak
tefek göğüs ağrılarım devam ediyor, ancak olsun o kadar da diyorum... bir
dargın bir barışık sürdürdüğüm mustafa ilişkimde asla ama asla görüşme
taraftarı değilim... bahsettiğim gibi son olanlardan sonra başım çok sıkışmadıkça
gitmem de yanına diyorum birgün derneğe uğramak geçiyor içimden. karşı
konulamaz bir istek, hani hepimize olur bazen. içerde bir tek çaycı var. içeri
girince hortlak görmüş gibi şaşkın bir ifade ile bakıyor ; birader
nerelerdesin,ne oldu ? mesele nedir diye yapışıyor koluma ne bu telaşın abi ?
okul kazanmaya çalışıyorum... bir meselemi var ki ? diyorum olum mustafayı
vurmuşlar ya lan... sen hep onla takılıyordun, haberin yok mu ? diyor, gözler
faltaşı gibi ananı gibeyimmm diye mırıldanıyorum, çöküyorum tahta ufak
sandalyenin üstüne... bir sigara yakıyorum ulan haberin yoksa, nasıl birşey
sormuyorsun ? diye hayretle soruyor çaycı... haydi gelde söyle kolaysa,su
testisi su yolunda kırılır diye. çaycı nerden bilsin ne fırıldaklar döndüğünü şok
oldum abi,bir kendimi toplayamadım ki deyip geçiştiriyorum... nasıl olmuş,
durumu ağır mı ağır mı ? ölmüş olum adam ... ölmüş ,ölmüş kim vurmuş ?
(sorularım gayet umarsızca yöneltilen sorulardandı ) muhtarın kızı elim
titredi, boğazım düğümlendi... o gencecik, yüzüne bakmaya kıyamayacağın kız
katil oldu he... peki nasıl olmuş diyebildim, zangır zangır titrerken... (ben
palayı tahmin etmiştim ) '' falanca mahallede bir oyun salonu var... sahibi
itin biri, yatmışlığı da var... mustafa ile pek bir sıkı fıkılardı...
mustafa'yı başına oturttu kahvenin... o günden sonra da biti kanlandı
mustonun... hanzo demiştin ya ,harbiden hanzo bu adam... geçenlerde kafası mı
kıyakmış artık neyse muhtarların evin oraya gidiyor, altında araba ile kör gece
vakti... muhtardan para falan istiyor diyorlar, aralarında sürtüşme çıkıyor...
bayağı hırpalıyorlar birbirlerini... kız paniğe kapılıyor, bıçak ile bunun
boyna sallıyor 2-3 tane... mustafa vurulup dışarı çıkıyor avazı çıktığınca
bağırıyor can havli ile ama çok geç... kızı alıp zütürüyorlar, mustafa'yı da
palalar alıp zütürüyorlar... bilirsin
pek kimi kimsesi yoktu... memleketine gömüyorlar'' daha sonra öğrendiğim üzere
olayın aslı... pala ve tayfası aynı zamanda torbacılık yapıyorlarmış. muhtar
dediğimiz adamda bunların daimi müşterilerinden biriymiş.bir süre sonra para
takmaya başlamış palagile. hatta herkesin içinde analı avratlı sövmüş palaaya.
bilen bilir bu işte itibar, racon çok önemlidir. Allahın pislik adamlarının
kendilerine göre yasaları vardır. şehrin en daşşaklı elemanlarının takıldığı
mekanda böyle bir vukuat olursa, sadece mekan sahibine değil o adamlarada
yapılmış sayılır. palada bunun canını nasıl yakalım diye düşünürken mustafa en
ağır bedeli ödetmek lazım, yoksa bu kadar adam önünde itibarın sarsılır
demiş... pala ne yapılabilir diye sorunca kızın kaldıralım demiş mustafa. pala
düşünmüş taşınmış,bu iş riskli iş kız reşit değil cezası ağır. kendisi zaten
mapusluk çekmiş adam. hakan ve ali'de yaklaşmayınca bu işi becerebilirsen,
burayı sana tümü ile bırakırım ,eğer ki dediğin gibi cezasız kalırsa berbat
oluruz diye söz vermiş mustafa sabah vakti araba ile oraların yakınlarına
getirilmiş hakanla, akşamı etmişler... hava kararınca kızı kaçıracak.eee
kaçıran adam ırzına da geçer. içeri dalmış, muhtarla cebelleşmiş. muhtarı da
haşat etmiş adam can havli haber vermeye kaçmış evden. kızı odadan çeke çeke
zütürecekken kız sallamış boğazına bıçağı... mustafa cartayı çekmiş. muhtar ses
edememiş. sonra palalar sahip çıkmışlar cenazesine alıp zütürmüşler yozgata
çaycının anlattıkları bir bakıma içimi soğutmuştu, lakin hala acıyan bir yanım
varsa bu muhtarın kızından ötürüydü. gerçekten çok narin, yumuşak huylu ve sevecen
bir kız,iş namusuna ve iffetine gelince nasıl aslan kesilebiliyormuş tekrar
tecrübe ettim. palaların ne sebeple mustafanın leşine sahip çıktıkları kafamda
soru işareti yaratmıştı. boşver dedim leşleri gömecek adamlar, üstüne leş
sinmiş olanlardır ancak. herkes muamele ettiği gibi muamele görür şu hayatta.
elbette palaların bir menfaati olmalıydı,bu deyyusun toprak olmaya ramak kalmış
leşinden.bu tip adamlara takun derman desen gider ıssız adaya , uçsuz bucaksız
çöllere sıçarlar. peşlerinde komiser kolombo oynayacak halim yoktu ancak
dediğim gibi, yüreğimi sızlatan bir musibete sebep olmaları beni düşünmeye,
irdelemeye sevk ediyordu. düşünce çok farklı bir nimet, zorladıkça sınırların
açılır ve bir süre sonra ciddi anlamda kapasiteni artmış olarak bulursun.
gündelik hayatında pek önemsemediğin olaylar çağrışımlara yol açar zihninde.bu
düşünceler bazen uyutmaz seni günlerce ve harap eder, bazen ise o uykusuzluğun
bedelini zerresine kadar sana takdim eder.ne olacak yani düşününce ? deme, bir
çözüme ulaşabilir misin, çözebildin mi aralarındaki irtibatı yahut en güzel
çağında kodese tıkılacak olan bir masumun acılarını ? bunu hiç deme... insan
neden yalnızlıktan korkar bilir misin ? çünkü sorularıyla başbaşa kaldığı
anlardır bu yalnızlık dilimleri. normal hayatında her soruyu bir muhattabına
yöneltirsin, tatmin etsin yahut etmesin cevaplar alırsın. derdini paylaşır,
kafanda çözemediğin ve vicdanında leke bırakmış olayları uzun uzun anlatırsın
karşındakine.tek beklediğin ise onaylanmaktır. kendi vicdanını başkasının onayı
ile temizlersin. bazen inanmasan ,haksız olsan bile meseleleri öyle bir
anlatırsın ki,lehine dönsün diye ; ruhunun sırtına yapışmış bir kamburdan
kurtulmaktır tek amacın... oysa tek
kaldığında öyle mi ? bir döngüye girersin... pişmanlıkların, sevapların,utançların,
keşkelerin,kırgınlıkların birer birer dikilir karşına. ufak bir mahkeme
kurarsın iç dünyanda oysa bu kez yargıçta sensin, sanıkta,tanıkta, maktülde...
bu kez derdini paylaştığın andaki gibi senin beraatine karar veren bir dostun
yoktur, yığılı dava defterlerinde... kendini yargılar, kendi cinayetini
anlatır, kendi ölüm anına şahitlik eder ve en sonunda kendi celladın olur,
ilmiği boynuna geçirirsin... işte bu yüzden yalnız kalmaktan korkar insan...
kendi mahkemesinde kendini asmasın diye. bahsettiğim ufku açılan düşünce ve
çağrışımlar yaratma gayreti ise seni çoğu kez idamdan kurtaracak bir son dakika
delili gibi sunulur, sert bakışlı yargıcının önüne.bu muallak bakışlı yargıcın
adı vicdandır.ve vicdan en masum hislerin yuvasıdır, süt gibidir bir toz
zerresi düşse farkedersin... düşünmek ve kendinece deliller bulmak vicdanını
rahatlatır ve seni özgür kılar... hürriyetini teslim edemezsen vicdanına belki
demir parmaklılarda değil ama kafatasında mapusluk çekersin bu dünyada çay içer
misin ? uzun zamandır hasret kalmıştık be biraderim sana deyiverdi bizim çaycı hasretler
kavuşana kadar güzelmiş be abi dedi başımı iki yana sallayarak.bu koca yıl bana
bunu gösterdi yüzüme bön bön bakarak olaydan mı kederlendin nedir, aşık mısın
,divane misin ne bu edebiyat... bekle çay alıp geleyim diyerek iç odaya yöneldi
çaycımız aynı zamanda telefonlara bakan bir garip adamdı.o dönemin lotosundan,
totosundan para vurmak heveslerinde olan bir adam... her ne kadar kafası çok
basmasa da , o bile anlamıştı dünyanın ekonomik döngüsünü... birkaç ihtimalin
vardır bu devirde parayı bulmak için... o ise kendince en masum olanını
seçmişti... her insan kadar paraya açtı. içerde suya, şekere,ocağa, çay
kaşığına küfrede küfrede çayları doldururken, hırsını ancak cansız nesnelerden
çıkarabilecek çapta bir adam olduğunu da kanıtladı. hayatın her alanında sille
yemiş adamlar böyledir. işte iken hükmedeceği kimse olmadığından ataç,
kalem,delgeç çaycı ise bardak, demlik,süzgeç demeden söver geçerdi. evine
gittiği zaman ise yok olmayan ancak birkaç saatliğe haşat edilen egosunu karısı
ve çocuğu üzerinden tatmin ederdi. takımı 5-0 geride olan bir taraftarın 'hakem
senin düğününün içindeki nohutu' gibeyim veryansınını gördüm ben. imkanların ne
kadar kısıtlı ve durumun ne kadar taktansa o kadar fantezilere açık bir dünyan
oluyor tam içeri girecekken ayağı yeri boydan boya kaplayan, parçalar şeklinde
yapıştırılmış kağıt, keçe karışımı halıya takıldı tökezledi ve bardakları un
ufak etmeyi başardı. gibtiğimn halısı dedi yere tükürdü... kardeşim bu hayatta
herşey mi bana karşı dedi, aynen az önce bahsettiğim onaylanmayı bekleyerek.
sorumluluğu üzerinden atma pgibolojisi budur, sanırım anladınız. haziran ayında
pikniğe gidince yağmur yağsa ya mikail biz sana ne yaptık diye serzenişte bulunacak
bir adam tipi... çaresiz ve bu kadar sitemkar oluşu da bu yüzden. canlı
nesnelere sitem edemiyor, çünkü o genelde sitem edilen taraf... insanları
eğitim durumu, cinsiyeti,ırkı ya da cüzdanına göre ayırmamam,bu tip adamların
ağlama duvarı olmama sebep olmuştur... pişman mıyım ? asla... güzelleştim
yasla. tekrar çay doldurmak için içeri girdiği vakit,sol bacağımdan diz
kapağıma doğru sirayet eden bir ağrı hissettim. küçük gerilimlerde dahi olsa
elektriğe çarpılanlar varsa bilir, hemen hemen aynı his. bu çok kısa bir sürede
boynumun sol tarafını ve sol sırt bölgemi esir aldı. kalbim adeta kademeli
olarak ilerleyen bir press makinesina sokulmuş gibi. saniyeler geçtikçe nefes
alamamaya başlıyorum. çaycı içerden laf yetiştiriyor bana, ülkeyi,dünyayı falan
eleştiriyor.'çekerim emaneti, giberim adeleti' tarzı nutuklar atıyor,ben ise
muhtemelen çaycıyı bir daha göremeyeceğimi düşünüyorum. ölüme çok ama çok
yaklaştığımı hissettim, dilim bile ağırlaşmıştı... okuduğumuz kadarı ile bu
sekaretti, şehadet bile getirecek dermanım yoktu... haşa sanki erkekliğim bile
benden gitmişti... yüzümde artan kan basıncı ile kırmızının en koyu tonlarını
resmederken, çayı içeri dalıverdi... o bakışını unutamam, kocaman açılan
gözleri ve hemen tam önüme doğru atılmasını. fakat dokunamıyor, soramıyor ve
konuşamıyor ... bu da ne yapacağını bilemenin getirdiği bir hal... şoku kısa
sürdü skortaakkkk,ne oluyor gardaşım, kalbin mi... ? ses veremiyorum ağlamak
istiyorum ağlayamıyorum, sadece ı lıyorum... belirli belirsiz bir hırıltı... Bismillah,
bismillah,bismillah yüzüme kolonya çalıyor... peşi sıra beni yerimden
kımıldatmak istiyor fakat yaptığı her hareket nefes almamaı daha da imkansız
kılıyor... birden bire gözümün feri kesildi, karanlık ve her yer karanlık...
elinde kıymetli sayılabilecek bir yüzükle, karşımda benimki belirdi...
•
• • • • PART 6 • • • • •
Fon yine
simsiyah... Küçümser bir bakışlar elini sağa sola doğru hareket ettirdi ve
ardından yüzüğü öptü... Bu yüzük Mustafa ile definede bulduğumuz yüzüktü... Alemim
değişti... ben bu hale trans derim,siz ise cinlenme, sallamasyon,rüya yada
sanrı diyebilirsiniz... fakat fiziki durumum hala aynı, ölümün kıyısındayım
,aşkın öfkeye ve o öfkeninde dünyadaki en büyük gözükaralıklara sebep olduğunu
anlamaya nail oldum. yüzüğü gösterdi, elini bana doğru uzattı eee kahramanımız
nasıllarmış acaba ? diye sordu ( bunların hepsi aşağılayıcı ifadeler ile ) cevap
veremedim, veremiyorum zaten... kalbim uyuşmuş gibi,sol yanım bildiğiniz felç
inmiş gibi, tüm duygular ölmüş gibi. demek konuşamıyorsun... oooo ama doğru !
sanırım can çekişiyorsun... yaptığın şeylerin bedelsiz kalacağını zannettin
demek... intikam... hıhhh intikam... cidden soğuk yenen bir yemek... ne o,bir
namazla kendini evliya mı sandın, kendimi sana zayıf gösterince ve uzun süredir
irtibatı kesince cidden galip geldiğini mi düşündün... kendi derdini bırakıp,
başkalarının derdi ile mi dertlendin belki güleceksiniz ama içimden 'kısa kes
huur ölüyorum aq '' diye geçiyor... ama geçenleri düşünecek takaatin bile yok o
takaatim olmamasına rağmen; demek canın çok yanıyor,bu acıyı sen seçtin...
tıpkı budalanın birinin yaptığı gibi... siz insanlar neden sadakatten bu kadar
yoksunuzsunuz, neden tüm anlaşmaların limitlerini bu kadar hoyratça sınamak
derdindesiniz... devam etti ''mustafa sana bir söz etmişti hatırlıyor musun ?
seni kurban seçmişti... kurbanlık koyun yerine koymuştu değil mi ? benle akdi
karşılığında seni bana teslim etmişti, aramızdakilerin sır olacağına dair
kavilleşmişti... oysa sadece seni bana teslim ederek, ancak diğer kurallara
uymayarak kurtulacağını sanarak çok büyük bir yanılgıya düştü... burda
kuralları ben koyarım,kim kurban kim değil ben karar veririm... bunu sende
gördün... sana kurban diyen adamın bir kurbanlık gibi boğazı kesilerek
geberdiğini duydun... peki tüm bunlara rağmen, hala aklınca yarattığın basit
prosedürlerin arkasına sığınarak mı sakınacaksın... hala anlayamıyorsun ?
diyordu ya mustafa , sanki kendi anlamış gibi... sende mi kalın kafalılık
edeceksin... bana itaat edeceksin... sana verdiğim şansı değerlendiremedin,
seni insanlar arasında üne, şöhrete boğabilirdim... kendimi o namaz kıldığın
gece sana aciz gösterdim ve seni denedim... sadakatini tartım, pişmanlık
duymanı bekledim... oysa sen beni aciz düşürdüğünü sanarak aklınca türlü
senaryolar uydurdun' içimden cidden boğuluyorum huur korkma ölmeyeceksin...
ölüm bir anlık, benimle aşık atmak neymiş sana bunu en ince detaylarına kadar
ispatlamak istedim... benim gücüm senin tankın, tüfeğin,silahından çok öte...
ben senin varlığını sürdürmene sebep olan mekanizmana ambargo koyarım, şimdi
elimi üstünden çekiyorum... sana denileni yap... dedi elindeki yüzüğü dudağıma
kadar yaklaştırdı... çaresiz bir biçimde öptüm... uyuşan bir bacağa yahut kola
nasıl kan giderse aynı şekilde karıncalanmalar hissetim... dilim çözüldü 'benden
ne istiyorsun ? dedim... aptal olmamanı... mustafa olmamanı dedi beni mustafa
yapacak hususlar nedir? özgürlüğüne kavuşman için sana fırsat verirsem; ki bu
fırsatı istediğim zaman ,belki de hiç vermem kendine karşılık, bana bir kaynak
bulduktan ve onu bu gerçekleri dile getirmeden cezbettikten sonra, benden
ayrılsan dahi başka bir varlıkla iletişimde olmayacaksın. bir dakika mustafanın
yaptığı bu muydu? tam olarak evet... benim irademden çıktığı zaman kendisine
başka bir dost edinmiş... anlaşmamızda bu yoktu '' o an aklıma erkek olan cin
geldi, hani şu mustafanın bahsettiği, bunlar 2 tanelerdi olayı... sadist
olduğundan, kana ihtiyacı olduğundan bahsettiği ve en son kızın namusunu
isteyen varlık... mustafa 2 tane cinin ; - ki bunlardan birisi sensin,
kendisine suriyeli tarafından musallat edildiğini söyledi. senle anlaşması
karşılığında beni verdiğini, erkek olan içinse muhtarın kızı üstünde
anlaştıklarını söyledi bak sen!? ne yani bunlardan haberin yokmuydu ? sen insan
olarak aynı anda bütün mekanlarda bulunabiliyor musun ? her dakika sizi mi
takip ettiğimi sanıyorsun ? tek bir farkla,ben olmasam da bir şekilde haber
alırım... kısacası ne yalanlar uydurursanız uydurun bir şekilde, mustafanın
gebermesi yahut senin şu anki halin gibi hesap sorulur... zaman senin için çok
önemli, benim için değil... ve emin ol,senin için önemli olanlar umrumda
değil... yalan söylemiş sana, ancak mefta olduğuna göre oldu herhalde haberim
dedi ve ekledi suriyeliden intikal ettiğim doğrudur ancak yanımda başka biri
ile intikal ettiğim yalandır. bahsettiği varlığı benden sonra bulmuş.bu
varlıklar sürekli seyir halindedir, olayları incelerler... kısacası mustafadan
haberleri vardır bir şekilde, boşta kalınca kendi emelleri adına bu işte
yetişmiş bir insanoğlunu kaçırmak istemezler.siz insanlar nasıl ki en yakın
arkadaşınızın dahi sevgilisi ayrılınca ona yavşıyorsunuz aynı durumdur. fakat
benim esas aldığım benimle anlaşan kişidir, kusura bakma ama basit insanlar için
aynı saftan olduğum bir canlı ile elbette uzlaşabilirim... haksızlığını kabul
etti ve bana bir bedel ödedi, karşılığında mustafadan himayesini çekti ve
kaçınılmaz son gerçekleşti... peki kan olayı... palanın kanını onun için
aldığını söylemişti yalanları ve sadakatsizliği yüzünden geberen bir adamın
sözlerini çok ciddiye almışsın... o da benim içindi... tora yı bilir misin ?
orda der ki kan ruhtur... kutsal kitaplarda yazan her söze yanaşmasakta bir
çoğu hakikatleri içerir... hele ki bu hususlarda... o ruh benim ruhumu
besler... o halde tüm bunları neden bana anlattı ? pekala hiç
bahsetmeyedebilirdi '' insanların yapısını çok iyi biliyor. kendi pisliğini
meşrulaştırdı. insanlar bildikleri ya da inandıkları şeyleri pek fazla
sorgulamazlar.bu tip bir olayı görüşmelerimizde benden saklamanı dolaylı yoldan
sağladı. aslında saklamak denemez, sadece söylemene engel oldu. bunu ise
dediğim pgibolojiyi üstünde yaratarak yaptı. unutma insanlar bilinenleri
anlatmayı pek sevmez... peki madem kendisi sebep olmuştu nasıl muhtarın kızı
öldürmüştü... o sadece telkin vermiş,bu saçmalığa girmesini sağlamıştı...
mustafa kendi varlığına güvenmiş ve sonuçtan emindi, oysa elinden imkanı alınca
mesele vukuu bulmuştu... bunların eli ayağı yok senin benim gibi... tüm iş
direktiflerde... en baştan beri temas ettiğin noktalardan biri çaycı ile olan
diyalog ve trans halimin devamı üzerinden; artık neyin ne olduğunun
bilincindesindir umarım.bu girdiğin yolun kenarları uçurum ve karanlık
kaplı,tek şulen ise benim. ister itaat edersin, ister yoklukta kör bir nokta
olmayı olmayı seçersin mecburi bir ifade ile evet dedim. başka çarem yoktu,
çaycı ya da ezilen kimseler gibi sövebileceğim nesnelerim bile yoktu. insan
kınadığını yaşamadıkça ölmez derler,az evvel hakkında afilli felsefik tespitler
yaptığım çaycıdan da beterdim.bir sır ve o sırrı taşıma mecburiyetinin yükü
omuzlarımda, siteme ise katiyen yer yok... birden bire gözümün önünden kayboldu
kadın ve ışıkla yeniden tanıştı gözbebeklerim. çaycı yere dizi üstüne çökmüş,
başım göğsünde yere serilmiş bir haldeyiz.ilk sorduğum ne kadardır bu haldeyim
? oldu en fazla yarım dakika kadar. biraderim,iyi misin ? şuurunu kaybettin
sandım yanıtını alınca bu görüşmelerin beynimde
rüyaya benzer bir halde, zaman kavramında bağımsız gerçekleştiğine emin
oldum. endişesi her halinden belli olan çaycı ölüyorsun sandım kardeşim, çok
korktum, çırpınıyordun... kalbin mi? yok dedim.kalple falan alakalı değil.
çocukluktan gelen bir rahatsızlığım var benim .kısa süreli bu hali yaşarım. endişelenme
benim için, sağolasın su içirdi bana, toparlanmama yardımcı oldu. sandalyeye
oturdum, hala hafif titremekte olan ellerimle bir sigara yakmak adına çakmakla cebelleştim... elimden
kaptı çakmağı... az evvel ölüyordun,ne yapıyorsun kardeşim dedi . babacan bir
hale bürünmüştü... fakir ya da orta halli insanların samimiyetine hep daha çok
inanmışımdır. kaybedecekleri sadece canları olduğu için, karşıdakinin en
değerli malı olan canına kıymet gösterirler onu rahatlatmak maksadı ile; abi
büyütülecek birşey değil... dedim ya çocukluktan beridir var bu... uzun
zamandır krizlerim kesilmişti ilacımı bırakmıştım. eskiden çok uzun sürerdi,
acaba büyük bir atak mı diye merak ettim dedim... anlık bir durumsa dediğin
gibi fazla sorun yok dedim iyi olduğumu sergilemek maksadıyla daha samimi bir
hal takındım. hafif tebessümle beraber
elimle omuzuna vurdum korkma ! bu
postu kolay serdirmem. dedim... iyi olduğuma ikna olmanın rahatlığı ile; aman
ha genç çocuksun, serdirme zaten dedi... yarım saat kadar hemen hemen sohbetsiz
bir şekilde vücudumu topladıktan sonra ordan ayrıldım... aslında ders çalışmak
dışında yapacağım bir iş yoktu, belki de canım sigara çektiğinden bir tür kaçış
oldu... bu adamların sevgisi samimi de olsa bazen darlandırır, ilginin dozajı
arttıkça bir süre sonra bunalırsın ama yine de iyidirler,en azından cebi dolu
kalbi boş olan nemrut yüzlü heriflerden değilldirler hayatımın her anının
fırtınalarla dolu olduğu bu dönemde,hala unutamadığım bir nokta vardı ise ; o
da muhtarın kızıydı.olayın aslını sorabileceğim kaynaklar sınırlıydı.herkes
kulaktan dolma bilgilerle,kim ne dedi ise üzerine kendinden bir iki mesele daha
ekleyip anlatır bu tip durumlarda.herkes bir hikayecidir bu noktada.bahsettiğim
üzere bu bağlamda merakımı tatmin edebileceğim 2 adres vardı... bir pala,diğeri
muhtar... pala ; pis işlerin adamıydı ve bahsettiğim gibi mustafa gibi bir
adamı tutup taa yozgatlara gömecek adamda değildi... diyeceksin ki ; eli
mahkumdu,işin içindeydi başka ne yapsaydı? hak veririm sana ,ancak bu tip
adamlar sıyrılmak istediler mi pek güzel sıyrılabilirler her türlü
vukuattan.daha öncede dediğim gibi ; bu tip adamlara takun derman desen,gider
ıssız adaya sıçarlar.o derece egoist o derece ben merkezli insanlardır.belki
böyle olmaları da gerekiyor.çakallarla barınan biriysen sen de çakallık yapacaksın
ki;her leşten gram olsa pay kapasın ve hayatını idame ettirebilesin.ben leşe
ağız eğmem deyipte hayatta kalabilen onurlu bir çakal görmedim ben . o sebepten pala işi hem riskli hem de
basit bir merakı bastırmak adına fazla iddialıydı.muhtar ise hem kızının derdi
ile sıkıntılarda,hem de daha o düğünde beni mustafa ile görmüştü.nasıl
yaklaşabilirim bilmem.kız desen zaten tutuklu... yıllar ama yıllar sonra bir haber alabilirsen
ne âla . o da zaten , hemen hemen imkansıza denk düşen minik bir olasılık
dairesinde.zaten başıma ne geldiyse , meraktan gelmişti.insanoğlu tuhaf bir
varlık ; bilinmeyenin cazibesi peşinde,bilinenlerden ne kadar hoyratça kaçıyor
ve onları elinin tersi ile itebiliyor.belki tüm gayretini tamamen gerçeklerle
bezeli olan hayatına verse,kafasında ütopya olarak adlandırdığı nice cennetleri
dünyada iken yaşayacak... ancak,olmaz... hamurunda bu var... insan tabiatı
gereği buna diretir... yapılan mastürbatif eylemlere bak çok rahat
anlarsın ki ;belki herkes daha sosyal
olsa o eylemi canlısı üzerinden halledecek... benzetmem incitmesin seni ama
şuursuz olduğum ilk 3-4 yılı sayarsan yaklaşık 30 yıllık izlenimlerini bunu
ispatladı bana.tüm hayal gücünü ünlü pornstarları,ünlü tabir ettiğimiz taş
hatunları yahut biscolata erkekleri ile düşsel birlikteliğe harcamasan , belki
de cebim dolar... güzel bir söz vardır, siz kafanızı hayallerle doldurun,gün
gelir o cebinizi doldurur oysa bizim tek yaptığımız eylem kafamızda
doldurduğumuz hayalleri bir peçeteye boşaltmak... kızlar nereye boşaltıyor bilmem,zaten
pembe dışkılıyorlar dedikleri için geldim bu sözlüğe.şu an o sözün çevrimine
baktım da ;adamların hayali ile bizim hayal anlayışımız bile farklı be
mübarek... hayalden kasıt fikir yani... sen terim olarak rüyalanmak olan başka
bir dil biliyor musun ? rüyada bile gibişip bunu kelimesel bir kalıba sokmuşuz.
not : yazarın bunu anlatmakta ki muradı siz stoyaları düşünüp asılınca birşey
yok, skortak beynine hükmeden ve onu zorlayan kızıla kayınca aouwwwww... ne
aouwwww u aq... ( arada relax olmanızda fayda var,o yüzden birazda
gülümsemenizi sağlamak adına bu tarza geçiyorum... bunları yaşayan biri böyle yazamaz diye
gelecek adama,lan anası ile cinsel münasabette bulunduğum herif hayatında
bunları yaşayan kaç kişi tanıyorsun derim... senin tek bildiğin bu şeyi yaşayan
böyle konuşamaz diye sana dayatılanlar... cinler,avratgiben yaratıkları...
tecrübe dahi edemediğin bir mesele hususunda sana yutturulan dolmaları gerçek
kabul edyiyorsun, yine bu bilmediğin konuda başkası farklı konuşunca ise bir
anda olamaz böyle birşey diyorsun... oysa sen zaten bu meseleyi
bilmiyorsun,sana dayatılanları kabullenmişsin... yani neyse... zaten aklı salim olan adamlar ne için
okuduklarını biliyorlar... hoş geldiği için,bende sırf onlar adına yazdım...
787.kez söylüyorum ki inanmamak sana da bana da birşey kaybettirmez.zevk al bin
kurusu) kısacası her seferinde kıçımda patlayan merakı en azından şu sınava
kadar ertlemenin vaktiydi... bu esnada anlaşma üzerine, belirli günlerde bu
kadın ile beraber olmaya devam ettik... tıpkı senin rüyalanman gibi. fakat bir
şekilde kendimi fiziki olarak toplayamıyordum. çok sık bir şekilde uykum
geliyor, bazen anlama zorluğu çekiyor, sağlıklı bir insan görüntüsünden hızla
uzaklaşıyordum. zaten yakışıklı sayılmayan ben hafiften kargaları kovmak adına
dikilmiş bir korkuluğu andırıyordum. çevremde sağda solda anlatılan cin
hikayelerine sahte şaşırmaların yarattığı ,zorlama mimiklerle tepkiler veriyor
fakat içimden 'he yannanım he' çekiyordum.en ufak duygusal çalkantıda,
başarısızlıkta bile cinci hocalara koşan insanlara acıyarak bakıyordum. öyle
güzel efsaneler uydurulmuş ve yıllarca nakil edilmişti ki ; cincilik denen
mesele süper para basan bir sektöre dönüşmüştü. Allahın haram ettiği büyüyü
bile güzelce kılıfına uyduran bu şarlatanlar, kendilerince ak büyü ,kara büyü
gibi salak ve hala beni güldüren 2 dala ayırmışlardı.bu bana şunu tekrar
ispatladı bizim millet gariptir,her lafı kaldımaz muallak dersin kızar da gibersin
aldırmaz aynen durum böyleydi.bir insanı yoldan çevirip cebindeki parayı istesen
muhtemelen şiddetli bir tartışma ya da kavga yaşarsın. oysa vitaminli bir sakal
bırakır, keskin ve ürkütücü bakışlar atarsan ,hele ki çevrende birkaç yancın
sürekli seni göklere çıkarırsa istediğin kadarını cukka edebilirsin. nasıl mı ?
şöyle ki; hayatında belirli olumsuzluklardan ötürü ruhsal çöküntü yaşayan
kimselere umut satarsın.bu kimseler genelde durumunu kabullenemez, pgibolojik
sıkıntıları kendine yakıştıramaz. herkes kendi gözünde en güçlüdür, özellikle
ruhsal sıkıntıların bahsi bile kişiye deli olduğu imasını hissettirir. bunu
insanlar kolay kolay kabullenemez ,fakat durumundan da memnuniyetsizdir. ancak
karşına çekip bu insana, sana başka varlıklar musallat olmuş,o yüzden hayatın
mantara bağlamış dersen sana koşa koşa gelir. çünkü artık kusur kendinde
olmaktan çıkmış, varlığı bile belirsiz bir yaratığa bağlanmıştır. egomuzu
ambalajlayıp dolaba kaldırdığımıza göre, artı memnuniyetsizliklerimizi giderme
zamanımızda gelmiştir. karşımızda ki insan, sorunun bizde olmadığını söyleyerek
egomuzu şahane bir biçimde yüceltmiştir, karşılığında ise bize umut satmıştır.
umudumuz bu varlıklardan kurtalacağımız anda hayatımız eski haline dönmesidir.
fakat dediğim gibi almadan veren sadece Allahtır... sana umudu satan adamda,
karşılığında paranı alır. bunu çoğu kez 1 kere yapmaz, yetinemez.sen onun
gözünde yolunmaya hazır bir kazdan ötesi değilsindir. insan umutla yaşar, bunun
bilincindedir.bu sefer seni daha sıkı kavramak adına, yıllardır duyduğun
efsanelerden bahseder. sende cin vardı, ancak senin bundan haberin yoktur.7
seans gelirsen ve her seans adına kudretli hocamıza iaşesini verirsen ,cincimiz
bu varlıkları temizleyecektir. genç kızsan sana hamamda bir oğlan cin
vurulmuştur. iflas etti isen incir ağacı altındaki cinlerin üzerine
işemişsindir. bunlar yoktur demiyorum, elbette vardır ... ancak ülkemde cinden
çok cinli ve bir o kadarda cinci var. dediğim gibi artık çevredeki cin
hikayelerine çok ama çok farklı gözlerle bakıyordum. onlara musallat olanla her
gece aynı bedeni paylaşıyordum... beni fazlası ile üzüyordu ancak belki çok
önemli olmasa da insanların ne kadar boş oldukları kanaatine varabiliyordum.
bilinmeyenler hakkında otorite gibi atıp tutmaları, kendilerini yolan adamları
baş tacı etmeleri. evet çektiğim bir sıkıntı vardı ama dedim ya her musibet
bile sana bir ders veriyor bu hayatta... sonra ki aşamalarım için en azından
insanları tanıdım. uzunca bir müddet zamanım bahsettiğim üzere geçti.
insanların yalan dedikleri şeylerden çok öte yalanlar içinde yaşadıkları ve
işin tuhafı bunların farkında bile olmadıklarını gördüm. derslere bir şekilde
asılırken birgün ailemi üzen bir hadise gerçekleşti. babam ile çok sıkı fıkı
değildik, kendisi sakin fakat kısmen resmi bir adamdı. uzun süredir
bağırsaklarından şikayet çekiyordu. daha öncede belirtmiştim sanırım bağırsak
sıkıntısını. doktora tahlil için gittiğinde yapılan tetkitlerde bağırsağında
birkaç nodül olduğu ve alınarak tahlile gönderilmesine karar verilmiş.o an
hiçbir şey belli değilken içim o kadar derin hüzünlerle kaplandı ki ; az öncede
bahsettiğim gibi bilinmeyene saran şey, elinde olan ancak kıymetini hakkı ile
bilmediği büyük bir hazineyi kaybetmenin eşiğindeydi belki de.ne olacağını ya
da ne bulacağını bilmediğin şeyler
hakkında hazine arar gibi arayışlara giren sen, elindeki en kıymetli ve yeri
doldurulamaz bir hazineden mahrum olacaksın belki de.insanoğlu çok aptaldır.
normalde her okul önce ders verir ardından sınav eder, fakat hayat önce
sınavını gerçekleştirir ardından dersin notlarını suratına fırlatır, öğrenebilecek
kapasiten varsa öğren der. çoğu onu bile öğrenemez, insan aslında eşref_i
mahlukat olsa da, kapalı olan gözlerle hayvandan bile aşağıdır bu ara kısmı çok
uzunca bahsetmeme gerek yok sanırım,hep sıkıntılar içinde ve kaybetme korkusu
ile geçti.bir yandan da ; babamı kaybedersek bir şekilde ailemin yükünü
sırtlanmam gerektiği için çocukça bir hevesle dersleri bırakamadım. Allah
kimseye yaşatmasın, babası hayatta olanlar kıymetini bilsin.o sarılamadığınız
,sevginizi sakındıkça kendinizi daha sert ve erkek hissettiğiniz adam var
ya,işte o birgün gidebiliyor. bunları üstünden yıllar geçmesine rağmen bile
yazarken tüm duygularım allak bullak oldu ... hikayenin tek kelimesine
inanmasan da, bu kelimesine inan ben hayatta en çok babamı sevdim bu sıkıntılı
sürecim içinde ziyaretler kısa süreli kesildi, belki de tek sevindirici yanı
buydu... fakat o gece yine geldi babanı kaybedeceğin için mi korkuyorsun? evet,
emin ol artık sana bile alıştım alışmak zorundasın. uzun süredir gelmiyorum
farkındayım neden diye sormayacak mısın? canın istememiştir ,alacağın
kalmamıştır. seçim hakkım olmadığı birşeyde merak ne diye? boynumu uzatmış ne
zaman ineceğini bilmediğim bir bıçağın inmesini bekliyorum enerjin çok düşük bu
sıralar, böyle giderse ondan evvel öleceksin halimden belli değil mi ? her gün
soluyorum... gelmeme sebebin bu değil mi ? anlaşma anlaşmadır.bu kadar üzülmen
boşa, birşey çıkmayacak. kendini topla hayata sarıl beni mi yoksa çıkarlarını
mı düşünüyorsun ? dedim alaycı bir tavırla hadsizlik etmediğin zamanlar seni
de.emin ol babanda birşey yok. dediğim gibi kendini işlerine ver... kendini topla
uzun zaman görüşmeyeceğiz bu ziyaret sonucu uyanma yaşamadım, irkilme olmadı.bu
biraz daha farklıydı bir süre sonra babamdan alınan parçaların sonuçları çıktı,
Allaha şükür temizdi.o an yaşadığım sevinci anlatamam... boynuna sarılıp onu ne
kadar çok sevdiğimi söyledim belki de hayatımda ilk defa. anneme dönerek 'demek
ki sevdiğinizi görmem adına ölmem
lazımmış ' dedi... güldük hep beraber. artık tamamen derslerime
konsantre olmuştum, kadının uzun süre görüşmeyeceğiz demesi de bana kafi
derecede iyi gelmişti. kısa süre içinde kayıp kilolarım telafi oldu.her ne
kadar geçen yaşadıklarımız beni bunalıma sürüklese de ,son geldiğinde ki o
teselli eder tavır onun üzerinde çok mu önyargılıyım hususunu sorgulamama neden
oldu. insanoğlu böyledir, ders almaz. kandırılmaya en müsait yaratılandır aslında
onun tek derdi daha önceden de bahsettiğim gibi benim enerjimi kullanmaktı.
enerjisel değişimler, yüksek enerji onu beslediği ve kuvvetlendirdiği gibi
sürekli bunalım gibi durumlar işine gelmiyordu. ancak dedim ya insanoğlu çok
saf.o ana kadar korktuğun bir hususta içini ferahlatmış olması bile sana 'acaba
? ' dedirtebiliyor. hayata sarıl demesinin gayesi de muhtemelen bu olmalıydı,
aslında sadece bu da değilmiş.her zaman son gülen iyi gülen olmuyor malesef,
bazen son gülen en aptalımızdır, meseleye hakim olacak seviyede falan
değildir.bu durumda ise muhattap olduklarım karşısında en aptal bendim. ancak
öykümü yazarken bile öyle basit yerlerde ilkokullu gibi hüküm veren adamları
görünce, beni kandıran bu varlıklar bunların anasının amında fırdöndü çevirirdi
diyorum... sınav zamanına değin iyi bir şekilde çalışma tempomu sürdürdüm.
kendime bir hedef belirledim x üniversitesi y fakültesi diyelim bu hedefe.
neden bu şehri seçtim inanın o zaman için bilemiyorum. puanı ne çok düşük ne
çok yüksekti ,ancak hemen hemen eş puanlarla alan diğer okullara değilde buna
karşı bir ilgi duymaya başladım. gereksiz bir ilgi. hedefin neresi diyenlere
burayı söyleyerek cevap veriyordum.niye o şehir lan diyene mantıklı bir cevabım
yoktu, ancak fena da bir şehir olmadığından pek üstelemiyorlardı. babamda
birkaç defa sordu nereyi istiyorsun vs diyererk. ona da aynı cevabı verince;
bölüm için hoşnut kalsa da ,dışarda okumak zordur vs diyordu... neyse artık
ismende kesinleşmiş bir hedefim vardı.. ( hala bu saçmalık var mı ? bilmem ama
bizim zamanımızda rehberlik adı altında böyle abuk sabuk gazlamalar, şartlamalar
vardı. işte rotası olmayan gemi bir limana varamaz gibi saçma sapan içi boş
cümleler. beni de zorladılar belki bir şehir ve bölüm ismi belirtmem adına
bilemiyorum, bende bunu seçtim. hayatta her seçiminin net bir açıklaması yoktur
zaten babamın sağlıklı olmasından aldığım moralle kafam rahat bir şekilde
sınava girdim.bu arada ki süreçte çok farklı meseleler olmadığından anlatımın
suyunu çıkarmamak adına es geçiyorum. sınava bir lisede girdim, kitapçığı açtım
ve genel olarak karıştırdım. cidden çok basit gelmişlerdi, herşey benim adıma
pozitif gelişiyordu. çok çalışkan bir öğrenci değildim ancak kendi seviyeme
göre yine iyi birşeyler yapmıştım.hep istediğim mühendisliği kazandım o sınav
sonucunda. artık inşaat mühendisi adayıydım. kazandığım okul çok büyük bir
şehirde değildi, fakat çok ufakta sayılamazdı. zaten o dönemlerde mantar gibi
her şehirde türeyen üniversitelerde yoktu. babamla beraber gidip kayıt
işlemleri, kalacak yer gibi hususları hallettik. baba tarafımdan olan
akrabalarım ile aramız gayet iyiydi.her ne kadar eskiye kıyasla daha iyi bir
maaşı olsa da memur maaşı hiç bir zaman tatmin edemez sizi, çünkü gelişen ve
sürekli ihtiyaç yaratan dünyada aslında hiçbir maaş tatmin edemez sizi. burda
şundan da bahsetmek isterim ki; ''insanlara aslında hiç ihtiyaçları olmayan
şeyleri, zaruri bir gereksinimmiş gibi dayatan ve bir bakıma da statü gereği
alt metnini veren taka 'reklam' denilebilir''. elbette birçok tanımı
olabileceği gibi, benim açımdan reklamlar tam olarak böyledir.taa o dönemlerden
hız kazanmaya başlayan bir furyadır bu reklam dayatmaları. bugün en sıradan
insanın bile cep telefonu varsa (-ki sizi bile ne arayanınız ne soranınız var )
bu insanların ne kadar aptal olduklarını gösterir. seni 'o telefonu' alman
adına ikna etmeye çalışırlar. kiminizi özellikleri ile, kiminizi statü simgesi
ile eşdeğer olarak gösterip kandırdılar. telefona takılma bu sadece bir örnek.
senin kafanda öyle bir imaj yarattılar ki, sürekli gibinle oynarmış gibi elinde
tutuyor ve bırakamıyorsun.(-yeaa teknolojiden faydalanıom ben, sadece konuşmak
için değil ki deme dalyarak. millete gibik gibik mesajlar atıp, haberin yokmuş
gibi foto çektiyorsun kabul et işte ... sanki bana atomu parçalıyor muallak)...
dediğimi az çok anladı iseniz; büyücüler, cincilerde hemen hemen aynı sistemle
çalışırlar.ne alakası var ya diyen ergen kardeşim,sen zorlama beynini... sen
çağrışım yapmaya çalışırken devreleri yakıp, tespit sıçıyorsun ekseriyetle.her
taka da açıklık getirmeyelim ki ; 0-3 yaş seviyesine düşmeyelim. çağrışım
yapabilecek adamlar,leb demeden leblebi diyebilecek kıvamdakileri de düşünelim
her neyse... bahsettiğim üzere memur
maaşı da o zaman bize az gelmeye başlamıştı.her gün yeni bir tak çıkıyordu.şu
an 29 kapılı buzdolabı gibi olmasa da (-ki bence o gardrop) işte daha iyi
televizyonlar, daha iyi müzik setleri, eski tarz basit çamaşır makineleri
yerine otomatikleri vs... yeni çıkan şeylerde pek ucuz değildir bilirsin.bu
işin tekniği budur. sürekli hükümetler gelir giderdi biz çocukken,ne nedir ne
taktur belli değildi... hoş gençken de değişmedi bu durum... velhasılı baba
tarafımda bize destek oldular,o dönem devlet yurdunda değilde daha kaliteli bir
yurda kaydoldum. özel diyebileceklerinizden. akrabalarda üçer beşer destek
mahiyetinde yardım ettiler bana kıyak geçtiler anlayacağın. daha rahat edeyim
diyerek, babama vefa borcu ödeyerek.
•
• • • • PART 7 • • • • •
Çünkü
babamda çocuk yaşından itibaren çalışarak kendinden yaşça küçük amcalarıma kol
kanat germiş, okumalarını sağlamış bir adam. Çok çilekeş bir adamdı babam,5 yaşından beridir
çalıştığını söyler... ilkokul dönemlerinde bu çalışma hız kazanır,hem de öyle
bir çalışmak ki; sabah okula gitmeden simit satıp, okuldan gelince de gece
yarısına kadar sinemada çalışmak gibi... hayatında en sevdiği şey uyuyabilmekti
babamın. çocukken en imrendiği şeyin ne elbise ,ne ayakkabı olduğunu söylerdi
sadece uyumak... insan onların hayatına eğilince, kendinin ne kadar asalak ve
basit olduğunun farkına varıyor. sadece kendi çıkarları için yaşayan ,en ufak
bir sorunda yakınan bizler o kadar büyük nimetlere nankörlük ediyoruz ki...
varlık içinde olduğumuzdan pek çoğumuz varlığın kıymetini bilemiyor neyse
aralarda çok vakit kaybetmeden devam edeyim yurt seçimi ve kayıt meseleleri
üzerinden... rahatına aşırı düşkün bir adam olmayan benim bile hoşuma gitmişti
bu özel yurt işi.az önce sizi eleştirdiğim statü farkı hikayesine bende
kapılmıştım ki ; normalde en hakir insanı kardeş sayan bir insan olmama rağmen.
okuyacağım şehirden, evimize otobüsle dönüyorduk. malum yorgunluk üzere kısa
süreli uykularla seyrediyor yolculuğum. yine bu kısa uykuların birinde kulağıma
bir ses geldi.bu ses cızırtıların eşliğindeki bir uğultu şeklindeydi... bu onun
sesiydi,ilk kez görüntüsüz bir şekilde sadece ses ile hitap etmişti... bir aşamayı daha katettik dedi... sadece bu kadar. yine aptal düşüncelere,
telaşlara sürüklendim, bunun anlamı neydi? okulların açılmasına az bir süre
kala yeni şehre doğru yol aldım.tek başıma olduğumdan,ya da aptal olduğumdan
yurdun yerini bulmakta epey sıkıntı çektim.ilk günden 'homunagoyim' diye
mırıldanmalara başlamıştım. yaşadıklarım beni daha çabuk öfkelenen, tahammül
eşiği gittikçe düşen bir adama çevirmişti. razı olduğunu sanıyorsun herşeye ama
öyle görünüyor sadece. aslında razılığın sadece çaresizlikten ileri gelen bir
olay. bunu tüm hal ve davranışlarında tespit edilebilir bir şekilde sunuyorsun.
baktım olmayacak, taksiye atlayıp elimdeki adresi verdim taksiciye daha sonra (
şehri tanıdıktan sonra ) o taksici muallakninde beni kazıkladığını öğrendim.
hayat bana karşıydı aq.hayatta en sevmediğim şeylerden biridir,
kandırılmak.asla tahammül edemem, ancak şunu da biliyorum ki neden nefret
ediyorsanız bir şekilde daha sık karşılaşıyorsunuz bu tip meselelerle. biraz
toy olmanın verdiği pısırıklıkla itiraz edemedim taksiciye, valizlerimi de
kendim indirdim bagajdan. yurdun girişinde ayrı bir oda şeklinde tasarlanmış
ufak büroya girdim. karşımda muhtemelen benden 1-2 yaş büyük bir çocuk
vardı.biz yurda kayıt yaptırdığımızda, yurdun sahibinin üniversitede görevli
bir öğretim üyesi olduğunu biliyorduk, çünkü onunla senet imzalamıştık.
karşımdaki benden muhtemelen az biraz büyük olduğu simasından belli olan, ancak
mustafa tipi hanzo elemana nasıl hitap edeyim derken 'hocam' çıkıverdi
ağzımdan.o dönem 'hocam' entel dantel muallaklerin kullandığı kelime olarak
kabul edilirdi. bende sık kullandığım için daha sonraki dönemlerde kendimi
'insan insanın hocasıdır' felsefesi ile kandırıp, muallakliği içime sindiremedim.
'hocamdediğim için bu zütveren kendini cidden hoca sanmış olacak ki ,zütü havalandı
biraz. kendini bir tak sanmış gibi iyice gevşedi yağlı zütü üstüne. ben buraya
kayıt yaptımıştım mehmet hoca ile görüşmüştük, odanın anahtarını teslim
alacaktım... sorumlu kimse görüşmem mümkün müdür ? '' dedim naif bir biçimde.
süt isteyen bir kedi masumiyetinde... sorumlu benim... odalarda düzenlemeler
yapıyoruz. yurdumuz yeni olduğu için , bazı yanlışlıklar olmuş kayıtlarda.
başka başka arkadaşlar kayıt almışlar fazlalık var dedi... hala yağlı zütü
üstünde, fabrikatör ayhan bey moduna bağlamış... hem de bazı hanzolar, kibar ya
da insancıl davrandınız mı kendini 'maho ağa' sanabiliyor... acı ama gerçek ne
demek yani ? dedim,ses tonum hafif sertleşti. karşımda böyle giblemez bir adam
görmek hoşuma gitmedi. dedim ya yumuşak davrandınız mı, her türlü giber bu
tipler işte 4 kişilik odaları 6 kişi yapacağız,ona göre paranızdan yarım taksit
keseceğiz ben odayı ve kişi sayısını seçmedim mi ? anlaşmayı onun üzerinden
yapmadık mı ? yarım taksit ne demek oluyor dedim. hava sıcak, tahammül eşiğim
sıfıra yakın. lazlardan özür diliyorum ama karşımda en gib kafasından bir laz
var beğenmiyorsan iptal edelim, Allah Allah deyip sesini yükseltince, bunun
üzerine bir bağırdım ver lan o zaman depozitomu, üstüne depozito bedeli kadarda
para vereceksin o zaman. burayı tanımam etmem, anlaşmışız böyle saçma iş mi
olur ? diye kükredim resmen yaaa sabahtandır herkes şikayet ediyor, bizde
insanız ne söylense onu yapıyoruz, müdürü müyüm buranın... herkes bize fırça
atıyor a bağladı.bre zütveren hem olayı alevlendirip bu noktaya getiriyorsun,
sıkıyı görüncede küçük emraha bağlıyorsun dedim içimden... herkesle kendi
anladığı dille konuşmak lazımdır,bu da bir ders oldu bana sorumlusu benim
demediniz mi ? ben idareten bakıyorum, hocanın işi var ben ilgileniyorum geçici
dedi seni muhattap aldığım hata arkadaşım.ara hocayı konuşacağım. durumu ve
tutumunu anlatacam. senin bana böyle davranmaya hakkın yok, kendi ağzınla
diyorsun yetkinde yok dedim çekine sıkıla aradı, baktı ki savuşturamayacak.
aldım adamla konuştum. mağdur edebiyatı yaptım. tutumu beğenmediğimi söyledim.
yetkili olmayan bu kişinin onun işletmesi hakkında karar verdiğini vs
söyledim.yok yanlışlık olmuştur ver sen onu telefona dedi. çocuk tak gibi
oldu,gel benle diyerek beni bir odaya çıkardı. ödemede ki 2 taksitim iptal
edildi, odama da yerleşmiş oldum herkesten önce. Bazen cazgır olmak iyidir,
efendiliği efendi adama göstermek lazım gelir... yurt sahibi hoca ve tayfası
karadenizliydiler.tam anlamı ile hemşehricilik üzerinden çetecilik. orda kalan
öğrenciler mi ,yoksa sahipleri mi ? belirli değil.bir salonda televizyon var,
maç oynanacak televizyonda istiklal marşı okunuyor dıbına rövaşata attıklarım
milleti ayağa falan kaldırıyor.bu derece gösteriş budalası mal adamlar.
diyeceksin ki ; marşımızı sevmiyor musun ? birader seviyorum fakat televizyona
başbakan çıkınca da donla otururken kaçıp takım elbise giymiyorum mesela.
vizontele belki de bu adamlardan esinlenerek yapıldı.bu gibik heriflerle 1-2
hafta sıkıntılarım oldu, okula başladım bir iki arkadaş edindim. arkadai edindim
dediğim tayga içinde hiç kız yok. bölümde zaten az kız var. onlardan da bir
tanesi var ki,o zamanın çılgın ve cesur kızı modunda olan ve bugün ki
kevaşelerin atası olduğuna iman ettiğim bir kız. önüne her gelenle arkadaş
olmaya çalışıyor, sanki yolda yürürken düşürülen bir amı bulmuş 'am buldum kimindir, sahibi yoksa
benimdir' deyip kız olmuş gibi. hiç cilvesi, çekiciliği yok üsteli benden daha
yakışıklı. ancak orasından burasından sahte hümanizm akıyor.ha işte kafanda
yarattı isen işte bu kız, benle de arkadaş olmaya geldi birgün. hayatın
gibikliği üzerine efkarlı muhasebeler içinde okan bayülgen misali sigaramı
tüttürürken ayyyy ben senle tanışacağım ama çok serrt duruyorsun, korkuyorum
kikiki dedi bencede kork,pek hareketli değilim ... yapmacıklığı, zorlama işleri
de sevmem dedim... niye dedim bilmiyorum ama 'amısını gibem ne dedim ben ???''
olmadım da değil... cool olayım derken, sıçıp sıvamıştım. bana göre
düşüncelerimi çok kolay dile getirmem, bazılarınızın dilind odunluk
olabilir.ama emin olun bilerek yapmamıştım,bir düşüncemi zamansız ve yersiz
aktarmıştım sadece. belki de bilinç altım, kızı altıma almaktan korumuştu da
ondan çıkıvermişti bu laflar ağzımdan... her neyse ne işte neticede ; kız kendi
tanışma isteği üzerine söylendiğini sanmıştı.o dönemden itibaren bölümün yalnız
ve asi kovboyu şeklinde uzun bir müddet elimi gibtim. ifrit dediğiniz kadın
bile gelmiyordu. hologramda olsa kadına hasret kalmıştım. yokluk nedir şimdi
daha iyi anımsadım aslında.o yüzden 'ağabey cinleri nasıl gibebiliriz' tarzı
sorularınıza o kadar da öfkelenmeyeceğim şu satırları yazdıktan sonra... ifritt
seni üzdüm çok pişmanım geri dön. sabahaca uygu uyuyamıom. nerdesin bitanem,
sevgilim nerdesinn üğğğğğ dememe ramak kalmıştı. tamam çok sevişken bir insan
değildim ancak üniversitede uyuşturucu içek, zikişek tarzı bir hayat var
sanıyordum... aaa bunları yaşayan biri nasıl böyle yazar değil mi,salyalar
saçarak ve birazda çarpılmış bir halde hawking gibi olmalıydım size kalırsa.
gözümle ya da parmağımla sinyaller yolladığım bilgisayarımdan girmeliydim bu
enrtyleri... öyle değil mi ?...
gerçeklik anlayışını gibeyim o zaman, çabuk burayı terket... duyduğu
hurafelerin kesin doğru olduğuna inanan ve bunları zerre araştırmadan
savunucusu olan muallak seni... ( esprili dili severim, seni incitti ise
okuma.. okunabilirliği arttırıyor. sana şiddetli korku satanlardan daha iyi
niyetliyim veya bu da bir yalan... belki de hepsi bir oyunun parçasıdır... o
yüzden kafana göre takıl... ama emin ol amacım seni ürkütmekten ziyade başımdan
geçenleri anlatmak... çoğu kez salt korku satmamak adına bu tarzı seçiyorum,en
azından inanmayan ama okumak isteyenlerin eğlenmesi adınadır bu) bahsettiğim
kızıl ifritin (- ki ; maden herkes onu böyle kabul etti bende artık böyle hitap
edeyim) varlığı benim için sıradan bir durumdu, bundan bahsetmiştim. ancak bu
demek olmuyor ki ; durum hoşuma gidiyordu. sadece yeni bir çevre, hafif asabiye
çalan tavırlarım,ana baba özlemi öncül sıkıntılarım olmaya başlamıştı.bir
şekilde orta yolu bulamamış bir genç adamdım.ya bu ilim mevzusu gibi işin pis
tarafının en içinde,ya da özgür kızın arkadaşlık girişimi karşısında en dışında
kalabiliyordum. nasıl başarabiliyordum ? emin ol bende bilmiyorum. normaller
anormal, anormaller normalleşmeye başlamıştı hayatımda.bir temelde arıza
meydana gelince, üstüne ne koyarsan koy sağlıklı olma ihtimali yok.bu kıza
karşı takındığım tutum,ben dışında herkesle arkadaş olmayı başarmış birinden
bile uzak kıldı beni. yurttakiler desen zaten anlattım uzak kalma
gerekçelerimi.6 kişilik odamda afakanlar basıyordu beni, yurdun terası vardı
çok şükür.pek kimse çıkmazdı buraya, çayımı alıp saatlerce oturuyordum burda.
gökyüzünü seyrediyordum akşamları. bilhassa tahmin edebiliyorsam,
seçebiliyorsam venüs'ü ve ay'ı.derin hayallere dalıyordum, boşluğa emanet
bıraktığım gözlerimden sıyrılarak. sabit bir noktaya bakan gözlerim
değildi;beynimdi o düşünceleri projeksiyon makinesi edasıyla seyrettiren.
gelecekle ilgili hayaller işte. okul bitiyor, evleniyorum,çocuklar falan,
babamı rahat ettiriyorum ,annemi hiç görmediği yerlere zütürüyorum mesela.
eşimle aramız çok iyi,ten uyumunu gibtir et,düşüncelerimiz eş gibi.o yüzden eş
diyoruz birbirimize. düşünceleri pek önemsemediğinizi biliyorum,o zaman zütüne
karanfil takılan bir kuzu cesedini becerin pekala. düşünceleri,hisleri olmadan
bir kadın neye yarar.o zaman katılırım 250 gram muhabbetlerine ( bayan
arkadaşlardan özür dilerim,dil sizi incitmesin. yazar burda kadını meta olarak
gören muallak baykuşlara giydirdi) bu hayallerin önünü açabilecek en önemli
noktalardan biri yıllardır çektiğim bir hastalığa çözüm bulmaktan
geçiyordu.kronik parasızlık.onun içinse bir meslek sahibi olmak ve bunun içinse
şu lanet okulu bir şekilde bitirmek.ne oldu daha geleli 2-3 hafta olmuş
olmamış, hemen okulu lanetlemeler falan ?
dersen eğer; lanetim okuldan ziyade kısa süreli yaşananların yarattığı
ruh haline diyebilirim. parayı buluyorum ve onun üzerinden devam ediyorum tatlı
hayallere, derken bir anda hepsi suya düşüyolar,ama boğulmuyorlar... çünkü tüm
hayallerime yüzme öğretmişim... her kırılan umudun kanadını yeni bir hayalle
sarabilmişim ben... hala da farklı birşeyler yapmıyorum ya... okula ve yeni
hayata biraz daha ısındığım günlerdi. arkadaş sayım çok olmasa da yavaş yavaş
artıyordu. erman isimli bir sınıf arkadaşımla, diğerlerine nispeten daha iyiydi
aramız. yeni gelmiş olmamız sebebiyle her türlü atraksiyon hakkında detaylı ve
'he yannanım he ' dedirtecek şeyler anlatıyordu. mecburen 'ya öyle mi' 'hadi
ya' falan gibi birkaç yapmacık cümle ile destekliyordum onu, elim mahkumdu.
insanlara biraz daha anlayışla yaklaşmam gerekiyordu kendime bunu telkin
ediyordum, fakat çocuğun anlattığı şeyler cidden uç şeylerdi. kendini
olduğundan farklı anlatan biri.bu tip adamların ilk haftalar çokça arkadaşları
olur, adaptasyon sürecinde herkese bekleme salonu hizmeti verirler. insanlar
genelde ortamı anlamaya çalışıp, arkadaş olacağı kişileri tahlil ederken
bunların yanında vakit geçiriler. bunun gibi bin 1-2 kişi daha ders arası
muhabbetlerine takılır oldu. erman cidden sürekli birşeyler anlatıyordu, bence
her gece oturup acaba yarına ne sallasam diyerek kafasında yazıyordu.72
milletten insan zütürmüş bir kardeşimizdi anlattıklarına bakarsan. antalyada
bir rus turisti iddia sonucu 'ne mutlu türküm diyene' dedirte dedirte gibmişti.
varın siz hesaplayın, johnny sins karakterinin temelini bu adama oluşturur
sanıyorum iyi bir telif alması lazım. beraber ders aralarında takılırken her
gördüğü kıza 'ben bunu alırım' 'şunu kusturana kadar düdüklerim'
muhabbetleri.laf çok icraat yok.laf huursu olanlardan hiç hazzetmem ben. bunla
kısa süren arkadaşlığımızda bir şekilde bitti. yine birgün orda duran kızları
göz ucu ile kesip, parende atarak gibebileceğinden bahsederken aramızdaki diğer
binlerden biri elini silah gibi havaya kaldırıp takkk, takkk,takkk... tırrrıııııırrrrrr
şeklinde silah sesleri çıkarark ,attığını ima etti. kendimi tutamadım kahkayı
patlattım.duygularıma tercüman oldun birader dedim, ancak kıpkırmızı olan erman
bize biraz çatıp gitti. akabindeo çocukla
konuşmayı sürdürürken benimle ilişkiyi kesti.onu da kaybetmiştim... karıncayı
belini incitmeden gibmek dedikleri şeyi de burda gördüm. adam akıllı bir hamle
ile laf sokmuş, bense dilim ile denemiştim. bizim millet tuhaftır her lafı
kaldırmaz muallak dersin kızarda gibersin aldırmaz yaşadığımı bu kısa şiir
özetler... cidden aklınızın bir kenarında olsun, insan ilişkileri üzerine daha
iyi bir söz olamazdı. not: (erman okul dönemlerinde ,özgür kıza kaymış...
öncekiler sallama olsa da bu gerçekti... mokar hastası ile amsalak birbirlerini
bulmuşlar) geceleri kızıl ifrti karşımda görmüyordum, ancak hiçbir şey görmeden
ihtilam oluyordu. kendisini uzun süredir sureti ile görmemiştim ,yalnız
bahsettiğim gibi bir şekilde enerjimden faydalandığını ve bunu da cinsel yolla
sağladığının farkındaydım. neden cinsellik, tüm vücudunun en hızlı çalıştığı
anlardan biridir. elbette dediği gibi aşk durumu da olabilir. spermin
hammaddesi vücudundaki herşey gibi kandır.kan torada ruh olarak geçer. islamda
ruh hakkında 'sana ondan sorarlar, onun hakkında size pek az bilgi verilmiştir'
denir. materyalistler ruhun varlığına inanmazlar, maddeden öte mana olduğuna
inananlar ise ruha inanır fakat bunun bilgisi ve mahiyetinin gizli olduğunu
bilirler. dediğim gibi benim baktığım kaynaklardan tora da rastladığım ruhun
kan olduğudur. kaldı ki sperm çok farklı bir mucizedir, içinde nerdeyse tüm
kodları planlanmış canlılar barındırır.her canlıda yüce olsun ya da olmasın ruh
mevcuttur. umarım bu kısım hakkında da kısmen merakı olanlara bir açıklamam
olabilmiştir. bunlar benim kendi çıkarımlarımdır, belirtmekte fayda var. kızılı
görmelerim kesilmişti, sadece bahsettiğim o otobüs seyahatinde sesini duymuştum
o kadar.oda arkadaşlarımla da çok yüz göz değildim. fazla samimiyet,tak çıkarır
prensibine sahibimdir. herkesle en azından baş selamı vererek bir hatır yaratır
ancak yine herkesle dost olmam. arkadaş kelimesi bile günümüzde anldıbını
kaybetmiş. arkadaş'ın kökü arka - taş tan gelir. eskiden ok kullandıkları için
sırtlarını güvene almak, vurulmamak adına yaslandıkları taş. manevi anlama
gelirsek, seni belalardan koruyan ve sevgisi ile siper eden kimse. Oysa günümüzde
bir insan arkadaşsa ve arkanda duruyorsa emin ol zütün içindir olayı fazla
dağıtmadan durumumu bildirdikten sonra devam edeyim. dediğim gibi pek arkadaş
edinemediğimden ve muhabbetimin koyu olmadığı adamlarla aynı odada takılmakta
sıkıntı verdiğinden terasa kaçıyordum... artık yeni bir yaşam alanım var
bahsettiğim gibi. teras... bazen buraya dam diyorum, zira çatısı yok
kendisinin.oda arkadaşlarımdan birisinden hafif bir samimiyet yakalıyor ve
ucunu bırakmıyorum. kısa sürede de olsa tek kalmamnın zararlarını görmüşüm.
önceden de pek geniş bir arkadaş çevrem yoktu ama işin membaaında mahrum kalmak
çok sıkıntılı. bahsettiğim arkadaşın ismi muzaffer, kendisi trakyalı.iyi hoş
bir arkadaş, çok konuşmuyor. konuşunca da olumsuz konuşmuyor. dostluk kurması
için önce size yeterince güvenmesi lazım, ancak bir iki sıkı sohbetten sonra
senli benli oluyor. yumuşak huylu dediğim gibi. narin bir yapıda.bir erkeğe
kıyasla fazlasıyla narin.pek gelişememiş bir vücuda sahip. çocukken türlü
hastalıklar geçirmiş muzaffer ama en ağırı manevi rahatsızlıklar muzaffer daha
çok küçükken ayrılmış babasından,bir daha da hiç görememiş... sebebine gelirsek
; anası ile babası sevmişler birbirlerini, o zamanlarda da varmış aşk hemde en
hakikisindenmiş. kısa mesajla ilişkiye başlayıp, kısa mesajla ilişkileri
2.katip seviyesine indirmiyorlarmış hem. allem etmiş kullem etmiş kaçırmış
anasını, babası olacak delikanlı. neden kaçırdığına gelirsek, kızın (muzafferin
anasının) babası namı olan bir adammış, oğlan ise çulsuz. isteseler vermiyecek
olan babası,bir de musallat olmasın diyerek gönderebilirmiş kızı köydeki
halasının yanına. yıpranmak paslanmaktan iyidir deyip kaçmışlar beraber.bir
süre sonra adam olan olmuş diye affetmiş ikisini, yalnız bir daha yakınlarında
bulunmamak kaidesiyle.en azından kan dökmeyecekmiş,öldü sayar geçerim demiş. ilk
yıllar iyiymiş ilişkileri, mutlu bir aileleri varmış. muzafferin babası bir
yolunu bulup almanyaya gitmiş, birkaç yıl sonrada kadını almış yanına.
almanyaya gitmeden bir bebekleri olmuş, muzafferin en büyük abisi... bu bebek
ile karısını kendi anasına teslim etmiş .dinleyince türk filmi tadında bir
hikaye.bir süre sonra nasıl yapmış bilmem kadın ve çocuğunu da almış yanına. karı-koca
sırt sırta vermiş, çalışıyorlarmış beraber... derken 2.çocukları dünyaya gelmiş
gurbette,o da bir erkek... o sıralarda kızın babası vefat etmiş, parasızlıktan
cenazesine bile gelememişler. birkaç yıl sonrada kadın ,ailenin son ferdi
olacak bizim muzaffere hamile kalmış... işte o sırada olanlar olmuş... adam
kendi bulundukları muhitten kuaförlükle uğraşan türk bir kadınla ilişki
içindeymiş ve bu öğrenilmiş. kadın bir şekilde sabretmiş, haklarından
yararlansın diyerek muzafferi almanyada doğurmuş,2 aylık ikende türkiyeye
dönmüş. adam defalarca barışmak istemiş, yaptığının bir hata olduğunu pişman
olduğunu dile getirmiş. ancak kadın barışmaya razı gelmemiş, babası da vefat
ettiği için kendi anasının yanında yaşamaya başlamış. muzafferin babası ise bu
kuaför kadınla evlenmiş, muzafferin iki abisi ile beraber almanyada yaşamış.
amacı onları orda okutmakmış, muzafferin annesi de bunu talep etmiş zaten,
evlat hasreti çekse de çocuklarının geleceğini düşünmüş... muzaffer hem kardeş
hem baba sevgisinden habersiz büyümüş yıllarca. hiç tatmadığından habersiz
ancak, çevresindekilere gıpta ettiğinden hep buruk... işte o büyüme evrelerinde
türlü rahatsızlıklar geçirmiş. muzafferin babası bir süre sonra 2.karısı ile
sıkıntıya düşmüş; muzafferin 2 abisi konusunda. onları da türkiye'ye
yollamışlar. anneleri çeşitli dükkanlar açmış, çoğunu batmak üzere iken
devretmiş... ekmeği zor kazanmışlar ancak bir şekilde büyütmüş onları. hatta
bir dönem sıkıntıya düşmüş, muzaffer'in yaşı küçük diye ilgilenemiyormuş ve
bunu başka bir şehirdeki dayısına yollamış,2 yıl kadar onlar bakmış muzaffere
(yaklaşık ilkokuldayken).babası bizim tanıştığımız bu dönemden 2 yıl kadar önce
ölmüş muzaffer'in.muzaffer baba sevgisi olmadan büyümüş,o yüzden dedim ya bir
tarafı hep buruk... abileri ile de bir türlü ısınamamışlar, aynı evde olsa da
kardeş gibi değillermiş onca yılın ardından... ben babamdan bahsederken gözleri
buğulanıp sitem ediyor kendi babasına.ben de o rahatsız olmasın diye pek
açmıyorum bu bahisleri.ilk başlarda aldığım genel ve temel bilgiler sadece
bunlarla sınırlı... bir süre sonra teras muhabbetlerime katılıyor muzaffer.
ikimiz beraber izliyoruz gökyüzünü,o babasını ben gerçekleri arıyorum aynı yere
odaklı, fakat farklı arayışlardaki gözlerimizde. nerdeyse her günü beraber
geçiyoruz, içli dışlı oluyoruz. ikimiz adınada nerdeyse tek ve en samimi dost
oluyoruz. beraber geziyoruz, beraber yemeğe iniyoruz.
ailelerimizden,geçmişimizden söz ediyoruz. buralarda normal kanka muhabbetini
kurduğumuzu daha fazla yayarak anlatma gereği hissetmiyorum ve kısa geçiyorum. eve
ilk gidişimize sayılı günler kala içimizde heyecan var. dışarda okuyanlar bilir
o duyguyu. sohbetlerimiz daha bir renkli,eve gidecek olmanın hevesi ile. mesele
bir şekilde metafizik meselelere dayanıyor bugünlerde... ona bu işleri
sevdiğimden bahsediyorum. bazı genel bahisler açıyorum, gülümseyerek eşlik
ediyor.bu gülüş bilginin yansıması bir gülüş ve bu çocuk sıradan biri gibi
değil kesinlikle... kullandığı terimler ile bu iş hakkında bilgi sahibi olduğu
çok aşikar.az biraz zorluyorum onu çözmek adına... ona kendi hikayemden
bahsetmiyorum, sadece ne derece bir birikimi olduğunu tartmaya çalışıyorum.
sadece teoride mi biliyor ? mesele burda. sadece teori ise umrumda olmaz, zira
teorilerin büyük kısmı hurafelerdir. ancak işi pratiğe dökmüş ise o zaman çok
farklı. pratiğinde seviyeleri vardır elbet.bir şekilde giriş yapma gereği
duyuyorum... sen boş bir insan değilsin,cin çağırma gibi ritüellere giriştin mi
? diyorum... tasdik eder gibi gülümseyerek; aramızda kalsın, şurda yeni tanıdığım
ancak kendime kardeş gibi gördüğüm tek kişi sensin... anlatmam ne kadar doğru
bilemem ancak benim annem bu işleri yapıyor... ben ve kardeşlerimi de bu
şekilde geçindirdi diyor yalan mı ? gerçek mi ? acaba ??? ... insanlar kendini
farklı ve üstün tanıtmayı severler bu konularda o yüzden kasmıyorum, sadece hadi
ya diyorum şaşırarak,ona ilgili olduğumu belli etmeye çalışıyorum. mustafa
olayından bildiğim üzere bu tip kişiler ilgiyi ve şımartılmayı çok seviyor.
ucunu yakalayıp gerekli gazı verdin mi eteğindekileri çok rahat dökebiliyor
ortaya muzaffer detaylıca anlatıyor. annesi küçük yaşlardan itibaren bu
varlıkları görmeye başlamış, kadın belirli bir çocukluk yaşına kadar da herkesin bunları gördüğünden eminmiş... arada
sırada (görünmeyen) arkadaşlarından bahsedince, annesi çocuktur uydurur der
geçermiş. yemek yerken arkadaşlarının da sofrada oturduğundan falan bahsetmeye
ve onlara da yemek verilmezse yemeyeceğinden dem vurmaya başlayınca ,şımarıyor
diyerek dövmüşler kızmışlar fakat çözememişler. beni zütürdükleri gibi doktora
değil ( o dönemde kim bulmuş doktoru, ölmeden önce gidilen birşey ) cinci bir
hocaya zütürmüşler. adam kızla konuşmaya başlamış,en sonunda bu kızla bir
varlık iletişim halinde, ancak kötü huylu değil. bir zararı olmaz.tam aksine
ilerde bu işleri yapabilir ,bu Allahın lütfudur. fakat ergenliğe gelince durumu
kötüleşebilir,o zaman sufli cinler musallat olabilir. öyle bir durumda şayet
ben yaşarsam bana,ben olmazsam sağlam birine gösterirsin demiş... bana sordu peki
sen hiç iletişimde bulundun mu ? çağırdın mı? birkaç kez denedim ancak
başaramadım, belki beraber deneriz birde... hem seni bulmuşum bırakmam dedim...
amacım onu bir şekilde sınamaktı aslında çok basit bir yolla çağrılabiliyorlar,
sadece işi bilen biri olmalı dedi sen varsın ya dedim... artık gereken gazı
almıştı, denemeye mecburdu. en az 2 kişi olmalı idi, birisi transa girecek
diğeri ise onu zaptedecek... muzafferin istediği ile o gün okul yerine çarşıya
gittik. herkes okuldaydı,biz ise bahsettiği birkaç otu alıp tütsü niyetine
kullanmak üzere hazırlardık. istediği ebatlarda deri bulduk bir şekilde. metal
bir objeyi gösterge olarak kullanmak üzere almamız gerekiyordu,ben yanımda
taşıdığım mustafa ile yaptırdığımız yüzüğü teklif ettim.bir de defter lazımdı
... yöntemden bahsetmeyeceğim.(abi nasıl cin gibebiliriz diye soran
adamların,bu konuda özel mesajın anasını skeceğinden eminim çünkü)...
döndüğümüzde odanın boş olacağı 2-3 saatimiz vardı hala, içeri girdik kapıyı
kilitledik muzaffer yöntemin gereklerini sırası ile uyguladı... en son tütsüyü
yaktı, kısa zikre başladı, transa girmesi gerekiyordu başarısız oldu... daha
önce denedin mi dediğimde, hayır ancak yöntemin bu olduğunu biliyorum dedi...
sonra sen dener misin ? diye sordu sen beceremedi isen ben hiç beceremem
diyerek geri çevirmek istediğim anda,
gösterge kıpırdamaya başladı... ufak salınımlar yapıp ,kendi ekseni
etrafında minik daireler çiziyordu... (ipin ucuna bağlı olan yüzük ) muzaffer ihanete uğramış bir ifade takındı sen bu işi
daha önce yaptın ve yapabiliyorsun değil mi ? diye sordu... tütsüyü çekmemi
istedi... çekinerek içime çektim... elimle kalemi tutmamı istedi... sonrası
yine trans hali hatırlamıyorum... ilk hatırladığım başımda şiddetli basınç hissederek istifra
ettiğimdi. muzaffer kavradı beni, gözleri faltaşı gibi açılmıştı...
•
• • • • PART 8 • • • • •
Hiçbir şey
konuşmadan ufak adımlarla kollarımdan destek olarak arada ki lavaboda yüzümü
yıkadık, üstümü değişmeme yardım etti... Beni ranzaya uzattı... Hiç gocunmadan alt kattan paspas alıp benim
pisliğimi temizledi, camı açıp havalandırdı odaya... ortalıktaki ekipmanları
toplayarak dolabına kaldırdı... içerde hala hazırladığımız tütsünün ağır kokusu
vardı... sandalye çekip başımı okşamaya beni teskin etmeye çalıştı... ikimizden
de çıt çıkmıyordu, dalgın ve derin düşüncelerde olduğu belliydi, yerdeki sabit
bir noktaya odaklanmıştı... ben ise tüm enerjimi yitirmiş bir haldeydim,
saçlarımı karıştırırken uyumuşum akşam yemek saatinde kaldırdı beni... tuhaf
bir yüz ifadesi ile hadi yemeğe iniyoruz dedi... ne olduğunu sormak istiyor
ancak cesaret edemiyordum... şuna emin olun ki insan bilmediklerinden çok
korkar... üzerinden onca yıl geçmesine rağmen o yemek saatini asla
unutamıyorum... gözgöze gelmemeye çalışarak metal tabildotlardaki yemeği yedik
ve yemekhaneden dışarı çıktık.bu sefer teras yerine dışarda yer alan banklara
oturduk... suskunluğu bozmanın vaktiydi bir sigara verir misin ? dedim... paketi
uzattı yine aynı tuhaf ifade... korkunun ecele faydası yok... bir tak olduğu
belli... ne oldu ? dedim erumi ve sakil kim ? diye sordu... hani boşluğunuza
yumruk yersiniz ya,aynen öyle bir his... çok tuhaf... ne saçmalıyon olum sen
dedim... neden dedim ? sende yaparsın, salak bir mekanizmadır... nedeni yok
kayıta bakalım mı ? dedi. iyice rengim attı... içlerinde ne yazdığını
bilmiyordum ve dedim ya 'bilinmeyenler korkutur... '' benim terasa çıkmamı,
kendisinin kayıtlarla geleceğinden bahsetti... terasa çıktım, hava hafif
kararmaya başlamıştı... her zaman gökyüzünü seyrettiğim köşeme geçtim...
kollarımı bende yaslayıp bir sigara daha yaktım o anda bir ses daha duydum sırrı
aşikar etmeyecektin ! seni defalarca uyarmıştım... herşeyi mahvettin! uğultu ve
cızırtı arası bir ses... hani bazen durduk yere dııııııııttttt gibi bir şey
duyarsınız ya ha işte aynısı... içim korku ile doldu kayıtları getirdi ; tek
tek, benim el yazımla yazılmış fakat düzensiz kelimeler ve 1-2 cümle. müjgana zütür senin
çaren onda , necm58,dede, miras, erumi,sakil, süryani,kefen, meclis,kitap,
yüzük bunları ben mi yazdım ? diye sordum. el yazılarımız apayrı... sence ? dedi. ufakta olsa yalan yalandır.
hayatında hiç dostluk kuramamış bir adam olan muzaffer bu mesele hakkında
kandırılmış olmanın sıkıntısını yaşıyordu,bu belliydi. zarureten
söyleyemediğimi yine zarureten söyleyemezdim.bu da bir şekilde onun gözünde
beni savunmasız bırakıyordu. insanlar her zaman çıkarı adına ya da oyun olsun
diye yalan söylemez, bazen gerçekleri saklamak zorundadırlar ve bu yalan gibi
kabul görür. dediğim gibi hafif kırgındı, bana karşı olan inancına şaibe
düşmüştü fakat başımda bir bela olduğu belliydi, bunun adına da tedirgindi.
tuhaf duygular içinde olduğu yüzünden belliydi.hem aldatılmanın öfkesi, hemde
merhametli bir insanın hissebileceği acıma hissi. müjgan benim annem dedi.
sanırım ona gitmemiz lazım .henüz kısa süreli dostluğumuz adına bu biraz fazla
samimi bir olay olacaktı. belki bilinç altımdır dedim annemin adını
bilmiyordun, böyle bilinç altı mı olur... yeterince dürüst değilsin, sakladığın
bir şeyler var ve bunlar açığa çıkmalı... emin ol ! yazdıkların bir tesadüf
değil,bu meselenin burda açılması bir tesadüf değil. annemin adını yazman bir
tesadüf değil. çaren onda diyerek ne kastettiğini anlayamadım ancak bir şekilde
gitmeliyiz... annemi arayıp durumu bildireceğim dedi çok mahçup oldum.
gerçekten hem tedirginlik hem mahçubiyet. tüm bunların yanında ifritler
yaşadığımız son diyalog ve vukuatlar, bugün
duyduğum sesin tehditkâr tutumu... allak bullak oldum... hepsinden
önemlisi erumi sakil yazmış olmam, beni çok etkiledi... annesini aramak
için yurttaki büroya indik. yurt
görevlisi adamdan özel olduğunu, biraz uzun sürebileceğini isterse ücret
verebileceğimizden falan bahsettik. adam sıkıntı değil dedi ve ricamız
üzerine odayı terketti. ben ve muzaffer
başbaşa kaldık. muzaffer numarayı çevirdi.bir yanda eli ile saçlarını
karıştırıyor bir yandan da açılmasını bekliyordu. bazı anlar vardır her
saniyesi beynine nakşedilir,bu da onlardan biriydi.her saniye bir dakika gibi. annesi
telefonu açınca 1-2 dakika kadar hal ,hatır sordu... akabinde anne sana
anlatmam gereken birşey var diyerek sözün ,meseleye getirdi kısa bir şekilde
benden ve arkadaşlığımızdan bahsetti. böyle br iş yaptığımızı ,yaptığımz
yöntemi ve yöntem sonucunda da kağıtta
annesinin isminin yazdığını belirtti. annesi sanırım onu biraz azarladı bu işi neden
yaptığımız hususunda ... bir kere oldu anne,ilk kez denedik gibisine kendini
savunup, durumu yatıştırmaya çalıştı. kağıtta yazan kelimeleri aynen okudu.
annesi telefona beni istedi. ağzımda rahmet niyetine tükürük kalmamıştı, kalbim
yerinden çıkacak gibi kısa bir hal hatır sordu,ona karşı dürüst olmamı istedi.
doğum tarihimi ve annemin adını istedi, doğum saatimin tahminen kaç gibi
doğumun gerçekleştiğini sordu. bunları seri bir şekilde cevapladım erumi ve
sakil denilen şeyler ne diye sorunca ,o seriliğim kayboldu... ben kemküm
edince, kısacası bu isimler, yerler ya da artık herneyse ; haberdar mıydın daha
önce ?... bu isimleri duymuşmuydun ? dedi... evet diyebildim. sadece... tamam,
endişelenme sen diyerek telefona tekrar muzafferi istedi, muzafferle konuştular
ve telefonu kapadık. muzaffer'e ne konuştuklarını sordum annem seninle görüşmek
istiyor. gidene kadar mesele hakkında bana hiçbirşey anlatmayacaksın. şimdi
gidip bir iki malzeme alacağız, onları bir şekilde kaynattıracağız ve
içeceksin.3 gün sonra bize gidiyoruz dedi durumumum farkındaydım, yardıma
muhtaç olduğumu elbette biliyordum. ancak gerek çaycıda yaşadıklarım, gerek
mustaf gibi bir adamın başına gelenler, gerek kegib başım beni gitmemeye sevk
ediyordu. hiçbir çıkar yolum yokmuş gibi geliyordu ve yaptığım her hareketin
beni bu bataklıkta sadece daha çabuk ölüme yaklaştıracağına inanıyordum. sana
dayatılan bir çaresizlik, hiç bir hamle yapmanı öngörmeyen tehditkar
tavırlar... kegib başın, trans halinde ölümü iliklerinde hissetmen... müjgan ...senin
çaren onda... kelimeleriacaba ?
dedirtmiyor değildi.ilk kez oyunun bir parçası olan mustafa dışında biri
sorunuma eğilmişti. acaba tüm riskleri göze alıp gidersem ; müjgan bana bir
çözüm olabilecek miydi? tüm bunların yanında bu gidişim hakkında beni
engelleyen bir hususta ailemdi... bahsedilen boşlukta, eve gitmem lazımdı ve
ailem beni bekliyordu... onlara gelemeyeceğimi nasıl söyleyecektim ? hangi
bahane uydurulabilirdi ? ... kaldı ki; bahsettiğim gibi babamın rahatsızlık
serüveni sonunda ona karşı tarifsiz bir bağımlılık oluşmuştu bende... sıkışmış
bir vaziyetteydim, kapan kısılan fare ne hisseder dersen ? sanırımkesinlikle
budur ! '' derim bir taraftan yıllardır
sadece isimlerini bildiğim erumi ve sakil tekrar aşikar olmuş, bir taraftan
ifrit beni daha önce olduğu gibi tekrar tehdit etmişti, bir taraftan olayın
içine müjgan dahil olmuştu. müjganda benim gibi çocukluktan gelen varlıklar
görmüştü. kaderlerimiz ortak olduğundan,ona sebepsiz bir güven duyuyordum.
damdan düşenin halinden damdan düşer anlar nihayetinde ne kadar yazarsam
yazayım,o anki duygu ve düşüncelerime tercüman olamaz. sanırım ancak empati
kurarak hissedebilirsiniz.o an siz ne
hissederseniz ? düşünün bunu... hemen
hemen aynılarını hissettim sanırım... bazen sözler yeteri vurguyu sağlayamaz ve
hisler tüm sözlerden öte bir manadır çok fazla duygu ve düşüncelere dalarak işi
uzatmayı sevmiyorum, ancak kendime engel olamıyorum. hayatımda ilk kez öykümü
anlatıyorum ve içimde hapsolan onca duyguyu kusabilmenin huzurunu yaşıyorum.o
sebepten affedin. normal hayatımda kısa işi severim, gibiş hariç aileme
gelemeyeceğimi bildirmem lazımdı. biraz düşündüm, karar verdim gidecektim...
sorunuma çözüm bulacaktım belki, fakat onları görmemekte içime oturdu.
aradım.saat geç sayılırdı baba benim skortak. nasılsınız ? dedim, moralimi iyi
göstermek adına canlı bir tonla giriş yaptım iyidir oğlum,sen nasılsın.bir
yaramazlık yok inşAllah ? ne zaman
geliyorsun ,annen kardeşin falan seni çok özledik be oğlum ne zaman geliyorsun
deyince boğazım doldu. içim şişti '' baba dersler ağır, burda kalmaya karar
verdim .bende sizi çok özledim, ancak gelirsen çok kopukluk olacak. çalışacak
vakit bulamayacağım' falan dedim. babam mesele 'ders' ve 'istikbal' olunca tüm
duyguları bir yana iterdi peki oğlum,o zaman gelme zaten dedi... telefonu
kapadım, başımı kapıya yasladım hıçkıra hıçkıra ağladım.o pgibolojiyi
yaşayanlar bilir ne olduğunu. görevli geldi ( görevli dediğim o atarlı çocuk
değil ) kardeşim ne oldu, kötü bir meselemi var dedi hayır dedim,eve gidemeyeceğim...
biraz teselli etti, çay ikram etti. işte dışarda okumak insana bunları öğretir
vs dedi odaya çıktım, muzaffere kaş göz işareti yapıp terasa çıktım. tamam
geliyorum, yarın gidip bilet alalım bana da dedim onun biletini de iptal edip,
yanyana 2 koltuk aldık... benim çayı hazırlattık, adam cins cins bakıyordu
bunla ne yapacaksınız,ne işe yarıyor diye... birine yaptırıyoruz dedik,
örttük... çok pahalı tutmamıştı. yurda geldim eşyalarımı hazırladım ve uyudum,
yine kuvvetli bir istifra hissi ile uyandım bu kez tuvalete kadar tuttum
kendimi... bunlar normal, annem olacağını söyledi... gidene kadar içmeye devam
edeceksin dedi muzaffer yola çıktık çok uzun bir yolculuktan sonra istanbula,
ordan da başka bir vasıta ile onun şehrine ulaştık.eve gitmeden evvel bir
kahvaltı yaptık dışarda. börek aldık bir çay bahçesinde yedik,eve koyulduk.
annesi geceleri ritüeller ile uğraştığından ancak öğleden sonra uyanıyordu.
amaçlı ritüellerin saatleri vardır, çoğu gece yarısında sonradır genelleme
yapılamaz ama en bereketli zaman gece 3 civarındadır.eve geldik, kapıyı
açtığımızda muzafferin köpeği karşıladı bizi.şu ufak olanlardan. muzafferin en
yakın dostu ve arkadaşı oymuş, benden önce. sevecen bir köpek, hemen yanıma
koştu. havlama huyu yok, böyle garip işler yapılan bir evde böyle garip bir
köpek olması tuhaf. tenasühe inansaydım bunun önceki hayatında bir insan
olduğuna inanırdım, manalı bakışları vardı. muzafferin odasına girdik, müstakil
evde. yatağında uyumamı söyledi, kabul etmedim... yere bir döşek açtı ve uyuduk.
acı bir feryada uyandım, sarsılmıştım.yan odadan yakarışlar geliyordu.
muzafferde fırladı yerinde. bana dönerek, korkma hasta vardır içerde dedi.
sesin kesilmesini ve muhtemelen hasta olan kişinin ayrılmasını bekledik.
muzaffer odadan ayrıldı bir iki dakika sonra kapıda annesi ile göründü. eğilip
annemden daha büyük,50 yaşlarındaki bu kadının eline öptüm. halimi hatırımı
sordu, içeri gelin birşeyler yiyelim dedi. hiçbir mesele açmadan yemeği
hazırladılar,hep beraber yedik. muzaffere sen git bir çay yap dedi,
kayıtlarımızı eline aldı baktı kısaca sonra bana döndü bahsettiğim gibi odada
ikimiz başbaşa kalmıştık, çay bahane idi. rahat hissetmemi sağlamak adına
muzafferi çıkarmıştı odadan skortak, öncelikle bana karşı dürüst olacaksın.
aksi halde hiçbir şey fayda etmez. medyumlar çoğu şeyi bilgiler doğrultusunda
yaparlar.sen baştan yalan söylersen, yaptığımız tüm eylemler amacından sapar
dedi kadın oldukça kültürlü bir insandı bu arada evet anlamında başımı salladım
bana hikayeni anlat fakat kısım kısım gidelim dedi... erumi ve sakil ? nedir,
kimdir - çocukken gördüklerimi anlattım, detaylıca.(hikayede bahsettiklerimi
birebir tekrar etmemek adına böyle geçeceğim) peki onları daha sonra hiç gördün
mü ? dedi hayır dedim görmek adına bir çaba sarfettin mi ? evet ne mesela ona
mustafa olayını en incesine kadar anlattım. ifrit dediğiniz kadından ve
yaşananlardan söz ettim bu kadını en son ne zaman gördün, ya da haber aldın ?
dedi ona babamla yaptığım seyahatte duyduğum sesten,ve bu ritüel akabinde
duyduğum sesten bahsettim… bir aşama daha katettik hımm dedi ve not aldı. sonra
söylediğim sözü de gülümseyerek yazdı açık etmemeliydin kısmını aylardır
görünmüyor değil mi ? dedi... sadece sesini duyuyorsun evet dedim... biraz daha
sohbet ettik. tamam dedi,sen sakin ol yeter ki bakacağız... şimdi siz çıkın
muzaffer sana biraz şehri gezdirsin. akşam uzun olacak muzaffer ile şehri
gezdik,pek konuşacak mesele bulamadık. ikimizinde aklında aynı mesele vardı,
kafa dolu olunca laklak için vakit kalmıyor. istenilen saatte eve döndük akşam
eve döndük. kadın odasındaydı, muzaffer içeri girmeye çalıştı ancak kapı
kilitliydi. çalışırken hep böyle yaparmış kendisi. kaldığı oda aynı zamanda
ofisi gibiymiş. 1 saat kadar sonra kapı açıldı, muzaffer içeri gelin dedi.
tütsü yaktı, içine çek bunu dedi... muzafferin ise eline defteri tutuşturdu,
sana önemli noktaları işaret edeceğim not alacaksın dedi. bir süre sonra transa
geçtim... çok farklı bir aleme yani... ilk ritüelde bahsettiğim topluluğu
gördüm. içlerinde benimki yoktu, hepsi birden bana döndü. çok çok farklı
simalar. birisinin yüzü keçi suratına benziordu, kulakları ise bir fil kulağı
gibi. vücudu kıllı fakat üstündeki kırmızı entari sebebi ile tam göremiyorum.ne
insana ne hayvana benziyor simaları. ancak,duruşları bir insanı andırıyor.bu
keçi suratlı bana hitaben; anlaşmayı bozdun! ben hiçbir şeyi bozmadım diye
haykırdım yakalayın diye bağırdı... bir anda hepsi üstüme hücumlandı...
yaptıkları ise koşmak denemez, koşmuyorlardı. hızlı kuş sürülerini
andırıyorlardı etrafımı sardılar... ellerimi
arkadan tutarak diz üstü çöktürdüler, ardından yere kurbanlık gibi
yatırdılar... ellerinde bakırdan baltayı andıran aletle gelen birkaç varlık
başımda dikildi.bu keçi suratlı bir taht üzerine oturarak izliyordu olan
biteni.o esnada benim ifrit çıktı ortaya... eline bakır rengindeki baltayı
aldı... sana mustafanın akıbetini anlatmadım mı ? benden başkası ile
görüşmeyeceksin demedim mi? ben kimse ile görüşmedim dedim, feryat figan yalvarıyordum
o yaptığın ritüel neydi o zaman ? kaybettin dedi. tam baltayı başıma indirmeye
hazırlanırken, tüm varlıklar o keçi suratlının ismini zikretmeye başladı...
vialon... hep beraber bağırıyorlar. vialon!!!... bu aynı bizim dervişlerin
zikrlerine benziyor, büyük bir coşku ve vecd ile bu ismi tekrarlıyorlar. artık
ölmeme ramak kaldı, ifrit baltayı indirmek üzere bekliyorken; bir ses
yankılandı Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh (o esnada durumumu takip eden kadın
okuyormuş. necm58) vialon oturduğu tahttan ayağı kalktı hışımla... ellerini fil
kulaklarına bastırarak durun diye bağırdı. hepsi adeta buz kesmişçesine
sustular vialon başını sürekli sağa sola sallayarak, yerine oturdu... elini
alnına götürdü... uzun süre böyle kaldı... serbest bırakın! Dedi üstümden
ayaklarını çektiler. ifrit ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. efendim, serbest mi bırakacağız ? sana ne
diyorsam onu yap ama efendim, anlaşmam? beni mi sorguluyorsun! peki dedi... biraz
sonra iki yaratık belirdi. bunlar erumi ve sakildi. vialon onlar gelince ayağı
kalktı. birbirlerine hışım ile baktılar. erumi ve sakil bana doğru döndüler.
dilim tutuldu. peygamber efendimizin yaptığı senetten aldığım hakla, sana emrediyorum.onu
serbest bırak dediler vialon kaybetmiş bir ifade ile getirin dedi... beni
tahtın önüne getirdiler... oldu mu dedi vialon ifritin hakkını da ver dediler
vialon istemeyerek te olsa, tamam manasında başını salladı. ifrit çığlık
çığlığa kendini yerlerde sürüklenirken, erumi ve sakil kollarından tuttular
bunu. sen yargılandın hükmün idamdır dediler, hepsinin bedelini ödeyeceksin!
uyandığımda burnumdan kanlar fışkırıyordu, delirmiş gibi hissediyordum kendimi.
muzaffer üstüme çökmüş halde, nerdeyse bedeninin ağırlığını kullanarak ile beni
yere yapıştırma gayretindeydi. ondan iri yapılı olmam sebebi ile çok zorlandığı
belli idi müjgan muzaffere çekilmesini söyledi... bana elinden hazırladığı
karışımı içirdi... hiçbirşey soracak durumda değildim ardından büyük bir soğanı
göğsümün üzerine koydu... bir çakmak yaktı ve toplu iğneyi ısıttı... 99 kere
bir ismi zikretti,100.de ise tekbir getirerek iğneyi soğana sapladı.o an sanki
kalbim yerinden sökülmüş gibi bir acı hissettim... kalkabilirsin dedi, geçmiş
olsun... ne oldu bana dedim git duş al ve gel dedi... yorgun ve perişan bir
hali vardı onunda... banyoya gitmek adına valizimden çamaşır alırken muzafferin
odasındaki saate gözüm takılmıştı, odaya girdiğimden bu yana 2 saate yakın
zaman geçmişti. banyoya girdim, soyunurken iç çamaşırımda ve aletimde bir
miktar kanla karışık sperm kalıntısı gördüm... boy abdesti aldım, hala titriyordu
vücudum... saatlerce ağır bir işte çalışmış gibiydim. bilhassa belim ve göğsüm
darbe yemişçesine ağrıyordu duş aldım ve çıktım. şimdi olayın aslını öğrenme
zamanıydı... kadın uzunca anlattı,ben toplamaya çalışayım... dedem, Allaha
inanan ve ibadet ehli biriymiş. Allah'a sürekli maksudum sensin, hazine
senindir bana imanımı arttıracak deliller ver dermiş... ona erumi ve sakil dediğin bu iki varlığı deneme
vasıtası ile göndermişler. erumi ve sakil dedeme ; bu işten vazgeç sana ün,
şöhret ve mal verilecek diye teklif etmişler. oysa deden aynen peygamber
efendimizin dediği gibi 'bir elime ayı,bir elime güneşi de verseler ben bu
işten vazgeçmem' diye cevap vermiş... onlarda sen kazananlardan oldun, Allah
bizi sana hizmetçi olarak yolladı. sana ilim öğreteceğiz. Allah yolundan
ayrılmadığın müddetçe seninle beraberiz demişler... bir süre ilişkileri böyle
devam etmiş, dedem onlardan sadece imanını arttıracak deliller ve işler
istemiş. olayların içyüzüne vakıf olmuş.ona sürekli bizden istediğin
halledilmesi mümkün bir iş var mıdır ? diye sorarlarmış ... dedem ise her
seferinde imanımı arttıracak deliller dermiş... ona bu güzel davranışından
ötürü muhabbetleri artmış... ben doğduğumda, dedem çok mutlu olmuş. çünkü
babamın abisinin yıllarca çocuğu olmamış, torun özlemine ben son vermişim.
senin adını ilim sahibi peygamber olan peygamberin ismi ile şereflendireceğim
demiş. adım süleyman olmuş. bu varlıklarda süleymanına manevi bir hediye vermek
isteriz,sen seç diye tebriğe gelmişler. ona da bana verilen gibi hakikatı ve
imanı arttıracak deliller verilsin demiş dedem... Allah’ın izni ile bu
mümkündür,o saparsa felakete düşerse en azından imanı adına nispetince yardımcı
olacağız, lakin inanıp inanmayacağı onun nasibi nispetincedir... Allahın
emirlerinden caymaz inşAllah demişler... çevresinde çokça sevilen, temiz
biriymiş dedem... her sabah namazını kılmak için camiiye gidermiş o kadar yol
tepip... birgün camide çaresizce ve ağlayarak dua eden bir adam görmüş... ona
derdinin ne olduğunu sorunca adam ;bir
kızı olduğunu, bunun mecnun gibi olduğunu falan söylemiş... kız sürekli kendini
damdan atmak için teşebbüs ediyormuş ancak şuuru yerinde değilmiş... çok sefer
uyku vakti evden çıkıp koştuğu olmuş, Allah bir şekilde engel olmuş ki her
seferinde yakalamışlar kızı... ya kayıplara karışacak,ya da canından olacakmış
kız... dedem düşünmüş, adamın haline acımış... bu derdine rağmen Allaha isyan
etmiyor ,camiye gelip dermanı yine Allahtan istiyor buna yardım etmek lazım...
alimin zekatı ilmidir diye geçirmiş içinden. herşeyi veren Allahtır ancak bunu
dünya hayatında yine yaratılanlar eli ile yaptırır, yoksa bu hikmete aykırı
olurdu. Allahın hikmetinden sual olunmaz bu yüzden. kızın yanına gitmiş, erumi
ve sakil vasıtası ile kızın derdine baktırmış. kız cinli imiş,bu cin ise bana
musallat olan ifrit dediğiniz varlık. erumi ve sakil onu uyarmışlar, insanların
içine girmesinin yasak olduğundan bahsetmişler. kadın bu hangi inanca göredir
diye sorunca peygamberimizin sizlerle yaptığı senet üzeredir yanıtını
vermişler. kadın kahkaha atarak,düşmanı olduğumuz bir inancın senedi mi ? bu
ancak sizi bağlar... biz onun yolu üstünde pusu kurup, insanlara azabı süsleyerek
vaadedenlerinizdemiş... dedeme durumu iletmişler... eğer bu ilim bana Allaha
itaat üstüne verildi ise andolsun onu ordan çıkarın, sizin göreviniz hakkı
savunmaktır demiş... ifrit çok büyük ızdıraplar çekip, tamam hükmünüzü kabul
ettim beni öldürmeyin demiş ... serbest bırakmışlar, kızı da terketmek zorunda
kalmış... erumi ve sakil dedeme bunlar sözünde durmazlar yine geleceklerdir
demiş. dedem ise ben Allaha inandım, beni koruyan ona olan imandır ve odur
demiş... erumi ve sakilancak sana olmasa dahi kanınla uğraşırlar demiş. dedemkanımdan
imanı varsa onlara da bulaşsa da bu bir kaderdir, lakin nihayete
erdiremezler... eğer nihayete erdiriyorsa o zaten benden değildirdemiş... kısa
bir süre sonra ömrü vefa etmemiş,son konuşmalarında öleceğimi hissediyordum,ona
sahip çıkın'' demiş küçüklükten itibaren erumi ve sakili görme sebebim işte tam
olarak buymuş. gün gelirde ifritin tacizine maruz kalırsam diyeymiş. çünkü
onları sevecen ve iyi olarak görmemden ötürü, içimde hep bir merak besleyecekmişim.
onların gidişi ardından onları ararken ise bilgilenecekmişim. gitme sebepleri
6-7 yaşlarına ve duruma göre biraz daha geç yaşlarda çocukların göz perdesinin
inmesindenmiş ifrit zaten birgün ne yaparsam yapayım gelebilirmiş. kısacası
onlara olan merakım yüzünden ifrit bana musallat olmamış.tek hatam mustafa
üzerinden sırf güç kazanmak hissiyatını dile getirmesemde bu işlere girmem
olmuş. Allahın haram kıldığı bir usulle,ucu harama varacak işler yapmak.
kısacası kılıfına uydurmaya çalışmakmış. mustafa şerri işlerle uğraşan bir
adammış, suriyeye gittiği ve bu işleri orda öğrendiği doğruymuş ancak suriyeli
diye bir kimse yokmuş. mustafa daha
öncesinde bulduğu ilk defineyi şansla bulmuş birazda. bugün nasıl ki define
bulanlar var, aynen o şekilde bir bulmakmış bu.evet defineyi kaçırmak için
suriyeye gittiği ve orda bu işleri öğrendiği doğruymuş. şamda kalmış mustafa,
bilen bilir ki en çok olaylar şam ve mısırda görülür. manevi yaşanmışlıkları
fazla, enerjisi yüksek yerlerdir. mustafa öğrendiği bazı şerri bilgiler ile nam
salmış, ancak gücü asla ve asla define çıkarmaya yetmezmiş. diyeceksin ki bu
şerri işler sonucu mustafa define bile çıkaramıyorsa şeytani varlıklar ona nden
yardım etmişler de insanlara şifa dağıtmış... çok basit, şeytani varlıkların
eli ile deva bulan bu varlıklar mustafayı tıpkı benim yaptığım gibi
ilahlaştırmışlar. bunu kabul etsemde etmesemde böyleydi. ilah kelimesini
araştırır iseniz anlarsınız.her şirk açıktan Allahı inkar ile olmaz. Allahtan
başkasından medet dilersen ve onun eli ile olduğuna inanırsan bu da bir
şirktir. kısacası deva bulan insanlar da Allahtan değil mustafadan bilmişler. mustafanın
kaydığı muhtarın karısı bile kocasını eve bağlamak adına kendini sunmuş
mustafaya.var sen hesap et. şeytanların amacı budur zaten, seni hakk yoldan
alıkoyup bu tür harikaları rabb edinmeni sağlamak. palada mustafadaki
harikaları haber alınca, acaba bu işi yapar mı diye onu yedirmiş içirmiş maddi
olarak beslemiş. mustafa bir yandan rahatın tadını çıkarırken öte yandan bu işi
nasıl yapacağını kara kara düşünüyormuş. adam sakat, göster kerametini der mal
gibi kalırsan; tatlı tatlı yediklerini acı acı kusturur sana. işte bu esnada o
şehirde bulunmamı fırsat bilen ifrit mustafaya yaklaşmış onunla anlaşmış.
mustafa ile tanışmamı sağlamak adına başkanı rahatsızlandırmış, hatırlarsan
tahlilleri normal bir insandı. mustafanın başkanı iyileştirmesi ile ona tav
olan ben onun gibi olmak tan şifayı kastetsemde amacım kibrimi yüceltmekmiş.(-ki
öyleydi,her insan öyledir ) bu sebebple Allahın haram dediği işlere girmişim ve
ifritin ocağına düşmüşüm.bir anlaşma adına ortada imza gerekmez,bu işe girmek
zaten kabul etmek demektir mustafa hile ile çalacağı ganimet adına beni onlarla
zütürmüş, hani bunu anlatmıştım önceden. muhtarın evinin önünde benimde
bulunmamı sağlama amacı da gün gelir karıyı düzdüğü mesele açığa çıkarsa beni
öne sürmekmiş. beni de türlü yalanlarla kandırmış, elindeki kitap dediğim gibi
zaten yalanmış. insanlara bir hazine sahibi gibi görünmek adınaymış bu kitap.
kızın ırzına geçme arzusu da ; ne bahsettiği erkek ifrit ne de başka bir
sebepleymiş, sadece hevesmiş ancak beni de susturmanın bir yoluymuş bu bahane.
palanın olayını fırsat bilmiş ve girişmiş sonuda gebermiş.(kız ne haldedir
haberim yok) mustafa orda ölmüş çünkü bahsettiği üzere onu koruyan kimse
yokmuş, ifritin uydurduğu gibi de ifritle olan anlaşmasını bozduğundan falan
ölmemiş. sadece ifrit birinden yardım alırsam sonumum mustafa gibi olacağını
göstermek ve benim çıkış yollarımı kapamak istemiş. namaz kıldığım gece
gerçekten zarar görmüş, Allaha dönmem erumi ve sakil'i harekete geçirmiş. ifrit
ise son bir oyun oynayarak çaycıda yaşadığım olayı gerçekleşmiştir. otobüste
bir aşama daha katettik demesi ise, iyice saplandığımı kabul edeceğim bu işin
içinde kabullenme yaratmamı sağlamakmış. hatırlarsanız bir zamanlar aidsli
insanlar başkalarına da bulaştırıyordu bu mikrobu.ha işte benimde aynı duruma
düşüp, insanlara bulaştırmamı sağlamak adına imiş. özel bir durum yok,o şehri
yazmam adına ondan kaynaklanan bir durum falan. sınava hazırlanırken içimde
beliren x şehrini yazma sebebimde erumi ve sakilin ilhamı ile olmuş, muzaffer
ile tanıştıracaklar ve çözümüme vesile olacaklarmış. kısacası ilhama sebep olan
erumi ve sakil iken, imanı ekgib olan ben bir aşama daha katettik diyen ifritin
oyununa yine gelmişim. imanım ekgib olduğundan erumi ve sakille iletişime
geçememişim. kısacası her olayı şerri işlerdeki mustafa ya da ifrit kendini
yontmuş senin çaren onda derken kastedilen '0'
ben değilmişim.bu kişi muzaffermiş. muzaffer küçük yaşlarda sıkça cin
tacizlerine maruz kalmış. geçirdiği fiziksel rahatsızlıklarda bundamış. hakk
işler yapsan dahi canını yaktığın şeytaniler sana bir şekilde bulaşır. kadından
ötürü de muzaffer'i taciz etmişler.bu işlerle uğraşanlar kendi kanına hüküm
edemezler, sorunlarını çözemezler. kadın benim sorunumu çözünce ,dedemden miras
kalan erumi ve sakil de ona armağan olarak muzafferin perdesini kapamışlar. kadın
bana tüm bunları anlattı. yalnız dedi bunların bir bedeli oldu. hayatın boyunca
evlenemeyeceksin, seni musallattan kurtardık ama onlar bu acı ile tahammül
edemezler. evlensen de kanına intikal ederler. zaten hiçbir şekilde ciddi bir
ilişki yaşayamayacaksın.bir de dikkatli olmalısın, maddi kayıplara sebep
olabilirler. ancak yıkılmamalısın, Allahtan dönmemelisin. aksine hayatında bir
daha görmemen tüm bunlardan yücedir.en sonunda öldürecekti seni. haşa belki
annene bacına sarkacak derece tuhaf işler yaptıracaktı sana. insanlara bir
bak,ar ve namusun bu kadar kaybolduğu bir noktada herkes bunların etkisinde.
hayvanlığın en ilersinde dedi. o günden sonra ifriti bir daha görmedim. erumi ve
sakil ile devam ettim yoluma. onlarla inanç ekgibliği ya da bunalımda olan
insanları teselli ettik. mustafa gibi onları şerre davet etmemiştim. insanlar
merak ettikleri bazı şeyleri bildiğimi görünce ve inançlı olduğumun bilincine
varınca bunu Allah'a yordular. kısacası durumlarını düzelttiler.ve bunun Allahtan
olduğunu bilip hakk üzere oldular... bana zararı oldu elbette bu ufak
yardımların.şu şekildeki ; insanlar duygu ve düşüncelerimi değilde kısmi
yeteneklerim sebebi ile dost olmaya çalıştılar.fal bakmadım, büyü yapmadım.
sadece çok ama çok sıkıntıda olan kimselere erumi ve sakil yardımı ile faydam
dokundu. okul bittikten sonra müjganın bahsettiği olası bedelleri ödedim,bir
kaza neticesinde sol bacağım büyük ölçüde hissiz kaldı. 2008 de türlü emeklerle
giriştiğim ilk binam çöktü. tüm bu olayları öc almak için bir kere yapma
hakları vardı, aslında ölebilirdim bacağım kopabilirdi ancak erumi ve sakil'in
vesilesi Allahın yardımı ile bunla kurtuldum.mal kısmına gelirsen, giden mal
olsun. kısmende olsa beni bu badirelerden en az hasarla kurtardıkları için,
sonunda erumi ve sakil'i özgür bıraktım. birbrimizden razı olarak ayrıldık...
hala mühendislik yapıyorum, çok param olmasa da yetecek kadar. ancak
yaşadıklarım neticesinde insanlarla dost olamıyorum, hafif bir paranoya bıraktı
bende. dışarıya çıkıp uzun süre takılamıyorum. annem ve babamı kaybettim. kız
kardeşim ile ise kırgınlık sebebi ile görüşmüyorum... ben sözümü tuttum ve
bitirdim, istediğine inanabilirsin... umarım zevk almışsındır. fakat hala yalan
mı ? gerçek mi ? kısmında bana gelme.en başından beri sana söylüyorum. yalan
demen beni incitmez, gerçek demen ise bana kazandırmaz. eleştiriye açığım ancak
dalyaraklığın lüzumu yok. Ne dediğimi dalyaraklar anlar, diğerleri alınmasın
saygılar. Son...